Ölüler ülkesi yazıları: Beynimdeki patlamalar halis mi?

Patlama dediysek, öyle etrafa saçılan kemik ve beyin parçaları falan aklınıza gelmesin. Ne oluyorsa, hepsi içeride. Bir zeka türü ortaya çıkıyor veya gelişiyor, bundan kaynaklanan bilgiler birikiyor, birikiyor ve booom: Yepyeni bir seviye açılıyor.

Selim Martin selimusmartinus@gmail.com

Efendim, yazı dizilerinin, bir konuyu etraflıca ele alabilmek gibi bir çok güzel tarafı var tabii ki. Ancak yazılar arasındaki süre uzun olursa, okur açısından takibi ister istemez biraz zorlaşıyor. Eh, bizim takvim de iki haftada bir yazı şeklinde ilerlediği için her yeni yazıda, öncekileri kısaca özetlemeyi adet haline getirdim. Kusura bakmayın artık.

Önce, başlangıç sorumuzu bir kere daha tekrar edelim.

İnsan aklının gelişimi için bir arkeoloğa danışmak gerekli midir?

Önceki yazılarda, bu sorunun peşinde epeyi bir dolaştık. İlk olarak, iki ayağımızın üzerine dikildik, sonra da bunun sonuçlarını hep birlikte göğüsledik. Bu sırada kafamızın içerisinde neler oldu neler? Doğuştan gelen “Genel Zeka” ve ona bağlı gelişen “Doğal Tarih Zekası”, zaman içerisinde bunlara eklenen “Sosyal Zeka” ve bizi bambaşka –tabiri caizse- yepisyeni bir türe dönüştüren “Teknik Zeka” el ele tutuştu ve insan denilen akıllı hayvanı yarattı.

Serinin ilk yazısında, arkeoloji biliminin basit bir tanımını yapmıştık: Arkeologlar, insanların bıraktığı izlerin peşinde çalışan bilim insanlarıdır. İşte, bilinçli şekilde üretilen ilk alet ile birlikte, insanın serüveni ve arkeologların da mesaisi başlamış oldu. Ne demiş bir büyüğümüz(!): durmak yok, yola devam!

Zekalar ve onların getirdiği yeni bilgi ve tecrübeler birbirine eklenedursun; metrekaresi sabit kafatasımızda, bir yer karmaşası, bir sıkışıklık hasıl oldu. Halbuki orada bir “otoparkçı abi” olsaydı, “Genel” sen şu yana geç; “Teknik” sen az sağa kay falan deyip, düzeni sağlardı. Ortada öyle yetkili bir abi olmayınca, tabii ki meşhur fizik kanunlarından birisi olan “Boyle Yasası” işlemeye başladı: sıkışırsa patlar! İşte Homo (insan) olduğumuzdan beri, bizim de beynimiz, tamı tamına 3 kere patladı.

Bu konuda, Antropologlar ile aramda bir husumet var. Onlar, bu patlamaların sayısının 2 olduğu konusunda ısrarcı. Ellerinde, günümüze ulaşmayı başaran Homo fosillerinin kafatasları var. Bunlar üzerinde yaptıkları bilimsel ölçümler, 2 sayısını işaret ediyor. Tabii ki bilime karşı gelemeyiz, haşa! Ancak, bir de Arkeoloji biliminin buldukları; yani bizzat o patlamaların etkisiyle değişen hayatın izleri var. Ben onları dikkate almayı yeğliyorum.

Neyse efendim, kavgayı bırakıp konumuza dönelim. Patlama dediysek, öyle etrafa saçılan kemik ve beyin parçaları falan aklınıza gelmesin. Ne oluyorsa, hepsi içeride. Bir zeka türü ortaya çıkıyor veya gelişiyor, bundan kaynaklanan bilgiler birikiyor, birikiyor ve booom: yepyeni bir seviye açılıyor. Birinci viteste giden bir arabanın, hızı arttıkça yeni bir vitese geçmek için bağırdığını ve vitesi büyütür büyütmez motordan gelen o rahatlama sesini düşünün. Düşündünüz mü? İşte, beynimizdeki patlamayı gözünüzde canlandırmayı başardınız.

Birinci patlama, bilinçli şekilde üretilen ilk alet ile ilk defa avlanmaya yarayan bir aleti üretmeyi başardığımız, yaklaşık 1-1.5 milyon yıllık bir süreçteki birikimin ürünü.

İlk aletimiz; bitki kökleri çıkartmaya, kabuk kırmaya ve hadi en fazla, bir leşten ancak bir parça koparmaya yarardı. Türümüz de ona göre tanımlanırdı: Leşçi ve toplayıcı. Gariban insan, bu alet sayesinde hayatını biraz kolaylaştırmayı, dişlerdeki yükünü azaltmayı ancak başarabilirdi. Ama bu, o kadar önemliydi ki.

Ne dedik, kafatasımızın metrekaresi sabit. Dişlerin yükü azalınca, dişler ve tabii ki çenemiz küçülmeye başladı. Ön tarafta alan azalırsa, arka tarafta artacak; beynimiz de yayılacak daha çok alan bulmayı başaracak. Gittikçe akıllanıyor muyuz ne? Bu şekilde geçen uzun bir süre; her seferinde daha iyi bir alet, her aletten sonra daha büyük beyin hacmi… Aynı, dağdan yuvarlanan bir kartopu gibi döndükçe büyüyor. En sonunda, canlı bir hayvanı yaralamayı ve daha iyisi öldürmeyi sağlayacak bir tane alet üretmeyi başardık. Bu sayede mental ve fiziksel olarak seviye atladık. Nasıl atlamayalım? Bir kere, doğadaki her canlıdan korkan, zayıf, güçsüz bir ben vardım; artık –küçük de olsa- benden korkan başka bir canlı var. Korkum azaldı, özgüvenim arttı; kısacası burnum havalandı. Üstüne bir de vücuda protein girmeye başladı. Hem de taze taze. Enerjim, kas yapım arttı. Hoop, birinci patlama (yılbaşı yeni geçti malum, birinci çinko diye bağırasım geldi). Artık daha zeki, daha başarılı bir canlıyım ve besin zincirinde birkaç basamak yükseldim. Üstelik bu yükselme de kalıcı. Evrimde, bundan sonraki türler, bu sıradan başlayacak. Yani, yeni bir tür ortaya çıkınca, direkt avcı olarak hayatına başlayacak. İşte tam olarak patlamanın sonucu da budur: geri dönülmez bir değişim başarmak.

Bu durumun, gözünüzde daha iyi canlanması için bir örnek vereyim sevgili okur. Öğrencilik hayatı -makarna/çorba- bitti. Artık az da olsa para kazanıyorum. Gelsin, sadece maaş günü yenen kebaplar. Gelsin, her gün iş yerinde çıkan -içinde et bulana ödül verseler yeri- birkaç çeşit sıcak yemek. Bundan sonra öğrencilik hayatına dönmek de yok. Tecrübe kazanıp daha iyi işler, daha yüksek mevkiler bulma zamanı.

Şimdilik, bu yazıyı sonlandıralım da, arkadaş ilk patlamanın keyfini azıcık çıkartsın.

Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE! 

Tüm yazılarını göster