Okul arkadaşı Osman Kavala'yı yazdı: Absürd!

Harvard Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Dani Rodrik, lise arkadaşı Osman Kavala'nın tutuklanmasını New York Times'a yazdı. Rodrik, "Kavala gibi birisi tam da, Erdoğan'ın rejiminin ortadan kaldırmaya çalıştığı her şeyi temsil ettiği için hedef haline geliyor" dedi.

Abone ol

DUVAR - Harvard Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Dani Rodrik, iş insanı ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın tutuklanması hakkında New York Times gazetesi için bir makale yazdı. Rodrik, 'Türkiye'de iyi bir vatandaş hapse atıldı' başlıklı makalede, okul arkadaşı olan Kavala hakkındaki suçlamaları 'absürd' diye niteledi. Rodrik, "Kavala gibi birisi tam da, Erdoğan'ın rejiminin ortadan kaldırmaya çalıştığı her şeyi temsil ettiği için hedef haline geliyor: Canlı ve bağımsız bir sivil toplum, entelektüel çeşitliliğe karşı hoşgörü, Kürtler ve diğer azınlıklara kültürel otonomi, yurtdışındaki hükümetler dışı ağlarla işbirliği" ifadelerini kullandı.

"Erdoğan'ın sert yönetiminde Türkiye'nin dönüştüğü şey bu. Ülkenin yaratıcı ve yenilikçi beyinleri, sadece sadakati ödüllendiren ve bağımsızlığa çok az hoşgörü gösteren bir rejimin tehdidi altında" diyen Rodrik, makalesine şu ifadelerle son verdi: "Dostum için kısa süre içinde serbest bırakılmasını diliyorum. Fakat Türkiye'nin kendi düşünürleri, gazetecileri ve aktivistleri için bir hapishane haline geldiği gerçeği yakın zamanda değişmeyecek."

Makalenin tercümesi şöyle:

'ANTEP'TE KÜLTÜR MERKEZİ KURACAKTI'

"Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın gerçek ve hayali düşmanlara karşı kapsamı sürekli genişleyen baskısı tuhaf seviyelere ulaştı.

Türkiye'nin en önde gelen işadamlarından ve sivil toplum aktivistlerinden Osman Kavala 19 Ekim'de, İstanbul'daki bir havalimanında gözaltına alındı. Çarşamba günü bir mahkeme onu, hükümeti devirmeye ve 'anayasal düzeni kaldırmaya' çalışmakla suçladı.

Uzun boylu, karizmatik, dağınık kıvırcık saçlı bir adam olan Kavala, ülkenin çeşitli çatlaklarını onarma amacıyla yorulmaksızın yaptığı çalışmalarla, Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu'nun çeşitli bölgelerinde çok iyi tanınıyor.

Kavala [gözaltına alındığı sırada] yaklaşık 350 bin Suriyeli sığınmacıya evsahipliği yapan Gaziantep'ten dönmüştü. Sığınmacıları yerel halkla entegre etme amaçlı bir kültür merkezinin kuruluşu için gitmişti Gaziantep'e.

Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise hiç vakit kaybetmeden, hakkındaki suçlamalar henüz netleşmemişken, Kavala'yı ismini anmadan hedef aldı; ona 'Türkiye'nin Soros'u' dedi. Bu isimlendirme, Erdoğan'ın destekçileri arasında yaygın olan ve George Soros'u Türk değerleri ile ulusal bağımsızlığın altını oyma amaçlı mekanizmalarla ilişkilendiren komplo teorileriyle uyumlu. Erdoğan, "STK temsilcisiydi, medya mensubuydu, güzel vatandaştı gibi güzellemelerle hedef saptırmaya çalışılıyor" dedi.

'TEK SUÇU SİVİL TOPLUM GİRİŞİMLERİ'

Türkiye Cumhurbaşkanı aynı zamanda Kavala'yı, ABD'de yaşayan İslamcı dinadamı Fethullah Gülen'le bağlantılı olduğu iddiasıyla 4 Ekim'de tutuklanan Amerikan Konsolosluğu çalışanı Metin Topuz ile de ilişkilendirdi. Erdoğan Gülen'i ve destekçilerinin oluşturduğu şebekeyi (haksız da olmayarak) Türkiye'de Temmuz 2016'da düzenlenen başarısız darbe girişiminden sorumlu tutuyor.

Ve Erdoğancı haber medyası da, Kavala'yı şeytanlaştırmak için koordineli görünen bir kampanyaya girişti. Onu Gülencilerle işbirliği yapmakla suçlamanın yanı sıra Amerikan ve Avrupa çıkarlarının bir ajanı olmak, 2013'teki Gezi Parkı protestolarını örgütlemek, tanınmış bir mafya üyesiyle bağlantılı olmak, Kürt eylemcilere yardım etmek gibi şeylerle de itham ettiler.

Kavala hakkındaki suçlamalar absürd. Onun tek suçu, etnik Türkler ile Kürt ve Ermeni kardeşleri arasındaki tarihsel ayrışmaları onarmak adına kültürel faaliyetler ve sivil toplum girişimleri örgütlemekten ve Türkiye'yi Avrupa, İran ve Ermenistan gibi komşularına yaklaştırmaktan ibaret.

'HEYECANI BULAŞICIYDI'

İstanbul'da büyüyen gençler olarak Kavala ve ben sınıf arkadaşıydık. Okuldayken toplumsal davalara duyduğu ilgiyle sivrilmişti; işleri daha iyi hale getirme ihtimaline dair bulaşıcı bir heyecan yayıyordu.

O yıllardan bir diğer sınıf arkadaşım, ilginç bir dilbilimci ve yazar olan, mevcut ve geçmişteki Türkiye hükümetlerini eleştiren Sevan Nişanyan da Ocak 2014'te hapse atıldı. Eski bir kasabada yaptığı inşaatta yasaları ihlal etmekten hüküm giydi. Fakat esasında rejimi sinirlendiren şeyin, Kemalizm'den İslam'a, Türkiye'nin kurucu ideolojileri hakkındaki sert yorumları olduğuna dair pek az şüphe vardı.

Nişanyan 14 Temmuz'da Yunanistan'a kaçtı. Twitter'daki profil resmini uçan bir kuşla değiştirdi be şu tweet'i attı: "Kuş uçtu. Darısı geride kalan seksen milyonun başına."

'AHMET ŞIK DAVASI ABSÜRTLÜĞÜN KANITI'

Erdoğan'ın sert yönetiminde Türkiye'nin dönüştüğü şey bu. Ülkenin yaratıcı ve yenilikçi beyinleri, sadece sadakati ödüllendiren ve bağımsızlığa çok az hoşgörü gösteren bir rejimin tehdidi altında. Erdoğan'ın dilindeki hedefleri Gülen'in destekçileri. Gülen'le bağlantılı olduğundan şüphelenilen onbinlerce kişi, çok az yasal prosedüre uyularak, görevlerinden alındı veya hapse atıldı. Fakat Kavala'nın davasında da görüldüğü gibi, Erdoğan'ın sınırı yok.

Türkiye cumhurbaşkanının baskısının absürdlüğü ve rezilliği, solcu bir araştırmacı gazeteci olan Ahmet Şık'ın davasında açıkça ortaya konuyor. Şık 2011'de, Gülen hareketi üzerine yazdığı bir kitapla adını duyurdu. O dönemde Erdoğan, laik subaylar, gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçiler hakkında kanıtlar uyduran Gülenci polis ve savcılarla anlaşma içindeydi.

Benim kayınpederim olan emekli orgeneral Çetin Doğan da mağdurlardan biriydi. Ergenekon ve Balyoz adı verilen sözde davalarla tutuklanmış yüzlerce kişiyle birlikte, Erdoğan'a karşı darbe planlama suçlamasıyla dört yıl hapiste tutuldu. Eşim ve ben mahkeme belgelerini değerlendirip, bu davalarda Gülencilerin kullandığı kanıtların uydurma olduğunu belgeleyebildik.

Ahmet Şık 2011 tarihli kitabında, Gülencilerin kendilerini bürokrasiye nasıl yerleştirdiğini ve muhaliflerine karşı yaygın biçimde bu tarz kirli numaralar çevirdiklerini anlatıyordu. Hızla hapse atıldı. Bir yıl sonra serbest bırakılmasının ardından da Erdoğan'ın suç ortaklığı, yolsuzluğu ve artan otoriterliği hakkında lafını esirgemedi. Geçen aralıkta, başarısız darbeden beş ay sonra yeniden hapse atıldı. Bu kez, Gülen hareketi adına propaganda yapmakla suçlanıyordu.

Muhalefet - laiklerin yanı sıra Aleviler ve Kürtler gibi dini ve etnik azınlıklar- Erdoğan'dan hiç hoşlanmıyor. Fakat ülkenin muhafazakâr Sünni merkezinde çok seviliyor.

Nisan ayında, cumhurbaşkanlığının yetkilerini büyük ölçüde artıran anayasa referandumunu kılpayı kazandı. Bu kılpayı zafer ülke için büyük farkla kazanmasından daha kötü bile olmuş olabilir. Cumhurbaşkanı, iktidara sadece baskı yoluyla tutunabileceği sonucuna varmış görünüyor.

Erdoğan'ın stratejisi, nüfusunun yarısının sıkı desteğini sürdürebilmek için Türkiye'yi bölmek yönünde. Ülkeyi var olduğu belirtilen yabancı düşmanlara karşı teyakkuzda tutmak ve milliyetçi-dini tutkuları alevlendirmek, tabanını mobilize ediyor. Bu tavır aynı zamanda, hepsi de gayet milliyetçi olan muhalefet partilerini nötralize ediyor. Bu partilerin Avrupa veya ABD'ye pek sevgi göstermesi beklenmediği gibi, aynı zamanda Kürt isyancılara karşı savaşta güvenilir birer müttefik teşkil ediyorlar.

Kavala gibi birisi tam da, Erdoğan'ın rejiminin ortadan kaldırmaya çalıştığı her şeyi temsil ettiği için bir hedef haline geliyor: Canlı ve bağımsız bir sivil toplum, entelektüel çeşitliliğe karşı hoşgörü, Kürtler ve diğer azınlıklara kültürel otonomi, yurtdışındaki hükümetler dışı ağlarla işbirliği.

Geçen hafta, aralarında Uluslararası Af Örgütü'nün direktörünün de bulunduğu bir dizi insan hakları savunucusu, 'silahlı terör örgütlerine yardım etmek' suçlamasıyla hapiste birkaç ay geçirdikten sonra serbest bırakıldı. Dostum için de kısa süre içinde serbest bırakılmasını diliyorum. Fakat Türkiye'nin kendi düşünürleri, gazetecileri ve aktivistleri için bir hapishane haline geldiği gerçeği yakın zamanda değişmeyecek."

MAKALENİN İNGİLİZCE ORİJİNALİ