Transfer döneminde yapılan transferlerin sahada neler
sergileyeceğini görmeden yorum yapmak kadar tehlikeli bir yanı yok
muhtemelen spor gazeteciliğinin. Çoğu zaman yaptığımız gibi
varsayımların havalarda uçuştuğu bir başka yanı bu da bu işin. Ama
kimsenin, olumsuz bir varsayım yapması, ya da eleştirmesinin de
mümkün olmadığı tek alan. Transfer yorumculuğunun kabul etmeyeceği
tek şey gelen futbolcu hakkında endişelerinin olduğunu ve
beğenmediğini söylemek. Zaten eleştirdiğin zaman alacağın cevap
belli: “Sen kim oluyorsun da takımın teknik direktöründen iyi
bildiğini düşünüyorsun.” Yorum yapmak, bireysel görüş belirtmek bir
anda antrenörlük lisansı almadan yapılamayan bir iş seviyesine
çekilebiliyor.
Bir de 280 karakterin sığabildiği bir alanda kişinin neyi neden
söylediğini anlamadan yargıya varanlar var, onlar da en fenası.
İlkokuldaki “Okuduğumuzu anladık mı?” bölümleri olurdu kitaplarda.
Bir yanda bir metin olur, sınıfta biri onu okur sonra da öğretmen
sınıfa sırayla tek tek sorardı soruları. Bazen zaman yetmez ödev
verirdi. Türkçe dersinin en önemli alanlarından biri buydu
ilkokuldaki. Öyle ki bugün okuduğumuzu anladık mı arkadaşlar diye
çok sık sorasım geliyor.
Elbette ki herkes okuduğundan farklı şeyler anlayabilir. Buna
itirazım yok. Bu da bir cümle içinde bir çok anlam
barındırabileceği gerçeğini ortaya koyabiliyor. Ya da anlatılmak
istenenin tam olarak iyi anlatılamadığını da. İşte burada tam
olarak sorgulayıcı düşünce yapısı öne çıkıyor, ya da çıkması
gereken an. “Aslında anlatılmak istenen ne?”, “Yazar burada ne
demek istiyor?” sorularının sorulabileceği bir an. Üstelik de
yazara direkt, “ne demek istiyorsunuz?” sorusu sorulabilecek bir
çağda yaşarken bunu yapmamayı tercih edenler var. Kesin yargılarla,
eleştiri yapanı bilmemekle suçlamaya kadar varabiliyor bu tavrın
sonu. Fazla detayına girmeyeceğim ancak en basitinden 280
karakterde, “Bu transfer yılın transferi” demediğin an linç hemen
kapınızda beliriveriyor. İnsanların bir şeyi beğenmeme özgürlüğünü
kısıtlama hakkını kim kendinde hangi cürretle bulabiliyor?
Futbolun akışan döngüsüdür transfer, bir futbolcu gelir bir
futbolcu gider. Bazen kimin geldiğine, nasıl geldiğine, neden
geldiğine, kime geldiğine, gelip de neler yapabileceğine çok fazla
takılıyoruz. Son 2 haftanın futbol dünyasında en çok konuşulması
gereken konu, takımların kimleri aldığı değil de, takımların
oynadığı maçları hangi kanaldan izleyip izleyemeyeceğimiz
olmalıydı. Yayıncı kuruluş indirim istedi haberi aslında bu ligin
marka değeri düştü demek iken, bu ligin yeni federasyonu başkanı da
ilk açıklamalarından birinde ligin marka değerini yükseltmek
gerektiği konusuna vurgu yapmışken, yayıncı kuruluştan gelen ilk
tepkinin bu olması bir hayli çarpıcı değil mi?
Bir takım Bankalar Birliği ile anlaştı. Bu ne demek oluyor?
Aslında o takım batmış da uzatmaları oynuyor demek oluyor. Bir
yöneticisinin çıkıp, başka transferler beklenmemesinin gerektiğini
söylerken aslında kulübün batık, başkanının da aslında çok da iyi
bir yönetici olmadığını ortaya koyuyor.
Yani kısaca varsayımlar üzerine kavgalar ettiğimiz oyunu
oynayacak takımlar yakında olmayacaklar belki de. Ve çok kısa bir
dönemde varsayımlar üzerine kavgalar ettiğimiz futbolcuları
televizyondan izleyemeyeceğiz bile. Şimdi okuduğunuzu anladınız
mı?