Oluç: 12 Eylül öncesine benzer gelişmeler yaşıyoruz

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye'de gazeteci ve siyasetçilerin hedef gösterilerek lince maruz kaldığı bir dönem yaşandığını belirterek "12 Eylül 1980 öncesinde de böyle saldırılar oluyordu. Ne yazık ki benzer gelişmeleri yine yaşıyoruz" diye konuştu. Dink cinayetiyle ilgili şimdiye kadar üç iddianame hazırlandığını belirten Oluç, "İlk iddianamede milliyetçi gençler, ikincisinde Ergenekon, üçüncüsünde FETÖ bağlantıları ortaya çıkarıldı. Her iddianame döneme göre şekillendirildi" dedi.

Abone ol

DUVAR - Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te düzenlediği basın toplantısı ile gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

14 yıl önce katledilen gazeteci Hrant Dink’i anan Oluç, “Hrant Dink, Türkiye’de bilinmesi, anlatılması, duyulması istenmeyen gerçekleri bizlere anlattı, topluma anlattı. Ermenilerin başlarına gelenleri anlattı. Nefret ve ayrımcılığa karşı sesini yükseltti. O yüzden hedef haline geldi. Adliye önlerinde gazete manşetlerinde valilik binalarında tehdit edildi. Devlet dediğimiz yapı açığıyla, deriniyle, gizlisiyle Dink'i hedef haline getirdi. 14 yıldır adalet mücadelesi sürüyor. Ancak 14 yıldır halen bir sonuç alınamadı” dedi. 

‘DİNK KOMPLO SONUCU KATLEDİLDİ’

Oluç, Dink cinayeti hakkında hazırlanan iddianameye değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “İlk iddianamede cinayeti işleyenler sözde hassas ve milliyetçi gençlerdi. İkinci iddianamede Ergenekon bağlantısı ortaya çıkarıldı. 3’üncü iddianamede FETÖ bağlantısı ortaya çıkarıldı. Yani her iddianamede iktidarın dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak şekillendirildi. Ama 14 yıldır adalet arayışı sürüyor ve bir sonuç alınmadı. Ortada asker ve sivil bürokrasisi ile devlet bürokrasinin, kimi siyasetçilerin içinde yer aldığı büyük bir komplo sonucu Dink katledildi. Kamu görevlileri 9 yıllık süreçte davaya dahil edilmedi. Bunun neden dahil edilmediği sorusunun cevabı da ortaya çıkarılmadı. 124’üncü duruşmada bugün yapılıyor. Şu çok açık; bu dava Türkiye açısından bir utanç davasına haline gelmiştir. Bu adalet arayışının sonuca ulaşması için Hrant Dink’i sevenler olarak, demokrasi ve vicdan sahibi insanlar olarak STK ve partiler olarak bu meselesinin peşinde olacağımızı bir kez daha belirtmek istiyorum.”

‘1921 ANAYASASI TÜM DÖNEMLERDE İNKAR EDİLDİ’

Oluç, 20 Ocak tarihinin 1921 Anayasası’nın 100’üncü yılı olduğunu hatırlatarak, “1921 Anayasasının 100’üncü yılı. Bundan tam 100 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anayasası olan 1921 Anayasası Meclis'ten geçerek kabul edilmişti. 1921 Anayasası bir demokrasi sözü vermişti Türkiye toplumuna ve ne yazık ki bu demokrasi sözünden vazgeçildi. 24 anayasası ve sonrasında yaşananlarla birlikte cumhuriyeti taçlandıracak demokrasi ile buluşamadı. 1921 Anayasası 100’üncü yılında ama bugüne kadar tüm dönemlerde inkar edildi” diye konuşu.  

'BASIN TARİHİNİN EN KARANLIK DÖNEMİ YAŞANMAKTADIR' 

Gazetecilere yönelik saldırılara tepki gösteren Oluç, 12 Eylül öncesinde bu tarz saldırıların yaşandığını anımsattı. Oluç, Türkiye’de gazeteciler üzerinde korkunç saldırıların olduğunu belirtti. Oluç, “Her ne kadar İletişim Başkanlığı basın özgürlüğünün en güzel döneminin yaşandığı söylese de sadece kendi basınları için geçerlidir bu. Muhalif basın için geçerli bir durum değildir. Muhalif basın Türkiye’de tarihinin belki de en ağır saldırılarının olduğu dönemi yaşamaktadır. En ciddi baskılarla karşı karşıyadır. Belki de tarihin en karanlık dönemini yaşamaktadırlar. Bir kez daha şunu hatırlatmak istiyorum. Gazetecilere, aydınlara, siyasetçilere dönük saldırıların teşvik edilmesi Türkiye açısından son derece yanlış, riskli ve kesinlikle en sert biçimde kınanması gereken adımlardır. Siyasetçi konuşamazsa, canından korkarak siyaseti sürdürmeye çalışırsa, gazeteci yazmaktan korkarak işini yapmaya çalışırsa, bunun sonucunda Türkiye çok daha karanlık bir dönemin içine girecektir. Bu zihniyette olanlar, bunu yapanlar, bunu hoş görenler, bunu azmettirenler emin olsun ki demokratik hak ve özgürlüklerin, demokrasinin ve demokratik siyasetin bir numaralı düşmanlarıdır” diye konuştu. 

‘ESNAF PANDEMİDE BAS BAS BAĞIRIYOR’ 

Ekonomik kriz ve işsizliğin arttığını kaydeden Saruhan Oluç, “TÜİK’e göre yüzde 14 olan enflasyonun, gerçek rakamının yüzde 30-35 bandında olduğunu biliyoruz. Tüm bağımsız araştırmacılar ve sendikalar enflasyonun çok daha yüksek olduğunu görüyor. Türkiye en yüksek enflasyon ve faizde ilk 5 ülke arasında dünyada girmiş durumda. Bu vahim bir durum. İyi değil, kötü bir şeyde Türkiye ilk 5’e girmeyi başarıyor. İşsizlik TÜİK’e göre 4 milyon ve gene bağımsız araştırmacılara ve sendikalara göre işsizlik 10 milyon civarındadır. Yüzde 5 kritik eşik, dünyanın her yerinde bu rakam ülkede kriz olduğunu gösterir. Kapanan şirket sayısı artıyor, batık krediler nedeniyle iflaslar artıyor, icra dosyalarının sayısı artıyor. Takibe düşen kredi miktarı artıyor. 151 milyar TL’ye ulaşmış takibe düşen kredi miktarı. Esnaf özellikle pandemi döneminde bas bas bağırıyor ‘borç ödemelerimi erteleyin ve faizsiz kredi verin’ diye ama esnafı bu iktidar duymuyor” diye belirtti. 

Oluç sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’yi gün geçtikçe daha ciddi bir iktisadi darboğaza sürükleyen iktidar, ekonomideki kötü gidişi birilerinin üzerine yıkarak bu dönemi atlatabileceğini düşündü. Evet bir Hazine ve Maliye Bakanı istifa etti ama yapılan değişiklikler bu kötü gidişatın krizin kişilerden değil ekonomik yapıdan kaynaklı olduğunu bir kez daha gösterdi. Öyle görünüyor ki 2021 yılında Hazine ve Maliye Bakanın açıklamasından anlaşılıyor ki ülkeyi faiz, döviz kuru ve enflasyon sarmalından kurtaracak bir yıl olmayacak. İşsiz kalmış ve açlıkla yoksullukla mücadele eden vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına cevap verilemeyecek. Mali disiplin yerine 2021 yılında kara delik dönemi olarak tarihe bir kez daha yazılmış olacak.” 

‘KAYYIMLAR HALKIN DEĞERLERİNİ YOK EDİYOR’ 

Sayıştay raporlarına da yansıyan kayyım yönetimindeki belediyelerdeki yolsuzluk, usulsüzlüklere değinen Oluç, “Kayyımlar sadece halk iradesini ve sandık hukukunu gasp etmiyor, halkın maddi ve manevi değerlerini yok ediyor. Talan ve ekonomik zenginleştirme politikaları ile halkın malını yok ediyor diyorduk. Bir örnek daha ortaya çıktı. Van Büyükşehir Belediyesi VOTAŞ vakasını biliyorsunuz. Belediyeye ait işletmesinin kayyım eliyle iktidarın yakın bir şirket devredildiği ve bu paranın tahsil edilmediği, aradan 3 yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen herhangi bir takip icra başlatılmadığı ve belediyenin zarara uğratıldığı ortaya çıktı. Şimdiki kayyım açıkladı bunu. Van Büyükşehir Belediyesini yönetmekte olan vali bunu açıkladı. Mustafa Yaman usulsüzlükleri, yandaş kayırmalar, kurulan şebekeler, müdürlerle kurulan ilişkiler hepsi ortaya saçıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi hakkında çok ağır iddialar ortaya atıldı. Yani kayyım demek aynı zamanda halkın iradesinin gasp etmek, halkın yerelde yarattığı zenginliklerini talan etmek demektir” diye konuştu. 

'AÇLIK GREVİ YAPANLARIN TALEBİ İNSANİ TALEPLERDİR' 

Başta PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması olmak üzere cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin de son bulması için başlatılan açlık grevlerinin 55’inci gününde olduğunu belirten Oluç şunları söyledi: “Bir kez daha iktidara hatırlatmak istiyorum. Açlık grevlerini devam etmesi, büyütülmesi hiç istenmeyen sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’nin yakın tarihinde çok örnek var bu konuda. Bir kez daha iktidara diyoruz ki açlık grevi yapanların talepleri hukuki ve insani taleplerdir. Önce kendi bulundukları yerlerdeki hak ihlalleri, kötü muamele, işkenceyi sona erdirilmesini talep etmekteler. Aynı zamanda İmralı’da var olan bütün hükümlülerin tutukluların yaşadığı ağır tecrit koşullarının ortadan kalkmasını talep etmektedirler. İkisi de insan hakları açısından baktığımızda tutuklu hakları ve uluslararası sözleşmeler açısından da halkı ve demokratik taleplerdir. Bunların yerine getirilmesi zor değil. Cezaevinde yaşayan insanların hakları vardır ve devletin güvencesi altındadırlar.”  

BİLGEN’İN PARTİ KURMA İDDİALARI

Açıklamanın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Oluç, Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen’in “yeni parti kurma” iddiaları ile ilgili soruya şu yanıtı verdi: “Ayhan Bilgen benim kişisel olarak da çok uzun yıllardan beri tanıdığım, birlikte siyaset yaptığım, HDP öncesinde de siyaset yaptığım bir kişidir. Birlikte mücadele ettik ve etmeye devam ediyoruz. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki dönemde de mücadeleyi sürdüreceğiz. HDP her gün bir başka baskı çeşidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Ayhan Bey de bunu bilmektedir. Bu yüzden kendisi cezalandırılmıştır. Ayhan bey partimizde milletvekilliği, grup başkanvekilliği, parti sözcülüğü, en son Kars Belediye Eşbaşkanlığı yapmıştır. Bu nedenlerle cezaevine konmuştur. İktidarın ayıbıdır. Kars’a Belediye başkanlığından uzaklaştırmak için Ayhan Bilgeni tutukladı. Cezaevinden fikirlerini açıklamak zorunda olması iktidarın ayıbıdır. Sadece Ayhan Bilgen değil, Ayhan Bilgen gibi tüm rehin tutuklu seçilmişlerimiz, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız, MYK üyelerimiz için de geçerlidir aynı şey. Biz Ayhan Bilgen ile fikir alışverişinde bulunmaya devam edeceğiz. Kendisinin eleştirileri bize güç verir, bizi büyütür. Her eleştiri bizim için demokratik bir tartışma demektir. Her fikir kıymetlidir her özeleştiri de bizim açımızdan önemlidir. Ama temennimiz odur ki Bilgen’in söylediği fikirler iktidara payanda olmasın ve iktidar tarafından kullanılmasın. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki Ayhan Bilgen bugün cezaevindeyse bu iktidarın Kars’a kayyım atanması onu siyasi rehin olarak tutması ve siyasi çalışmasını engellemesi sebebiyledir.” (HABER MERKEZİ)