Yıl milattan önce 494; Roma’da Plebler, Cumhuriyet içerisinde haklarını korumak adına örgütlenip ilk meclislerini “Tribunus Plebis”i kurduktan hemen sonra, bu koşullar altında cumhuriyet için savaşmayacaklarını söyleyip Mons Sacer (kutsal dağ) bölgesine çekilmişlerdi. Geri dönmek için, genel af çıkarılması, fakirlerin borçlarının silinmesi ve borçtan dolayı köle olanların özgürlüğünün geri verilmesi ile bundan sonra doğacak sorunlar için iki Pleb yurttaşın yetkilendirilmesi şartlarını Patricilere kabul ettirdiler.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı demek isterdim. Evet artık iki Pleb halk adına yetkilendirilmişti. Dokunulmazlıkları vardı. Vazifelerini yaparken onlara kötü gözle bakmak bile yasaktı. Halkın istek ve şikayetlerine cevap verebilmek için evlerinin kapısı gece gündüz açıktı. Yirmi dört saat çalışıyorlardı ancak olaydan olaya müdahale anlamına gelen bu durum, koca bir halkın sorunları çözmekte yetersiz kalıyordu. Plebler bir kere daha harekete geçtiler; yasalar yazılı hale getirilmeliydi.
Mücadele ile geçen birkaç on yıl. Milattan önce 451; henüz yasama ile yürütmenin farklı kişilerden oluşması yani kuvvetler ayrılığı ilkesi icat edilmemiş. Örf ve adetlerin yazılı hale getirilmesi için görevlendirilen, aynı zamanda devletin idaresinin de teslim edildiği on konsül Roma yasası için çalışmaya başladılar. Aralarından üç tanesi Atina’ya, Helen şehir devletlerinin kanunlarını incelemek için gönderildi. Nihayetinde o yıl on levha, ertesi yıl da iki levha hazırlanarak meşhur 12 Levha Kanunları tamamlandı.
Milattan önce 449; Roma’nın en büyük meydanı Forum Romanum’dayım. 12 büyük levhaya yaklaşıp üzerinde yazanları okumaya çalışıyorum.
Birinci ve ikinci levhada mahkeme ve duruşmalar hakkında genel bilgiler ile kurallar yazıyor. Üçüncü levhada kararların infazı var. Dördüncü levha, aile birliği ile babanın eş ve çocuklar üzerindeki hakimiyetini anlatıyor Beşincisi de yasal vasilik ve miras kanunlarını içeriyor. Altıncısı bir yerlerden tanıdık; mülkiyet haklarını anlatıyor uzun uzun. Ne demişler “Adalet Mülkün Temelidir”. İçinde kadının da bir mülk olarak geçtiği böyle adaletin temeline tükürsünler…
Yedinci levha araziler ve yolların bakımı ile ilgili, içerdiği detayların fazlalığına bakıldığında ülkedeki en büyük problemlerden birisinin araziler olduğunu düşünüyorum. Sekizinci levha kanun dışılık hakkında. Kanun dışı deyince aklınıza mafya falan gelmesin, borç verdi, iftira attı, keçisi bahçeme girdi falan; kalabalık nüfusun günlük dertleri. Dokuzuncu levha kamu hukuku hakkında, yakından bakayım ne yazıyor; hımm hakimlere rüşvet vermek yasakmış. Zaten olmaması gereken bir şeyi yasaklayan kanun görünce kanım çekiliyor.
Onuncu levha tadından yenmez. Cenaze töreni kurallarını içeriyor. “Kadınlar cenaze sırasında yüzlerini yarmayacak, yanaklarını tırnaklarıyla yırtmayacak; ölüler için ağlayarak yüksek sesle feryat etmeyecekler.” Oldu paşam, ölenin arkasından bir de kahkaha atsınlar istersen.
On birinci levha evlilik hakkında. Buyurun, yine bir devlet yasal (!) evliliğe karar veriyor. Dur bakalım kimler evlenebiliyormuş; aa herkes evlenebiliyor ama kendi arasında. Patriciler ve Plebler’in birbiriyle evlenmesi yasak. Koca koca harflerle yazmışlar oraya “Belli bir sınıftan olan kişi, alt sınıftan biriyle evlenemez”. Haydi oradan, sınıfınız batsın.
On ikinci levha da sözde ağır suçları kanuna bağlıyor. “Bir köle, efendisinin bilgisi dahilinde hırsızlık yapmış veya zarar vermişse, tazminat davası kölenin adınadır”. Hayda, yine azmettirene, suçu yönetene bir ceza yok.
Sonuçta, yeni haklar tanımayan, sınıfsal farklılıkları kaldırmayan, oldukça kusurlu bu yasalar, insanlar arasında bir tür sosyal düzene duyulan ihtiyacı karşılamak, sınıflar arasındaki aşırı gerilimi hafifletmek dışında bir işe yaramadı. Burada asıl önemli olan, kanunların yazıya geçirilmiş olmasıydı. Ne diyelim, durmak yok mücadeleye devam.
Geniş halk kitlelerine yani Pleblere hiçbir şey vaat etmeyen bu yasalar ile bir yere varılmayacağı aşikar. Birazdan olacakları, bizim Zeybek ile Yörük atışarak anlatıyorlar. Buyurun okuyalım.
Aldı Zeybek:
Et getir ekmek getir
Baldan da haberin olsun
Aldı Yörük:
Kuru soğan ekmek yavan
Haldan da haberin olsun
Aldı Zeybek:
Elde mavzer kafanı ezer
Zordan da haberin olsun
Aldı Yörük:
Başta sarık ayakta çarık
Karşıki dağdan da haberin olsun
Evet bildiniz, Plebler yine Mons Sacer bölgesine çıkarlar. Yine isyan, yine sıkıntı, yine müzakere, yine zafer. Bugün, anlaşmayı yapan iki konsülün isimleriyle anılan Valerius-Horatius Kanunları Roma Cumhuriyeti’nin ve aynı zamanda cumhuriyet kavramının en önemli köşe taşlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Bu kanunların en önemli maddesi, “Tribunus Plebis” yani Pleb Meclisi’nin resmiyet kazanması, artık aldığı kararların yasal yetkiye kavuşmasıdır. Bu tarihten sonra Pleblerin mecliste aldıkları her karar, ayrım gözetmeksizin tüm Roma’yı bağlamaktaydı. Ne diyelim; zengin, güçlü ve asil (!) arkadaşların 60 yıllık egemenliklerine kısa bir ara. Bizi izlemeye devam edin.
Yıl milattan önce 447. Patriciler kendi meclislerinden ziyade, kararları yasa haline gelen bu mecliste oy kullanmaya başlarlar. Pleb meclisi artık bütün Roma’nın oy kullandığı bir meclis haline dönüşmüştü. Yaşasın demokrasi.
Yıl 445, sınıflar arası evliliği yasaklayan yasaya güle güle. Ne demiş bizim Karadenizli? Haçan oldi olacak da seven seveni alsa…
Şimdi sıra memuriyet haklarında: Milattan önce 444, Plebler artık askeri yönetici olarak devlet yönetimine katılabilirler. Yıl 421, devletin kasasının idaresi yani questor makamına Plebler gelebilir. Yıl 367, Licinius-Sextius yasası ile Pleblerin Konsül (devleti yöneten kişi) olması önündeki engelleri kaldırdı. Ve yıl 287, nihayet Hortensius yasası ile iki yüzyıl süren Patrici ve Pleb arasındaki sınıf mücadelesi son bulacaktır. Artık herkes -yani köleler ve esirler haricinde herkes- eşittir. Ne mutlu bize.
Tüh söylemeyi unuttum; 445’teki karardan sonra Plebler ile Patriciler arasında yapılan evlilikler sonucunda “optimates” adı verilen bir sınıf ortaya çıkmıştı. Bu dönemde bir de varlıklı olmayanlardan oluşan “populares” adında bir sınıf bulunmaktaydı. Yıllarca Plebler ile Patriciler arasında süren sınıf çatışması bu tarihten sonra optimates ile populares sınıfları arasındaki çatışmaya dönüşmeye başlayacak ve Roma Cumhuriyetinin son iki yüz yılı bunların mücadelesi ile geçecek.
Neyse, artık orasını karıştırmayalım ki söylencemiz sürsün. VİYA BÖYLE!