Haftalardır soruyoruz: İnsan aklının gelişimi için bir arkeoloğa
danışmak gerekli midir?
Cevabımız hiç değişmedi. Evet, gereklidir. Hatta, arkeoloji
bilimi olmasa, insana dair her şeyi yanlış anlardık desek,
yeridir.
Cevabımız değişmedi ama bu cevabı verebilmek için daha
anlatacaklarımız çok. Yeni bilgilere geçmeden önce, eskilere kısa
bir bakış atalım.
İlk defa bilinçli bir şekilde alet üreten insan, yaklaşık 1-1.5
milyon yıl içerisinde alet teknolojisini geliştirmiş ve bir “av”
aleti üretmeyi başarmıştı. Bu sırada, Genel Zeka, Doğal Tarih
Zekası, Sosyal Zeka ve Teknik Zeka gelişmiş, biriken bilgiler
yoğunlaşarak insan beyninde ilk bilişsel patlamayı yaratmıştı.
Sentezli bilgilerle donanmış yeni insanın hayatı, elbette yeni
gelişmelere gebe…
Bu tarihte ortaya çıkan Homo Erektus, yani “Dik İnsana”, Allah,
yürü ya kulum demiş; o da adının hakkını vererek, Afrika’dan dışarı
çıkıp Asya ve Avrupa kıtalarına yayılmaya başlamıştı.
Geçtiğimiz yazıda ne dedik? Erektus, 2 milyon yıldan fazla
hayatta kalarak, gelmiş geçmiş en başarılı tür olma unvanını hak
ediyor. Haydi şimdi bu türün, uzun ömründeki en önemli
kazanımlarını, birlikte kutlayalım.
Dik İnsan, atalarının ürettiği iki önemli aleti -oldowan ve
acheulean- birer cebine koydu. Afrika’dan çıktı. Gidilecek güzergah
belli. Önce, Rift Vadisi’nden geçerek Levant’a ulaşması lazım.
Tabii o zaman, Ürdün, Filistin, İsrail, Suriye, Lübnan falan yok.
Yani pasaport kontrolünde oyalanmadan, Ürdün Nehrini kılavuz
tutarak bölgede gezebiliyorsunuz. Suriye’ye kadar geldiniz mi,
Fırat Nehri sizi karşılar. Nehri geçtiğinizde bir sonraki durağınız
Zagros-Toros dağ geçidi. Ah, canım okur; keşke bir zaman makinem
olsa. Sürekli geçmişe, farklı farklı tarihlere, ancak hep aynı yere
giderdim. Elimde bir torba çiğdem, bir büyük kase patlamış mısırla
birlikte bu geçidin yüksekçe bir yerine oturur; çağlar boyu, insan
türlerinin, kabilelerin, milletlerin, dostların ve de düşmanların,
yaptıkları yolculukları izler dururdum. Zira, bu geçidi aşmadan,
dünyada gidebileceğiniz yer sayısı oldukça kısıtlıdır. Aman yanlış
anlaşılma olmasın, Zagros-Toros geçidi farklı coğrafyalara giden
yolun kendisi değil, burası o yollara ulaşmak için başlangıç;
tabiri caizse “Sıfır Noktası”dır.
Bizim Homo Erektus’un, bu geçidi aştıktan sonra ne yapacağı, ona
kalmış. İster kuzey-doğuya yönelir, Gürcistan’ı Dmanisi (Geçit)
üzerinden aşıp, gittikçe yükselen dağlık bölgeler üzerinden, bin
bir zahmetle; isterse de batıya dönüp, Anadolu’nun zengin
kaynaklarından yiye içe, güneşin ve meltemin tadını çıkarta çıkarta
Avrupa’ya ulaşır. Ben karışmam, kendisi bilir.
Neyse, biz bu yolculuğu şimdilik bir kenara bırakalım. Dik duran
bu arkadaşımızın Yakındoğu’da neler yaptığına bir göz atalım.
Sonuçta bu bir seyahat değil, yayılım. Biz de yayılıp duralım.
Elimizde, Homo Erektus hakkında, arkeolojik olarak çok fazla
veri mevcut. Gruplar halinde hareket ettiklerini, hatta devasa
memelileri avlayabilecek kadar organize avcılar olduklarını falan
hep biliyoruz. Bunlarla birlikte, İsrail Ubeidiya, Türkiye Denizli
ve Gürcistan Dmanisi yerleşimlerinde bulduğumuz fosiller sayesinde;
boylarından kilolarına, gözlerinden saçlarına, hatta geçirdikleri
hastalıklara kadar nice özelliklerine hakimiz.
Aynı zamanda, Erektus’un Afrika’dan ayrılırken, atalarının
ürettikleri aletleri -yani alet üretme bilgisi ve teknolojisini-
yanlarına aldıklarını söylemiştik. Mekanını değiştiren insanla
birlikte, bu alet teknolojisi, yeni hammaddelere ve yeni besin
kaynaklarına göre gelişip çeşitlendi. Eğer insan türleri Afrika’da
kalsaydı; yani değişen coğrafya ve iklim olmasaydı, biz de
yerimizde sayar dururduk. Ne demişler? Coğrafya kaderdir. Ee, o
zaman, ne kadar çok coğrafya, o kadar fazla kader...
Ancak bunların hepsi bir yana, bugün burada, Erektus’tan
günümüzdeki bize, yani besin zincirinin en tepesine çıkmayı
başarmış “insana” giden yoldaki, olmazsa olmaz bir başka icada
dikkatinizi çekmek istiyorum: tanıştırayım canım, Ateş!
Efendim malumunuz, ateş doğadaki temel elementlerden birisidir.
Klişe repliğimizi hatırlayalım: Ateş, Su, Toprak, Hava! İnsan
bunları nasıl icat etsin, bunlar zaten var demeyin sakın. İnsanın
asıl icadı, bunları yönetebilmek. Çağlar boyunca çıkan tüm
savaşların, suyun ve toprağın yönetimi adına olduğunu, günümüzde
ise insan neslini ancak bunların üzerine yapılacak çalışmaların
kurtarabileceğini hatırlatırım. Başta hava olmak üzere, hepsinin
kirliliğine bir çare bulamazsak yok olacağımızı biliyorsunuz, değil
mi canım okur?
Neyse, “geleceği kurtarma” görevini başka bilimlere bırakalım,
biz geçmişi doğru okuma işimize geri dönelim. Ne demiştik efendim?
Ateşin icadı; daha doğrusu ateşi yönetmenin icadı.
Arkeolojik olarak bakılırsa, ilk “kontrollü yangın” kalıntıları,
günümüzden yaklaşık olarak 790 bin yıl öncesine aittir. Bu
tarihlerde, Ürdün Nehri’nin kıyısındaki geçici yerleşimlerde,
insanlar uzun süreler boyunca, aynı noktada ateşi yönetmeyi
başarmışlar. Farklı gruplar tarafından, dönüşümlü olarak kullanılan
bu geçici alanlarda, ateşin tek bir noktada yanması, en basit
anlatımıyla “ocak yerinin” belirli olması, ateşi kontrol
edebildiklerinin ve hatta yönetebildiklerinin en net delilidir.
Normalde ateş, doğada çeşitli şekillerde kendisini gösterir. Yani,
sıklıkla, ortalık birdenbire yanıverir. Bizim zeki atalarımız da,
yüzbinlerce sene, bu yangınların olumlu ve olumsuz, tüm sonuçlarını
görüp öğrendiler. Ateşin her şeyi kül etmesini, ölen ve yaralanan
insan ve diğer canlıları, kavrulan bitkileri, korkan-kaçışan
hayvanları seyrettiler; kuru ot görünce coşan, ağaç görünce
canlanan, kayalarla ve de özellikle suyla karşılaşınca sönen ateşi
dikkatlice izlediler. Bu ne müthiş bir silah: keşke bizim olsa.
Haydi size bir senaryo yazayım.
Bilim-kurgu hep geleceğe yönelik mi olacak, bizimkisi de bu sefer
geçmişe doğru aksın.
Belki de bir gün bir atamız, tepelerde saklanmış hayvanları
gözlerken şöyle bir sahneye denk geldi: Kopan bir kaya parçası,
başka kayalara çarpıp kıvılcım çıkardı ve etraftaki kuru otlar
birden tutuşuverdi. Eh, adı üstünde, Taş Devrinde yaşayan
atalarımızın, taştan daha iyi bildiği bir şey mi var? Bizimkisi,
bunun üzerine gidip bildiği bütün taş çeşitlerini deneyecek ve
eninde sonunda doğru kombinasyonu bulacaktır: Perit ve çakmaktaşı;
ne de güzel çakıyor.
Bu hikayem, en iyi senaryo ödülünü alamasa da, bizim Erektus
öyle ya da böyle ateşi üretmeyi ve her tarafı yakmadan, sınırlı bir
alanda onu kontrol etmeyi, yani ateşi yönetmeyi öğrendi sonuçta.
Peki, bu icat insan aklını ve dolayısıyla sonraki nesil ve türleri
nasıl etkiledi? O da bir sonraki yazıya…
Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!