Maraş’ta 16. gündeki hareketliliğin ardından, Adıyaman’da 17. gündeki ‘faaliyet’ bu kadar gibi görünüyor: Dulkadiroğlu Durak Bey tarafından yaptırılan ve sadece iki duvarı ayakta kalan tarihi cami enkazının çevresinde devriye…
Adıyaman Gölbaşı’nda hava kararıyor. Depremin 16. günü, ilçenin ana caddesinde ilerliyoruz. Caddenin kalan kısımlarında demek daha doğru, iki yandan yola doğru eğilip öylece durmuş binalar var. Bir de geriye yatmış 7 katlı bina görüyoruz. Devrilip yatmış öylece duruyor. Yeni olduğu belli. Sadece devrilmiş, başka pek bir hasarı yok gibi. Peki ama neden devrilmiş? Onun yanıtı caddeye doğru başını uzatan temelinde! Bina geri yatınca temel tümden ortaya çıkmış: 3-4 metre var yok! O kadarcık temelin üzerinde o binayı nasıl dikebildiler? Buna nasıl izin verilebildi? Sorular bunlar, yanıtları kim verecek?
***
Adıyaman’da geceyi şehir içindeki cemevinde oluşturulan yardım merkezi yakınında geçiriyoruz. ‘Şehir içi’ dediğimize bakmayın. Şehir falan yok ortalıkta. Hiç insan görmeyeceğiniz, enkazların ve hasarlı binaların peş peşe dizildiği boş ve karanlık sokaklar. Elektrik düğmesi açık kalan evlerden gelen tek tük ürkütücü ışıklar bir de…
Sabah Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne geçiyoruz. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi çevresinde ve Maraş merkezinde bir sabah önce gördüğümüze benzer bir hareketlilik var burada da. Ama ortalıkta dini vakıfların faaliyetleri görülmüyor pek. Türkiye Wushu ve Kung Fu Federasyonu’nun aşevi var hastanenin hemen girişinde. Asker ve polis yoğunluğu da az Maraş’a göre. Görünenler de mesaiden çok mola zamanında gibiler, çorba ve çay sırasındalar, sigara içiyorlar, telefonlarına bakıyorlar... Maraş’taki polis ve askerin işi, birçok farklı noktadaki enkaz kaldırma çalışmalarının yürütülmesini sağlamak gibi görünüyordu: Yol kapatmak, trafiği düzenlemek gibi. Ama Adıyaman’da Maraş’taki kadar hızlı bir enkaz kaldırma faaliyeti de yok sanki. Daha sonra yıkılan Ulucami’nin de bulunduğu şehrin daha eski merkezine gidiyoruz, orada da durum aynı. Hatta cami enkazına biraz yaklaşınca, Adıyaman’da ilk kez kolluk uyarısı ile karşılaşıyoruz: “Çok yaklaşmayın, enkazda elektrik var.”
Uyaran askere bize eşlik eden Adıyamanlı Rıfat Şabaş şehirde yaşandığı söylenen hırsızlık olaylarını kast ederek soruyor, “Kaç gündür bir sürü olay oldu, neredeydiniz?” Bu, aslında ‘Memleketimi neden sahipsiz bıraktınız?’ sorusu. Asker yanıtlıyor, “Yetişemiyoruz ki.” Bitlis’ten gelmiş. Daha yeni bir kuyumcunun soyulduğu söylenen çarşıdaki Ulu Cami enkazı karşısında gidip geliyor, elinde silahı. Önümüzden bir traktör geçiyor o sırada. Peşine taktığı römorkunda bir enkazdan alınmış gibi görünen metal parçalarıyla. Asker peşinden bakıp telefonla bir yerleri arıyor, herhalde traktörü anlatıyor. Maraş’ta 16. gündeki hareketliliğin ardından, Adıyaman’da 17. gündeki ‘faaliyet’ bu kadar gibi görünüyor: Dulkadiroğlu Durak Bey tarafından yaptırılan ve sadece iki duvarı ayakta kalan tarihi cami enkazının çevresinde devriye…
***
Biz merkezde Maraş kadar hareketlilik göremesek de Adıyaman’da bir yerlerde enkaz kaldırma faaliyeti var ama illa ki. Onu da şehrin eski çöp alanına gittiğimizde anlıyoruz. Peş peşe kamyonlar gelip gidiyor, moloz boşaltıyor. Atatürk Barajı’na giden suya bakan bir tepede. Aşağıda göz alabildiğine uzanan yeşilin manzarasını, taşınan enkazın griliğiyle bozan bir tepedeyiz. Bir su kaynağının bu kadar yakınına moloz boşaltmak normal mi? Daha önce buranın şehrin çöp alanı olması normal miydi ki? Yamyassı bir metal parçası görüyoruz kenarda, yıkılan İsias Otel’de enkaz altında kalan Gazimağusa Türk Maarif Koleji kız ve erkek voleybol takımını taşıyan otobüsmüş, o da o griliğin içinde uzanıyor…
***
Adıyaman Şehir Mezarlığı’na da gidiyoruz. Topluca gömülen cenazeler için yeri kazan iş makineleri mesaide değil o an. Son açtıkları mezar yerleri boş görünüyor henüz. İnce uzun mezar yerlerine defnedilenlerin başında numaralandırılmış, bazılarında isimler de yazan tahta parçaları var. Eldiven, başörtüsü, kumaş parçası gibi işaretler bırakılmış olanlar da var yakınları tarafından. Korona virüsü salgını sırasında ölen ve burada defnedilen 4 bin kişi de numaralandırılmış. Ama onların numaraları isimlerinin de yer aldığı mermer mezar taşlarında yazıyor. O ölümlerimizin üzerinden zaman geçti ne de olsa… Onların bittikleri yerde de depremden ölenlerin mezarları başlıyor. Muhabirimiz Ardıl Batmaz ve Diyarbakır Temsilcisi Vecdi Erbay’la birlikte dolaştık Maraş ve Adıyaman’ı. Daha birkaç gün önce bu mezarlıkta olan Ardıl, Vecdi’ye son gördüğünde 6 bin olan deprem definlerine 1200 kişinin daha eklenmiş olduğunu anlatıyor. Bu mezarlıktaki aile mezarlarına, köy mezarlarına, şehirdeki diğer mezarlığın olduğu Kayapınar’a, başka şehirlerdeki mezarlıklara defnedilenler hariç; sadece bizim hemen önümüzdeki alanda defnedilmiş olanlarla ilgili bu sayılar. Mezarların çevresinde dolaşırken bize eşlik eden Rıfat Şabaş, Facebook’tan açtığı canlı yayında tahtalarda yazan isimleri okumaya başlıyor. Hem isimleri okuyor hem de ara ara, “Allah Adıyamanımızı korusun” diyor. Birkaç mezarın başında kendi yakınlarının yerini ayırmak için yanlarında getirdikleri tahtalarla sınır çizmeye çalışanları görüyoruz. Kimse kimsenin yüzüne bakamıyor… Araca geçtiğimizde Rıfat Şabaş canlı yayını kesiyor. Canlı yayın kesilince, akıllı telefon nereden bulup getirdiyse, Ahmet Kaya birden, “Olmasaydı sonumuz böyle…” deyiveriyor…
Her doğa olayını insanlarını kaybettiği bir katliam olarak yaşamak zorunda mı bu memleket?
Bu güzel şarkı sadece sonu mutsuz aşklara kalsın...