“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerini yaban kuşlar parçalarken görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” İslam savaş tarihinin en ünlü rivayetlerinden olan bu emri Hz. Muhammed, Uhud Savaşı (H. 3; M. 625) başlamadan önce Ayneyn isimli tepeye yerleştirdiği okçulara vermiştir. Savaş sırasında Mekke ordusunun Medine ordusunu arkadan çevirmesini engelleyecek biricik önlem, 50 okçunun konuşlandığı mevkiden ayrılmamasıydı. Olmadı. Çoğunluk emre uymadı, sadece 10 sahabe kaldı o tepede. Mekke ordusunun ağırlıklarını bırakarak dağılmaya başlaması üzerine emri unutup savaş alanında ganimet toplayanlara katıldı okçuların büyük kısmı. Mekke ordusunda ise savaşa katılmayıp okçuların bulunduğu tepeyi gözleyen disiplinli bir süvari birliği vardı. Sonradan ünlü İslam komutanlarından birisi olacak olan Halid b. Velid komutasındaki süvariler tepeyi ele geçirdi ve dağılmakta olan Mekke ordusu da geri dönüp savaşı sürdürünce kuşatılan Medine ordusu için savaş alabildiğine çetinleşti. Peygamberin yaralandığı, amcası Hamza dahil önde gelen pek çok sahabenin şehit olduğu bu savaştan Müslüman algıya kalan ders "okçular tepesini boş bırakmamak" oldu. Haliyle her duruma uyarlanabilen bir metafora dönüştü zamanla. Müslüman algıya kendisini sürekli bir savunma ve mağduriyet halinde hissettiren metaforun yıldızı ise en çok 19’uncu yüzyılın sömürge karşıtı ilk siyasal İslam dalgasının yükselişiyle parladı ve günümüze taşındı.
Günümüz AKP iktidarının duygu ve düşünce dünyasını anlamayı kolaylaştıracak şey ise mecazı kavramaktan uzak, somut anlamıyla tepeyi boş bırakmamaktan ibaret kavrayışla sınırlı kaldığını bilmek olur. Bugünkü iktidar tepesinin eteklerindeki dindarlar, o savaşta Müslümanlara kaybettiren özelliğin yağma, çapul, ganimet peşine düşmek olduğunu kavramaktan uzak. Gözünü maddi kazanca dikmenin, hakkı olmayana el uzatmanın kaybettirdiğini anlamadıkları ortada. "Okçular tepesini boş bırakmamak" metaforunu somut anlamıyla kullanıyorlar. Elde ettikleri hiçbir konumu kaybetmemek üzerine her türlü zulmü, haksızlık ve gaspı norm sayıyorlar. Tarihten çıkardıkları ders, mevzi kaybetmemekten ibaret. Nitekim Bilal Erdoğan’ın Okçuluk Federasyonu başkanlığı ve spor kulübünü sportif amaçlarla değil siyasal İslam ideolojisi doğrultusunda “iktidarın askeri” olarak yönetmesi, yanlış anlamanın en açık örneklerinden. Pedagojik ilkelerden birisi, soyutlama yeteneği gelişmemiş çocukların eğitimi sırasında verilecek örnekler konusunda çok titiz seçimler yapılması yönündedir. Soyutlama yeteneği olmayan kişiler konuyu anlamaz çünkü, örnekten ibaret bir kavrayışta takılı kalır. AKP çevresindeki dindarların büyük ölçüde soyutlama becerisinin gelişmemiş olduğunu düşündüren göstergelerden birisi bu okçuluk federasyonu macerası. İbret al(a)mayan yani olayın örneklediği soyut değeri kavramadığı için değer üretme kabiliyetinden yoksun, şekilden ibaret algıya hapsolmuşluk hali.
Bugünlerde bu konu “ne alaka?” demeyin. Deprem bölgesinde yaşananlardan topluma yansıyanlar arasında “okçular tepesini boş bırakmayın, buraları boş bırakmayın” sözleri çok duyuluyor. Diyanet mensuplarından kimi tarikat ve cemaat mensuplarına kadar her söz elde edilen konumu kaybetmemek üzerine. Kızılay’ın şirketleşmesi hatta daha da önemlisi son grup konuşmasında Meral Akşener’in isabetle vurguladığı gibi paravan şirkete dönüştürülmesi, AKP dindarlığının örneklerinden. AFAD’ın akredite olmayan sivil toplum gönüllülerini deprem bölgesinde çalıştırmama kararlığı da öyle. Kendisinin yapamadığı çalışmayı başkasına da yaptırtmama iradesini yönetme becerisi sanıyor. Toplumsal dayanışmanın engellenmesi, dayanışma ruhunun yok edilmesi, mümkün olmazsa tehdit ve hakaretle sindirilmesi, o da tutmazsa suçlu ilan edilip yasaklanması, Cumhur ittifakının biricik acil durum yönetim politikasıysa altında yatan neden kaybetme korkusu. AKP seçmeninin hala iktidarı destekleyeceğine dair güveni de İslam tarihinden alınan dersin soyut değer değil somut konuşlanma olgusuyla sınırlı kalışından ileri geliyor. Özetle bu durum okçular tepesinde hala ve gerçek anlamda yağma, çapul ve ganimet hırsıyla siyasi mücadele veriliyor olmasını açıklayan örneklerden.
Son grup konuşmasıyla Erdoğan, Anayasa değişiklik teklifini gündemden düşürmediklerini ortaya koydu. Ülkeyi totaliter din devletine dönüştürecek adımların merkezine yerleştirildiği anlaşılıyor anayasa değişikliğinin. Bir kere daha başörtüsüne dolayarak 2023 hedefinin arka planını görünmez kılacağına inandığı ortada. Belki inanmaktan öte toplum yaşamını, Diyanetin desteklediği AFAD'a akredite ettirdiği bazı vakıf ve derneklerin bakış açısından ibaret din yorumlarıyla şekillendirmek için elindeki son fırsat bu seçim olarak görünüyor olabilir. 14 Mayıs olarak bir kere daha işaret ettiği seçim tarihine uyumlu referandum takvimini gerçekleştirecek şekilde Mecliste “başörtüsüyle ilgili” çalışmaların sürdüğünü belirtmesi dikkatleri çekmiştir eminim. Bundan anlıyoruz ki Erdoğan için okçular tepesi sahip olduğu iktidar ve bunu kaybetmesine yol açacak “deprem bozgunu” karşısında yenilgisini yine benim başörtümle perdeleyerek seçmen karşısına çıkmak istiyor.