Olimpiyatlar: Cool

Belli ki, Yusuf Dikeç yıllarca çalışmış, mücadele etmiş, odaklanmayı öğrenmiş, nefesini kontrol etmeyi öğrenmiş ve tüm bunları bir duruş ile birleştirmiş, işte insanlara cool gelen öncelikle sahnede görünmeyen ama kişinin soğukkanlılığında bedenleşmiş olan bu büyük çaba. 

Osman Özarslan osmanozarslan@gmail.com

"Rol yapıyor da olsa samimi de olsa
hiç bir erkek, takındığı tavrın aslında,
kuşaklardır süre gelen bir savaş pozu olduğunu
söylemeye zahmet etmez asla."  Elvis Presley(1)

***

“Hiçbirimiz kendimiz değiliz,” dedi Galip, bir sır verir gibi fısıldayarak. “Hiçbirimiz kendimiz olamayız. Herkesin seni bir başkası olarak görebileceğinden hiç kuşkun yok mu senin? Kendin olduğundan o kadar emin misin sen? Eminsen, kendin olduğuna emin olduğun o kişinin kim olduğundan emin misin?”  Orhan Pamuk, Kara Kitap

***

Yusuf Dikeç, olimpiyatların Türkiye'de ve dünyada en fazla konuşulan, moda deyimle ikonik fenomeni haline geldi. Elleri cebinde aldırmaz, soğukkanlı, kararlı duruşu, kısa sürede poz haline geldi ve olimpiyatlardan başlayarak pek çok sporcu, sanatçı ve youtuber tarafından taklit edildi.

Peki nedir Yusuf Dikeç'i böylesine ikonik kılan şey?

Bana göre Yusuf Dikeç'i ikonik hale getiren, onun dünyanın geçirdiği dönüşümler içerisinde, günümüz için yeni cool'u işaret etmesiydi.

Peki cool nedir?

Bunun tam belirli bir tanımı yok, dahası cool’u sabitleyen belirli bir kerteriz de yok, bir şeyi gördüğümüz de ona cool diyoruz ama bu da tarihsel, kültürel olarak son derece değişken bir şey. Cool’ un göstergesi değişse de, onu kimi temalar üzerinden takip edebilmek mümkün. Pek çok araştırmacıya göre, cool Afrika kökenleri olan bir mefhum. Yarubalar gibi Afrikalı kabiler için cool, karakter sahibi bir duruş demek ve yaşamın diğer alanlarını birbirine teğelleyen bir tutum. Afrikalı kölenin vermiş olduğu haysiyet mücadelesinin blues üzerinden müziğe ve bedensel duruşa, mimiklere aktardığı bir tavır. İtalyanlar için, sprezzatura (küçümseyici alaycılık, sarkazm), İspanyollar için ölümle burun buruna olma bakımından matador. Başka dillere çevrilmesi pek mümkün olmayan Cool kelimesinin modern dünyada şimdiki anlamıyla ne zaman, nerede, kim tarafından kullanılmaya başladığına ilişkin kesin bir bilgi de yok ama konuya ilişkin pek çok şehir efsanesi var. Bunlardan en bilineni, 1950'li yıllarda blues çalınan barların, salaş, köhne, dumanaltı ortamlarında içeride temiz hava sirkülasyonunu sağlamak için sürekli açık tutulan pencerelerinden, içeriye giren serin havanın oluşturduğu serin, sisli-puslu ambianstan cool’un doğduğuna ilişkin hikaye.

1950'lerde hipsterlar, 1960'larda hippiler, 27'lik şehitlerde mücessem roc'n-roll beat kuşağı, 68'den sonra devrimci isyancılar, 80'lerde punkçılar, 90'lar ve 2000'lerden sonra gangsta rapçiler ve Hollywood ya da Avrupa sinemasında her daim bulunmuş James Dean, Marlon Brando, Robert De Niro gibi isyankar cool'lar. 50'lerde sinek kaydı traşlı, 60'larda kıllı, 70'lerde güneş gözlüklü, 80'lerde kazınmış ya da diken diken mohikan saçlı cool tipler.

Sonuç olarak baktığımızda, cool dediğimiz şeyin belirli bir ikonografisi yok, cool belirli dönemde, belirli yerleşik toplumsal ilişkiler içerisinde ortaya çıkan bir tutumun adı. Bu yönüyle D.Pountain ve D.Robins, bütün bu cool tipolojilerden yola çıkarak, cool mefhumunu ortak kesen üç temel öğe belirliyorlar. 1- ironik narsistik kişilik, 2-aldırmazlık, 3- keyif(çilik).

***

Pountain ve Robins  “Cool Bir Tavrın Anatomisi” isimli çalışmalarında, cool kişiliğe dış görünümünü veren, soğukkanlılık, aldırmazlık, narsistiklik gibi özelliklerin arka planında, ya doğuştan gelen bir yetenek ya da büyük bir savaşçı disiplini olduğunu söyler. Özellikle, sanatçılar ya da sporcular söz konusu olduğunda bu durum bilhassa böyledir. Pountain ve Robins bu durumu Muhammed Ali’nin sanki tanrılar tarafından esmer bir kayadan yontulmuş gibi soğukkanlı cool duruşu üzerinden anlatırlar. Muhammed Ali, sanki öyle doğmuş gibi, tanrının bir hikmeti, bir hediyesi gibi öyle duruyor olsa da, aslında arka planda yıllara yayılan acı dolu bir çalışma programı ve buna eşlik eden disiplinli bir beslenme rejimi vardır(2).

Dolayısıyla, cool bir bakıma inşa edilen de bir şeydir.

Ama Türkiye tarihine bilhassa sanat ve spor tarafından baktığımızda, cool  inşa pek mümkün değil. Türkiye, dünyanın 17. büyük ekonomisi, gene nüfus bakımından 17. büyüklükteki ülkesi ama Paris olimpiyatlarında, Kenya, Santa Lucia, Fas, Uganda, Bostvana, Şili, Dominik gibi ülkelerin ardından 68. oldu. Türkiye, 1936-2024 arasında (41 altın, 29 gümüş, 41 bronz) 111 adet madalya kazanmış, bunlardan 68 tanesi güreşte, diğerleri de genelde, halter, boks ve judo gibi dövüş sporlarından kazanılmıştır.

Hem sanatta (örneğin Eurovizyon) hem de sporda yaşanan uluslararası başarısızlıklar ise genelde hakemlere, Türkiye’yi çekemeyen dış güçlere, uluslarası şebekelere, masonlara fatura edilmiştir. Sonuçta, “Almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık” diye özetlenebilecek bir yakın tarihimiz olduğu için bunun da yıllarca gideri oldu ama geride elbette eziklikten mülhem travmalar kaldı.

Aslında, Türkiye’nin uluslarası spor ve sanat etkinliklerinde başarısının neden imkansız olduğunu anlamak için geçtiğimiz yıl yaşanan, Seçil Erzan, Fatih Terim, Arda Turan olayını, çeteleşmiş menajerlerin kulüpleri koparmak için, antrenörler ve siyasilerle el ele ne tür dolaplar çevirdiğini hatırlamak yeterli ama konumuz şimdi bu değil.

Belli ki, Yusuf Dikeç yıllarca çalışmış, mücadele etmiş, odaklanmayı öğrenmiş, nefesini kontrol etmeyi öğrenmiş ve tüm bunları bir duruş ile birleştirmiş, işte insanlara cool gelen öncelikle sahnede görünmeyen ama kişinin soğukkanlılığında bedenleşmiş olan bu büyük çaba. 

***

Artık dünya değişti, toplumsalın ve kolektivitenin vasatı olarak temsil edilen devlet 'adam'larının yerini, adamların devletleri aldı ve devletler, o jilet reklamındakine benzer bir bıçkınlıkta “ne diyorsak o” kıvamında yönetilmeye başlandı. Orban, Mondi, Trump, Maduro, RTE, Milei derken liste uzayıp gidiyor.

Yani ister otoktratik rejimler diyelim isterseniz post-truth en genel anlamıyla sosyalliğin, narsistik kişilik bozukluğu lehine tasfiyesi demek olan yaşadığımız şu tuhaf dünyada, cool bir ikon ile fantezi ve arzular düzeyinde özdeşleşilen bir fetiş olmaktan çıkıp, herkesin kendi imkanlarıyla, kendini cool yaptığı bir yere dönüştü. Elbette, sosyal medya, filtre kameralı telefonlar, ambianslı mekanlar ve beğeni algoritmasının insanları arkada beygir kamçılar gibi kamçılamasının bu işlerde etkisi büyük ama diyebiliriz ki, o moda tabirle, cool da demokratikleşti.

Mesela diyelim, ülkenin milli istihbaratını yönetiyorsunuz ama susmaktan başka bir yeteneğiniz yok, arkanızdaki siyah takımlı adamların önünde gene siyah takımla lüks bir arabaya kuruluyorsunuz ve bu görüntüyü Kurtlar Vadisi’nin Cendere müziği ile editletiyorsunuz, altına da “aslanlar” filan yazdırıyorsunuz, ya da aslında akıl hastanesinde olmanız gerekirken, elinizde testere kitlenin önüne çıkıp testereye gaz vererek seçim kazanıyorsunuz… Yani, şimdilerde Batının cool’u, ikonik sahnelerin yeniden canlandırılması bakımından akıllı telefonlarda filtre meselesine indirgenebilir. Ayrıca, tüm bu otokratlar tarafından ‘kirletilmiş’ olan cool’un diğer önemli kuluçkası  narsistik duruş da tümüyle tüketildi. Tüm bunlardan kaynaklı, geçmişte ABD, İngiltere merkezlerinde inşa edilen ve moda, futbol, film ikonları tarafından distrübütörlüğü yapılan cool’un fabrikasyon merkezi ve ikonografisi günümüzde tamamen değişti.

Uzun zamandır rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yeni cool artık Uzak Doğulu. Kore sineması ve Uzak Doğu oyun endüstrisi, manga çizgi romanları ve hentai çizgi filmleriyle aldırmazlık, soğukkanlılık, keyif yeni biçimler edinmiş görünüyor.

Saçların gümüş ve platin renkler arasında boyanması, teflon tava pürüssüzlüğünde ve elbette kılsız bir cilt, dudakların, kirpiklerin ve saçların alabildiğine vurgulandığı, ve gene elbette sıfır beden civarı, kadın ile erkeğin sınırlarının silikleştiği unisex bir beden, oyun endüstrisi ile dünyaya nanik yapan aldırmazlık, keyfi noodle'a indirgeyerek beslenmeyi askıya alan, ona aldırmayan ama sıfır bedenin içine sığmış narsistik bir boşvermişlik...

İşte Yusuf Dikeç, hem post-truth narsizmi, hem memlekette uzun süredir hüküm süren “keyfimin kahyası mısın” narsizmi ile örtüşen, ama duruşunun arkasındaki savaşçı çabayı soğukkanlı bir sükunetle saklayan, Uzak Doğu tarzı cool bir imaj olarak üretilmeye hazır bir malzeme olarak ortaya çıktı.

Öncelikle, Yusuf Dikeç'in saçlarının rengi ve taranma biçimi, tam anlamıyla Hentai-Manga karakterleri olmaya uygun bir haldeydi, öte yandan, onun süper teknik malzemeler kullanmak yerine, teknolojisiz atış yapması, süper teknoloji ile geleneği aynı anda barındırdığı performansını sergileyebilen (gerçekten böyle mi buna da bakmak lazım) uzak doğulu imgesi için de harika bir fırsattı.

Ama tüm bunların ötesinde, uzak doğulu cool, ister K-Pop sıfır bedeni ve teflon yüzü olsun, ister harakiri ve uzuv kesmekden mülhem Yakuza ve Samurai kültürü olsun, isterse Won-Kar Wai ya da Kim-Ki Duk filmlerindeki psikopatik kararlılık olsun, tüm bunları tek bir duygu ve duruşa, soğukkanlılığa indirgemek mümkün. Zaten Yusuf Dikeç'in teknolojisiz, eli cebinde aldırmaz duruşu, yalnızca tüm vücuduna değil, nefesine ve nefsine (en azından o anda) hakim olması ve odaklanarak hedefi vurmada göstermiş olduğu başarı, soğukkanlılığı somutlayan en temel mesele.

Cool meselesinde bir başka kriter de elbette gençlik ve gençliğe bağlı isyankarlık. Bu kriteri delen, Burt Lancaster, Frank Sinatra, Robert Mitchum ya da Humphry Bogart gibi olgun cool erkekler de oldu, fakat genelde cool gençti bununla birlikte artık dünya nüfusu yaşlanıyor ve gençliğin skalası genişlerken, yaşlılığın spektrumu da çeşitleniyor.

Uzak Doğu’nun iklim özellikleri ve genetik meselelerinden dolayı, ya da en azından sinema ve medyada temsil edildiği biçimiyle, gençlik ile yaşlılık arasındaki sınır  biraz flulaşmış görünüyor ve olgun genç diyebileceğimiz  bir  yüz formu ortaya çıkmış durumda. Bitmeyen gençlik göndermeli bu tür imajlar için geçmişte, özellikle güneş gözlüğü ya da moda markaları, İtalyan-Akdeniz modeli erkekleri kullanırlardı (ki hala kullanıyorlar) fakat günümüzde bu bitmeyen gençlik ya da olgun genç temalı, idrar bezi, cinsel sağlık ya da takma diş yapıştırıcısı gibi reklamlarda, (elbette bunun uzak doğu egzotizminin kendisinde bir şifa gizlediğine ilişkin gizli göndermeyle de alakası var) genelde Uzak doğulu ya da en azından kaş-göz, çene yapısı bakımından uzak doğuyu çağrıştıracak yüzler kullanılıyor.

Özetle, Yusuf Dikeç 50'li yaşlarda hem olgun ama hem de genç görünen birisi olarak yeni cool'un önemli bir versiyonu durumunda. Yusuf Dikeç, Jandarma Spor'un atıcısı, Türkiyeli bir asker ama maalesef uzak doğu cool'unun iyi bir özeti. Ki zaten, sosyal medyada hızla TT olmasını sağlayan şey, onun atışının yakın dönem uzak doğu filmlerinin kahramanlarıyla editlenmesi ya da bizzat manga-hentai çizimlerinin dolaşıma girmesiydi.  Ki, Dikeç, 2011 yılında Tahran’da da benzer bir başarıyı, aynı atış tekniği ve aynı duruşla gerçekleştirmiş olmasına rağmen; hem Kore, K-Pop, Hentai-Manga işleri bu kadar merkezi ele geçirmediği için hem de, o dönemin dünyası için sıradan bir Ortadoğulu simasına sahip olduğu için, kimsenin dikkatini çekmemişti.

Özetle, aslında yeni bir şey yok. Clark Gable-Ayhan Işık, Elvis Presley-Erol Büyükburç, Kuzey Vargın-James Dean, Salih Güney-Tony Curtis vakalarında olan neyse bir benzerini yaşadık ama bu kez cool’un klişesi Avrupa-Amerika’dan değil, Uzak Doğu’dan geldi.   

2024 Paris, 2011 Tahran, aynı duruş, aynı atış tekniği 

NOTLAR: 

(1) Aktaran, D.Pountain, D. Robins “Cool Bir Tavrın Anatomisi” syf. 15

(2) Bu duruma kabaca “ördek sendromu” deniliyor aslında. Suyun üzerinde kaygısızca süzülüp giden ördeğin, suyun altında büyük bir çaba ile çalışan ayakları görülmez.

Tüm yazılarını göster