Böyle şeyler seyretmem. Bir arkadaş anlattı. Son günlerin cinayet markası Suudi Arabistan’da bir idam sahnesi. Bir meydan. Yerde bir ızgara. Adamı onun önüne doğru çekiyorlar, boynundan bağlı. Seyredenler var oldukça, görünmüyorlar pek ama bunu seyretmek için boyunlarından bağlı olmalılar. Adamın ayaklarında bir plastik terlik var. Kahverengi, en pespayesinden, kenarlarında plastik çapakları bile duruyor, pazarın en ucuz malı kesin. Öyle ortaya atılmış, bir diğer tekini, terlik dağının içinden çekip çıkardığın tipten bir şey, koku da yapıyor mutlaka.
Son an. Biliyor bunu adam. Çünkü benzerini mutlaka seyretmiştir. Boynundan bağlı bu ölümlere. Bu oyunun, iktidarın parçası öldürmek ve seyretmek çünkü. Izgaranın oraya yaklaştığında, görmeden söylenenlerden anlıyor bunu. Terliklerini çıkarıyor özenle, yavaşça ayaklarından sıyırarak, kenarına düzgün bir şekilde yan yana bırakıyor ızgaranın. Yerler mermer, sahneyi tamamlamak için söylemeliyim ve öldürmenin resmi memuru işini yapıyor. Ölüyor adam. Izgara, pala, onun tutan el, o elin sahibi iktidar ve terlikler kalıyor geriye. Terlikler, dedim ya en pespayesinden, kahverengi, yan yana duruyorlar, biraz ilerde sahipsiz.
Neden öylece sakin bekliyor adam, bunu konuşuyoruz. Neden terliklerine gösterdiği özeni kendi hayatı için göstermiyor? Kahverengi ve plastik olmadığı için mi? Bir şey mi olacak? Eğer uysal ve kesilmeye müsait olarak, başını önde tutarsa, son anda kurtulacak diye mi bu hali?
Bu bekleme anına takıyorum daha çok. Norveç’te bir faşist, peş peşe 77 genci öldürdüğünde de aklıma gelmişti bu. ilk başta polisim demişti herkes dinlemişti onu. Çünkü iktidar, öldürmenin tam kendisi olduğundan, insana pek yabancı gelmiyor. Fakat sonra öldürmeye başladığında kimse üstüne atlamaya çalışmadı mı ya da aynı anda 8-10 kişi üstüne atlasa, birazını vursa da kafasına bir taş vuramaz mıydı? Ölümü beklemek yerine kalın bir odunla, üstüne gitmek, çok mu isyankar ve bu kadarını bile unuttuk mu ?
İki öğrenci, ABD’nin en büyük okul katliamlarından birini yaparken de, herkesi yemekhanede doldurduklarında, teker teker vurmaya devam ediyorlarmış. Her vuruşta, küçük bir çığlık ve sıranın kendisine gelmeme duası çok muhtemel. Ellerinde otomatik tüfek olması, onların sözlerini dinlemenin bir nedeni ama aynı zamanda onlara saldırmanın da bir nedeni değil mi?
Ölmek üzere olanlarımızı hastahanelere tıkıp, etraflarını beyazlar giymişlerle çevirdiğimizde, mezarlıklarımızı gözden ırak tuttuğumuzda, yaşanmışlıklarımızın ve kırışıklarımızın üstünü plastiklerle doldurduğumuzda sanki ölmeyecekmişiz gibi olabilir de; yasal mermisiyle bir komiser yaklaştığında ve mahkeme kararlarıyla ya da sokaklarda pişirilmiş katliamlar sardığında da ölüm sanki hiç gelemeyecekmiş gibi beklemek gittikçe daha manasız.
Uçurumun kenarından, birinin ardından peş peşe kendisini uçuruma atan bir koyun sürüsünden farkımız var mı?
İklim değişikliği, fırtınalar, seller, başkanlar, katiller, kemik testereleri, sadece 12 yıl sonra dönüşü olmayacak bir dünya…
Terliklerimizi düzeltip, bekliyoruz. Pespaye ve kahverengi…