Perslerden günümüze ulaşan, birçok mirası say say bitiremeyiz. Ancak, Perslerin belki de bu topraklardaki en ilginç izlerinden biri olan, eski Persçede Pairi Daeza, Yunancada Paradeisos denilen Cennet Bahçeleridir. Bu terim günümüzde, batıya “Paradise” doğuya ise “Firdevs” şeklinde yayılmıştır.
Efendim, yangınların geçmişine yaptığımız yolculukta, önce yangın kavramını bilimsel şekilde tanımlamış, sonra da eski çağlarda yaşayan insanların doğa ve çevre bilinci sayesinde hem kaliteli bir yaşam sürdüğünden hem de afetlerden daha az zarar gördüğünden bahsetmiştik.
Hem arkeolojik kalıntılardan hem de sözlü ve yazılı aktarımlardan, geçmiş toplumlar için doğal zenginlikler ve doğal güzelliklerin, bugün bizim için olduğundan daha kıymetli olduğunu, hepsinin insan yaşamında hayati öneme sahip olduğunu, bu sebeple insanların, bir kültür oluşturacak örgütlenmeyi başardığından beri, geçmişten gelen alışkanlıklarını devam ettirerek, sadece bu alanları sevip korumakla kalmadığını, üstüne buraları kutsallaştırıp, kendilerinden daha yukarıda bir yerde tanımlayıp, insanın etki alanının dışında bırakmayı başardıklarını, örnekler vererek anlatmıştık.
Şimdi buyurun, milattan önce birinci binyılın ortalarına gidelim. Giderken de bu zamandaki koşulları yaratan sürece bir göz atmayı ihmal etmeyelim. İkinci binyılın sonu oldukça kötü geçmişti. Birkaç yüzyıllık kuraklık, örgütlü devletleri oldukça zorlamış ve güçsüzleştirmiş, geçim kaynağı sınırlı ve gevşek örgütlenmiş toplumları ise yok olma noktasına getirmişti. Çantasını toplayan, demirini kapan yola düştü. Yolda bulduklarını yağmaladı, besin bulduğunda çaldı, karşı koyana saldırdı. Aynı bir bilardo oyunu gibi, sert bir vuruş tüm topları dağıttı. Devlet denilen sistem birçok yerde çöktü. Sistem olmayınca yazıya ihtiyaç kalmadı. Kayıt, arşiv, yasa hatta ücret listeleri bile yok oldu. Kısacası karanlık bir dönem başladı. Sonraki birkaç yüzyılda, değişen iklim ile besin bollaştı, göçün yaraları sarıldı, göçle gelen bilgi alışverişi işlevsel hale geldi. 9. yüzyıldan itibaren, başta Batı Anadolu olmak üzere, şanslı bölgelerde, sistem yeniden örgütlenmeye başladı. Karanlık aydınlanırken- sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş- kimi yerlerde küçük kent devletleri, örgütlenmekten başka çaresi olmayan coğrafyalarda ise büyük krallıklar ortaya çıktı. Ticaret yolları yeniden aktifleşti, güzergahlar ve ulaşım araçları gelişti ve bir daha aynı duruma düşmemek için gücünü toplayan her örgütlenme, yayılıp genişlemenin yollarını aramaya başladı. Kimi denizaşırı koloniler kurmaya, kimisi ise zengin toprakları ele geçirmek için savaşlar yapmaya karar verdi. İşte bu sürecin aktörlerinden birisi olan Persler de, milattan önce 546 yılında Lydia Krallığını yenerek Batı Anadolu’yu ele geçirdi. 334 yılına kadar da, yaklaşık iki yüzyıl yönetmeyi başardı.
Şimdi, elimizde neler var bakalım. Binyıllardır geleneksel şekilde korunan doğa ve çevre ve geçmişten ders almış, kendi coğrafyasından kilometrelerce uzaklara ulaşmış güçlü bir krallık. Eskimiş sistem doğru çöpe, yaşasın hatalarımızdan öğrendiğimiz tecrübeler.
Elbette, işgalci olarak Persler, bölgemize ve buradaki kültürlere çok zarar verir. Ancak, ne demiş atalarımız: yiğidi öldür, hakkını yeme. Persler, Anadolu’da, adına satraplık denen, bugün ise valilik olarak isimlendirebileceğimiz yönetim bölgeleri oluşturarak işe başlarlar. Valiler, direkt krala bağlıdır. Bu satraplıkları, bugün kültür bölgeleri olarak görmeye devam ediyoruz. Sonra, İzmir ile başkentleri Persepolis arasında düzenli bir yol ağı ve müthiş sistemli bir posta teşkilatı oluştururlar. Bugünkü karayolu ağımızın, büyük oranda Persler’den kalma güzergahları içerdiğini biliyoruz. Keza posta teşkilatı da o zamandan bu zaman gelişerek gelmiştir. Perslerden günümüze ulaşan, böyle önemli birçok mirası say say bitiremeyiz. Ancak, bugün üzerinde duracağımız konu, Perslerin belki de bu topraklardaki en ilginç izlerinden biri olan, eski Persçede Pairi Daeza, Yunancada Paradeisos denilen Cennet Bahçeleridir. Bu terim günümüzde, batıya “Paradise” doğuya ise “Firdevs” şeklinde yayılmıştır.
Kelime zamanla, her ne kadar “etrafı duvarla çevrili ve ortasında bir su kaynağı bulunan organize bahçeler” anlamına dönüşse de, aslında, ortaya çıktığı evrede, su ve bitki bakımından zengin doğal alanları tanımlamak için kullanılırdı. Eh, bu ortamın, hayvan bolluğu ve çeşitliliği açısından da çok kıymetli olacağını tahmin edersiniz.
İşte böyle alanlar, Persler tarafından, kralın özel mülkü olarak ilan edildiler. Buraya girebilmenin kabaca tek şartı vardı. Kral veya onun adına söz yetkisi olan bölge valisinden izin alacaksınız. İzin yoksa, giriş de yok. Mesela önemli bir konuksanız, bu alanlarda adınıza özel bir av partisi düzenlenebilirdi. Ancak, buraya davetsiz girebilenler de vardı. Eğer o bölgede yaşayan ve geçimini bu sulak alandan sağlayan bir köylüyseniz, sizin için değişen bir durum olmaz. Eski işinize aynen devam edebilirsiniz. Zira, Pers kralı dahil herkes iyi bilir ki, kimse geçim kaynağına zarar vermez, aksine üzerine titrer değil mi?
İşte bu alanlar, bu kural çerçevesinde, içeriye işi olmayanı sokmayarak ve ancak krallara layık bir güzellikte olduğunun altı çizilerek değerli hale getirildi ve korunmayı başardı. Evet, hem de günümüze kadar. Ülkemizdeki milli parkların, tabiat parklarının, tabiat koruma alanlarının, yaban hayatı geliştirme sahalarının, tabiat anıtlarının ve sulak alanların birçoğunun, birer eski Paradeisos olduğunu söylesem, sanırım demek istediğim anlaşılacaktır.
Persler gideli çok oldu, peki bunlar günümüze kadar nasıl korundu?
Eh o da bir sonraki yazının konusu olsun. Malum yerimiz dar.