OHAL sonrası kayıp iddialarında artış

Türkiye’de 90'lı yıllarda çokca dile getirilen 'kayıp' iddiaları OHAL sonrası yeniden gündemegeldi. Hak İnisiyatifi, 2016 Yılı Sonrası Kamu Görevlileri Tarafından Yasadışı Alıkonulma İddialarına İlişkin İnceleme ve Araştırma Raporu’na göre 2019 yılının Şubat ayından önce toplamda 22 kişinin yasadışı bir şekilde alıkonulduğuna ilişkin iddialar bulunuyor.

Abone ol

DUVAR - Türkiye’de devletin insanları zorla kaybetmesinin tarihi çok eski olsa da,  yaygın bir biçimde uygulanışı 80'li yılların ortasına görülüyor. En yoğun uygulandığı dönem ise 1993-1996 yılları arası.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde bir darbe girişimi gerçekleştirilmiş, 21 Temmuz 2016 tarihinde ise alınan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Anayasanın 120. maddesi uyarınca olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmişti. OHAL sonrasına denk gelen süre zarfında, Türkiye’de 1990’lı yıllardan hatırladığımız “kaybetme” yönteminin yeniden hortladığına ilişkin kamuoyunda yer alan ciddi iddialar mevcut.

Hak İnisiyatifi, 2016 Yılı Sonrası Kamu Görevlileri Tarafından Yasadışı Alıkonulma İddialarına İlişkin İnceleme ve Araştırma Raporu yayınladı.

Rapor yakınlarının yasadışı bir şekilde alıkonulduğunu iddia eden kişilerle yapılan görüşmelerden, internet üzerinde hem sosyal medya hesaplarında hem de birçoğunun Gülen Yapılanması’na yakın olduğu değerlendirilen çeşitli web sitelerinde yer alan benzeri iddialardan, konuyla ilgili ulaşabilen resmi başvurulardan ve ve son olarak Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Halkların Demokratik Partisi Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam tarafından meclise sunulan soru önergelerinden oluşuyor.

KAYIPLAR ARASINDA MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI ÇALIŞANLARI DA VAR

Rapor kapsamında ulaşılan bulgular çerçevesinde 2019 yılının Şubat ayından önce toplamda 22 kişinin yasadışı bir şekilde alıkonulduğuna ilişkin iddiaların mevcut olduğu anlaşılıyor. Açık internet kaynaklarında ilk olarak Sunay Elmas’ın 27 Ocak 2016 tarihinde yasadışı bir şekilde alıkonulduğu ve halen kayıp olduğu iddia ediliyor.

Raporda bahsedilen isimler arasında Milli İstihbarat Teşkilatı çalışanları da var. Bu isimlerden biri olan Ayhan Oran’ın eski bir MİT çalışanı olduğu söyleniyor. Oran, Yunanistan’da görev yaptığı sırada Haziran 2016’da Türkiye’ye çağrılmış, 17 Temmuz 2016’da açığa alınmış, 2 Ağustos 2016’da ihraç edildiği ortaya çıkmış. Ailesinin iddiasına göre kamera kayıtlarından 1 Kasım 2016’da saat 12.38’de Ankara’da ikamet ettiği siteden çıktığı görülmüş ve kendisinden bir daha haber alınamamış.

Yine bir başka eski MİT çalışanı, Mesut Geçer MİT’ten ihraç edildikten sonra 26 Mart 2017’de Ankara Yenimahalle ilçesi Çakırlar semtinde arabası durdurularak alıkonulduğu öne sürülüyor.

Yine raporda Diyarbakır Valiliğinin 16 Kasım 2017’de bölgede PKK ile güvenlik güçleri arasında yaşanan bir çatışma sonrası “bir işbirlikçi yakalandı” açıklamasında sözü edilen, çiftçilikle uğraşan Hıdır Çelik'ten 6 Aralık 2017 tarihinden bu yana bir daha haber alınamadığın yer verilmiş.

‘BULUNDUĞUM YERDE YEDİ HÜCRE OLDUĞUNU TAHMİN EDİYORUM’

Rapor, 2019 yılının Şubat ayı içerisinde toplam altı kişinin yasadışı bir şekilde alıkonulduğunu aktarıyor.

13 Mart 2018 tarihinde Lübnan Havalimanı’nda gözaltına alınıp Türkiye’ye teslim edilen ve DHKP-C yöneticisi olmakla suçlanan Ayten Öztürk, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 2014/105 esas sayılı dosya çerçevesinde yapılan ve tutuklu olarak yargılandığı ikinci duruşmada yaptığı savunmada resmi gözaltı tarihi ve yerinin 28 Ağustos 2018 tarihinde Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde gerçekleşmiş gibi yansıtıldığını, resmi gözaltı tarihine kadar 5,5 ay çok çeşitli ve şiddetli işkencelerden geçirilerek sorgulandığını öne sürüyor.

Öztürk; İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu savunmada kendisine işkence edenlerin her gün şu ve benzeri beyanlarda bulunduklarını anlatmış:

“Bizi devlet yetiştirdi. Burada her tür donanıma sahibiz. Kırık olsa alçıya alırız, organ yetmezliği olsa organ nakli yaparız. Tedavi eder, ayağa kaldırır sonra seanslar halinde işkenceye davam ederiz. Bu böyle sürer gider. Bunun sonu yok. Burası cehennemin dibi. Buradan kurtuluşun yok. İnsan anatomisi hakkında her şeyi biliyoruz. Profesyonelce çalışırız. Ölmezsin ama ölmek için yalvarırsın.”

Öztürk ayrıca, tutulduğu yerde kendisinden başka işkenceye maruz kalanlar da olduğunu şu sözlerle ifade etmiş:

“Bazen gün içinde, bazen de gece işkence sesleri geliyordu. Çığlık, ağlama sesleri yakından geliyordu. Hep erkek sesleriydi. Genellikle “Konuşacak mısın, abilerini çağırayım mı? Hacı Abin gelsin mi? Buradan çıkmak istiyorsan konuş” sesleri geliyordu. Orada kaç kişi gözaltındaydı bilmiyorum. Ama kapıların açılıp kapanma seslerinden 7 hücre olduğunu tahmin ediyordum. Orada gözaltında olan insanlarla hiçbir irtibatım olmadı.”

Öztürk’ün savunmasında, tutulduğu yerin ve işkence odasının fiziki şartları ile ilgili iddiaları şu yönde:

“Beni susuz bıraktıkları bir gece fenalaştım. Hücremin bir yerinden ses geldi. Kamera olduğunu anladım. 24 saat gözetleniyordum. Sabah bana zorla müdahale ettiler. Gözlerim bağlı, ellerim kelepçeli halde beni hücreme uzak olmayan revir gibi bir yere götürüp, kollarımı ve bacaklarımı esnek elastik bir şeritle bağlayıp serum verdiler. Bir yandan da gözlerimi açmaya çalıştılar. Yaklaşık 25 gün gözlerim hiç açılmamış, göz kapaklarım yapışmıştı. Bir sıvıyla gözlerimi açtılar. Işığa bakamıyordum. İlk başta buğulu bir şekilde bana müdahale edenleri gördüm. Kar maskeliydiler. Sadece gözleri görünüyordu. Revirde iki sandalye ve sağlık malzemeleri vardı. Revirin dışından ilk kez bir kadınının sesini duydum. Sanki bir işin organizasyonunu yapar gibi biriyle konuşuyordu. “Komisyon gelecek, bundan dolayı şöyle olsun....“ gibi bir şeyler söylüyordu. Hem bu kadının konuşmasından, hem de hücrenin üst katındaki mesai saatlerindeki ayak seslerinden, oranın resmi bir kurum olduğunu tahmin ettim.”

‘HERKESİN BAŞINA GELEBİLİR BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYAYIZ'

Rapor, 2019 yılının Şubat ayından önce yasadışı şekilde alıkonulduğu iddia edilen 22 kişinin akıbetine ilişkin kapsamlı ve doyurucu bir bilgiye ulaşılamadığının altını çiziyor: “Bu kişilerden bazılarının cezaevinde yer aldığına, bazılarının yaşamını yurt dışında sürdürdüğüne ve diğer bazılarının halen kayıp olduğuna ilişkin iddialar mevcuttur.”

Rapora ilişkin Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya kayıpların daha çok cemaatle ilişkilendiren insanlar olduğunu hatırlatarak, raporu soruyorum: “Her ne olursa olsun, 90’lı yıllara dönüş değil mi” diye yanıtlıyor ve şöyle devam ediyor: “Kim olduğundan bağımsız olarak ne demek insanların kayıt dışı gözaltı yaşaması, işkence görmesi… Herkesin başına gelebilir bir durumla karşı karşıyayız. Muhtemelen insanları itirafçı olmaya zorluyorlar. Mutlaka dile getirilmesi gerekiyor.”