Paranın, futbol romantikliğine karşı savaşında at başı değil, açık ara üstün olduğu dönemler yaşıyoruz. Başarı parayla, para başarıyla sarmaş dolaş geziyor. Her taraftar artık biraz maliyeci mesela. Transfer harcamaları, oyunculara verilen ücretler, kulüpleri taraftarlarına yakıştırdığı müşterilik… Say say bitmez. Oyuncular, aldıkları astronomik ücretlerin karşılığını iyi oyunla değil, sadece ve sadece galibiyetle vermek zorundalar. Çünkü taraftarın gözünde bile bu galibiyet kulübün, galibiyet başına kasasına giren para demek. Şampiyonlar Ligi’ne gidememek mesela, o eşsiz atmosferi ve müziği dinlemekten men olmak değil artık müşteri taraftarın gözünde. Başta ayakbastı parası olmak üzere beraberlikten bile gelecek paranın elde edilememesi.
Ne diyordu ‘Dar alanda kısa paslaşmalar’da. Hayat fena halde futbola benziyor gerçekten. Hayatta neye önem veriyorsak futbolda da ona önem veriyoruz: Para ve başarı. ‘Nereden çıktı şimdi bu’ demeyin. Tabii ki geç kalınmış bir Olcay Şahan yazısından çıktı. Yaptıkları, yapacakları, kattıkları, verdiği ruh, enerji göz ardı edilip, ‘Oynamıyor ki nasılsa, boşuna para vermeyelim’in kurbanı eski Beşiktaşlı ya da belki de hep Beşiktaşlı ama şu an sorsanız öz be öz Trabzonlu Olcay Şahan’dan.
Hani bir şarkı vardı. “Endüstriyel futbol sarmış dört bir yanımı, baktığım her yerde dolar duruyor, ben buna katlanmak istemesem de, bana her şey onu hatırlatıyor.” Meşhur şarkımızın sözleri böyle değildi tabii ki ama dizlerle bu şekilde oynasak sanırım sorun olmaz günümüzü açıklamak için.
TÜM FATURA FUTBOLCUYA
İşte bu para körleşmesi tek açıdan bakma zorunluluğunu getiriyor. Mesela oynayamayan oyuncu ki bu çoğu zaman hoca tercihiyle oluyor -sanki kulübün kasasına dadanmış bir hırsız gibi algılanıyor. Daha önceki ‘Ah şu pis futbolcular yok mu pis futbolcular’ başlıklı yazımda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım gibi sanki bu futbolcular yöneticilerin boğazına basarak bu sözleşmeleri imzalamışlar, hocası şans verse bile oynamamayı kendi seçmiş gibi davranılıyor. Halbuki öyle değil kazın ayağı. Yanlış planlamaların suçlusu yöneticiler olması lazımken, fatura adresinde hep oyuncunun meskeni yazıyor. Öyle ki bir takım olabilmenin tek yolu atılan goller ve alınan galibiyetler olarak görülüyor. Ama değil. Hatta tam aksi. Eğer sizi takım yapan Temel taşları yere sağlam koyarsanız, başarı da para da geliyor.
O PARA VAR YA BİRLİKTE OLMADAN GELMEZ
Amacım romantiklik deryasında boşa kulaç sallamak değil. Hatta bizzat aralarında olmasam da maliyeci taraftara sesleniyorum. O kasanıza giriş çıkışını an be an sorguladığınız para var ya takım olmadan o kasadan içeri giremez. İşler iyi giderken kimse Olcay gibileri aramaz. Hatta taraftar bile çoğu zaman ‘Aman artık modası geçti. Ne bir asist yapıyor ne de gol atıyor. Satın gitsin’ der. Lakin acil durumda kırılacak camdır Olcay Şahan ve onun gibiler. Takımdır kısacası. Ruhtur. Sahaya çıkmasa bile gülmekten, takımına destek vermekten geri durmaz. Bunun değerini parayla pulla ölçemezsiniz. Takımın tutkalı, temel direğidir yani.
O sebepledir ki Beşiktaş’ın ara transfer dönemindeki belki en kritik hamlelerinden biri oldu Olcay Şahan’ın Trabzonspor’a satılması. Hala görece genç, hala oldukça iştahlı ama sendelediğinde hala düşme ihtimali yüksek bir takım Beşiktaş. Peki, o sendelemede hangi koltuk değneğini kullanacaksınız? Tabii ki Olcay Şahan’ı. Onun esprilerini, takım arkadaşlarının dar durumda bile yüzünü güldüren enerjisini, sahadaki isyanını, verdiği mücadeleyi...
'AKLI GİT, KALBİ KAL' DEDİ
Kabul edelim ki Bilic’le başlayan süreçte Olcay, etkili bir kanat oyuncusundan iki üç adım geriye gitti. Yine reddedemeyiz ki Şenol Güneş yönetiminde futbol olarak üstüne bir şeyler koyma konusunda takım arkadaşlarının biraz gerisinde kaldı. Yaptıkları, şampiyonluğa katkısı, tutkal rolü unutuldu. Siyah beyazlı tribünler, hiçbir önemi olmayan bir hazırlık maçında ıslıkladı onu. Kırılma da böyle başladı.
Çalıştığı tüm teknik direktörlerin ‘Kocaman yürekli’ dediği Olcay’ın kalbi kırılmıştı. Ama dayısından miras Beşiktaşlılık, takım arkadaşlarına olan saygı ve sevgisiyle aldırmaya çalıştı kırıklarını kalbinin. Hiç sorun etmedi denemez, kafasında binbir türlü soru işareti geziniyordu artık. Belki de ayrılma vakti geldiğine ilk orada karar vermişti. Fakat yine de aklıyla mantığı ters düşmüştü. Aklı git, kalbi kal diyordu. Ufacık bir sırt sıvazlama yetecekti belki ama beklediği kadar sıcak bir eli bulamadı. ‘Arkadaş gibi değil kardeş gibiyiz’ dediği takımdan yavaş yavaş kopuyordu.
AYNI SENARYO: FEDA’DAN TRABZON’A
Ve ‘Nasılsa oynamıyor’ nidaları arasında bir Trabzon uçağında buldu kendisini. Kelimenin tam anlamıyla da Trabzon’da buldu kendisini. Yeniden kendisine güvenildiğini hissetti. Feda sezonunda geldiği Beşiktaş gibi bir Trabzon vardı önünde. Dağınık, potansiyelli ama henüz oturmamış. O da ilk yılındaki gibi oynamaya başladı. Kopuk olan bordo ile mavi arasında kısa sürede en sağlam köprü oldu. Sahada kolbastı da oynadı, çalkalanan takım içi dengelerinin sabitleyicisi de oldu. Yani sadece kendi oldu Olcay Şahan. Para, para diye tutturanların karşısına dikildi bir kez daha. Ve olanca gücüyle haykırdı. “Ne para, ne başarı takım olmadan, birlikte omuz omuza dayanışmadan gelmez.”