Bağdat’ta Amerikan işgalinin nişanesi Yeşil Bölge’deki yangını 60 dakikada söndüren cümle; “Ölen de öldüren de birdir, ateştedir." Sadr’dan sadır oldu. Tashihi sonradan geldi; “(Elinde silahla) ölen de öldüren de birdir, ateştedir.”
Bereketli toprakların çocukları, ölenlerin yasını tuttukları kadar diriler üzerine titreseydi Irak daha az ağlardı. İki nehrin kaynağında olduğu gibi kollarında da hem ölen kutsanır hem öldüren. Kutsamayana da lanet edilir. Aslında asıl lanet budur. Konuşarak, dinleyerek, hazmederek ve uzlaşarak birlikte yaşamı mümkün kılmanın bir yolunu bulamayanların savaş ve kandan başka kutsayabilecekleri ne var ki?
Irak ölümün kıyısında, her defasında üç beş evladını ipe veriyor, kendisi bir şekilde ipten dönüyor. Sadece işgalin deli gömleği giydirdiği mezhepçi sistem ya da İran ve ABD başta olmak üzere bölgesel ve küresel aktörlerin Irak’ı bir hesaplaşma sahnesine çevirmesinin yarattığı yönetememe krizi değil bu. Bir kültür krizi aynı zamanda.
***
Şii lider Mukteda el Sadr ile rakip Şii partileri buluşturan Koordinasyon Çerçevesi arasındaki uzlaşmazlık yüzünden ülkede Ekim 2021 seçiminden beri hükümet kurulamıyor.
Uzun restleşmelerin ardından 29-30 Ağustos’ta Sadr siyaseti bıraktığını açıklayınca taraftarları Yeşil Bölge’yi bastı, çatışmalar çıktı; 23 ölü ve 700 yaralıyla Irak’ın meşum sayfalarına bir yenisi eklendi. Artık yayınlarda uzun uzadıya Sadr portreleri okuyabilirsiniz.
Sadr, Saddam’ın öldürdüğü ailesindeki ayetullahların bıraktığı hürmetkâr mirası, öngörülemez tarzıyla birleştirip kendini siyasi denklemin mihenk taşına oturttu. 2003’ten itibaren inanılmaz çıkışları ve çekilişleriyle her seferinde siyaseten bittiğini düşündürttü. Daha da güçlenerek döndü.
2019’dan itibaren yozlaşmış partilere karşı biriken öfkeyle yelkenlerini şişirdi. Dış müdahaleye karşı tepkileri satın aldı. Iraklılık vurgusunu siyasi çizgisinin merkezine aldı. İşgal, mezhepçi savaşlar, yeni muktedirlerin talancılığı, Saddam’dan sonra küçük Saddamlar, El Kaide ve IŞİD’in yükselişi derken sıdkı sıyrılan Iraklılar arasında dış müdahaleleri reddeden milliyetçi bir damar kabarıyor. Bir mollanın dinsel kelamı ve cübbesiyle bu söylemleri birleştirmesi toprağın mayasına uygun bir ivme yarattı. Bunun için Sadr’ın aileden gelen bir sermayesi de var. Kayınpederi Büyük Ayetullah Muhammed Bakır el Sadr ve babası Büyük Ayetullah Muhammed Sadık el Sadr, Irak’ı terk etmeden zulme direnerek canlarından olmuş dini liderler. Sadr’ın üzerinde dans ettiği çizgi Fars’ın Şiiliğine karşı Arap Şiiliğini, ekol olarak Kum’a karşı Necef havzasını öne çıkartırken buradan Irak merkezli siyasete ‘dinsel bir milliyetçilik’ de devşiriyor. Iraklılık yeni Irak’ın müzmin çıkmaz ve sorunlarına yanıta dönüşüyor.
Sadr bu iklimde Ekim 2021 seçiminden 73 vekille birinci çıktı.
***
Çoğunluk hükümeti kurmak istiyordu; bunun için Kürt cephesinden KDP’ye cumhurbaşkanlığını, Sünni kanattan Muhammed el Halbusi’ye meclis başkanlığını veriyordu. İran destekli grupları da barındıran Koordinasyon Çerçevesi yargıyı devreye sokarak cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık seçiminin yolunu kapattı. Nihayetinde Sadr erken seçimi zorlamak için vekillerini istifa ettirdi. Ama müstafilerin yerini ikinci sıradaki adaylar aldı ve Koordinasyon Cephesi 40 ilave koltukla meclis çoğunluğunu ele geçirdi. Karşı taraf hükümet kurmakta ısrar edince Sadr meclisi işgal ettirdi. Ulusal diyalog çağrılarına da yanaşmadı. İran’ın uzlaştırma çabaları sonuç vermedi.
Temelde hemen bir iki noktayı vurgulamak lazım:
-Çoğunluk hükümeti kurduktan sonra Sadr hakim siyasi partiler ve bunlara güç veren milislere darbe vurabilir. Bürokrasi, ordu ve ekonomik alanlardaki parselleri yok edilebilir. Bu korku kavganın altında yatan en önemli faktör.
- İran meseleyi ‘direniş ekseni’ni sağlam tutma hedefine bağlıyor. O yüzden Haşd el Şaabi’yi dağıtacak ve Şii kazanımlarını zayıflatacak tek taraflı bir Şii iradesini tehlikeli görüyor. Bu da krizin dış çerçevesi.
- Sadr’a rakip cephedeki beş gruptan ikisini direkt İran’a bağlamak mümkün ama Nuri Maliki’nin tercihlerini 'küçük Saddam’ benzetmesini hak eden kendi hırslarıyla izah etmek gerekebilir. Diğer iki grup orta yolcu. Yani Şii evi yekpare değil.
Uzlaşma olmazsa Sadr Hareketi’ni askeri güçle yok etme planları yapıldığı ancak İran’ın farklı kurumları arasında uyumsuzluklar çıktığı, yola gelir beklentisi ile bu planların Sadr’a gösterildiği de fısıltı gazetesine sızdırıldı. Sadr bu durum karşısında tüm taraflara 72 saat süre tanıyıp Sadr Hareketi, ona bağlı Saraya Selam milisleri dahil bütün parti ve milis güçlerinin dağıtılması, meclisin feshedilmesi ve yeni bir sayfa ile erken seçimlere gidilmesini öngören bir teklif sundu. Sürenin bitiminde de umulmadık yerden taş geldi.
***
Sadr Hareketi’nin ruhani lideri konumundaki Büyük Ayetullah Kazım el Hairi 29 Ağustos’ta sağlık ve yaşlılık gerekçesiyle merciiyet makamını bırakırken takipçilerini İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e bağlılığa çağırdı.
Kerbela doğumlu olup İran’da yaşayan Hairi’nin takipçilerinin büyük kısmının Sadr Hareketi’nin tabanında olduğu düşünüldüğünde bu, Sadr’ın altındaki halıyı çekme hamlesi sayılabilir.
Necef havzası İran’ın siyasi ve dini vesayetini (velayet-i fakih) kabul etmezken Hairi’nin verdiği istikamet güncel siyasi restleşmenin çok uzağında ele alınamaz. Bu tutum Sadr’ın siyasi çizgisine altın vuruş olarak görülebilir.
Eğitimini 2014’ten beri Tebrizli Büyük Ayetullah Cafer Sobhani'nin rehberliğinde sürdüren Sadr, henüz mercii olduğunu ilan edebilecek sıfatları taşımıyor. Birkaç kez siyasete ara vermesinin arkasındaki saik de dini eğitimini tamamlayıp babasının Bakır el Sadr’dan alıp Hairi’ye bıraktığı mirası devralacak noktaya gelmekti.
Sadr İran kaynaklı olduğunu düşündüğü Hairi manevrasına daha radikal bir manevra ile yanıt verdi. Sadr siyaseti tamamen bıraktığını, Sadr Hareketi’nin askeri, siyasi ve ekonomik kurumlarını kapatma kararı aldığını duyurdu. Ayrıca hareket adına faaliyet yürütülmesi, sloganlar atılması, bayrak kullanılması ve açıklama yapılması yasaklandı. Yeşil Bölge’yi işgal bu kararlar üzerine kontrolsüz bir şekilde başladı. Fakat 30 Ağustos’ta Sadr’ın “Ölen de öldüren de birdir, ateştedir" diyerek taraftarlarını evlerine döndüren müdahalesi gösterdi ki Irak siyasetinde siyasete veda imkânsız. Bu başka şeyleri de ortaya koydu:
- Sadr kanlı sürece 60 dakikada son vererek kitlesi üzerindeki etkisinin sürdüğünü, hatta büyüdüğünü gösterdi.
- Vekillerini istifa ettirmiş olsa da mecliste olmaksızın masayı devirebileceğini kanıtladı.
- Manevralarıyla Irak’ta neyin olmayacağını sergiledi...
***
Peki şimdi ne olacak?
Koordinasyon Cephesi madem Sadr siyaseti bıraktı, o halde biz de meclisi toplayıp yeni hükümeti kurup seçim yasasını yeniden yazıp (gerekirse) sandığa gideriz havasına girdi. Sadr’ın yokluğunda statükonun devamını temin eden bir yönelim bu. Sadr Hareketi’nin olmadığı mecliste seçim yasasında düzenleme Sadr’ın aleyhinde olacak. Sadr buna karşı yeniden Yeşil Bölge’ye döner mi, dönebilir. Cumhurbaşkanı Berhem Salih erken seçimin yegâne çıkış olduğunu söylüyor. Kazımi’nin ulusal diyalog toplantısına katılanlar da bu noktaya gelmişti. Ama pek çok siyasi kanat, sistem değişmezse sonucun aynı olacağını söylüyor.
Koordinasyon Çerçevesi dışında Kürtler ve Sünniler de mevcut paylaşım sisteminin avantajlarını yitirmemek için sistem değişikliğine yanaşmayabilirler. Sandık fikri öne çıkıyor ama seçime yeni bir hükümetle mi yoksa Kazımi ile mi gitme konusunda da bölünme var. Yeni hükümet zaten kurulamadığı için ülke iç savaşın kıyısında.
İran ve ABD eskiden olduğu gibi örtülü mutabakatlarla kavgalı yakaları bir araya getirebilir mi?
Nükleer anlaşma imzalanır da ortam yumuşarsa yeminli düşmanlar kendi çıkarlarını temin için Irak’ı yeniden rotaya sokabilir. Fakat Sadr'ın temsil ettiği çizginin Amerikan ve İran nüfuzuna itiraz eden dalgada yükseldiğini hatırlatalım. Irak’ın Arap komşuları da diplomatik tecridi bitirip Şii kanallarla temaslar kurmaya başladıklarından kolaylaştırıcı rol oynayabilirler. Türkiye Bağdat’ta şu sıralar istenmeyen aktör. Ama Sünni hamurunu yoğurmada iş düşebilir.
***
Tabii Irak ikide bir cehennem yolculuğuna çıktığı için acaba parçalanır mı senaryoları temcit pilavı gibi ısıtılıyor. 1990’larda Turgut Özal’ın "Saddam’ın işini bitirelim, Musul ve Kerkük’ü çevirelim, Misak-ı Milliye dönelim" diye hayalleri vardı. Birinci Körfez Savaşı’nı takiben uçuşa yasak bölge, Kürdistan’ı ABD’nin himayesinde yeni yolculuğa çıkardı. Özal’ın hayali de kadük kaldı. 2003’ten sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin anayasal çerçeve kazanmasıyla Kürtler Bağdat’a döndü. Bu, parçalanma senaryosuna metin yazanları ters köşeye gönderen siyasi bir mimariydi. ABD, Irak siyasetini Kürt kartı olmadan kuramayacağı için Kürtleri hala Bağdat’ta istiyor. İşgal yıllarında Sünni isyan patlak verdiğinde bu sefer Sünni Üçgeni’nde Türkiye’nin himayesinde “Sünnistan”, güneyde İran’ın güdümünde bir “Şiistan”, kuzeyde ABD’nin himayesinde Kürdistan diye Irak’ı üçe bölen cin fikirliler çıktı. IŞİD cehennemi Sünni, Şii ve Kürt yakasını yeniden bir araya getirdi. Şimdi Erdoğan 30 km derinliğinde bir tamponla Suriye ve Irak’ın kuzey şeridini çevirecek hesaplar peşinde. Haliyle akla şu soru geliyor: Irak’ı parçalama senaryosu devreye girerse Özal’ın Musul-Kerkük hayalleri Erdoğan’ın düşlerinde yürür mü?
Heyecana kapılmadan sadede gelelim: ABD’nin istediği bu değil. İran’ın istediği de bu değil. Irak’ta ülkeyi cehennemin kapısından döndürecek güce sahip bir İranlı daha var: Necef havzasının en büyük taklid mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani. Irak’ın birliği için birkaç kez hayati dokunuşlar yaptı. Ve Sistani henüz sözünü söylemedi.