Avlanması zor hayvanların diş ve boynuzlarından, bizi, aynı o hayvanlar gibi güçlü ve başarılı göstermesi adına çeşitli takılar yapıp kullandığımız söylenebilir. Ayrıca bu süsler, toplumsal statü göstermesi bakımından da önemlidir.
Giyim, kuşam ve aksesuarların tarihine yaptığımız yolculukta, geçtiğimiz yazıda, ilkel insanların ayakkabılarından bahsetmiştik.
Kısaca hatırlamak gerekirse; tarih öncesi dönemlerde sandaletler, çizmeler ve makosenler olmak üzere üç farklı ayakkabı tipi ile karşılaşıldığını ve Neandertallerden itibaren ayaklarımızı korumaya çalıştığımızı söylemek, yeterli olacaktır.
Haftalardır hazırlanıyoruz. Kıyafetleri giydik, ayakkabılar da tamam; şimdi sıra geldi azıcık süslenmeye… Ne? Süslenmeyi modern bir tercih mi sanıyordunuz? Yanıldınız. Çünkü, giyimin bizzat kendisi, korunma amacına olduğu kadar süs amacına da sahiptir. Bağlayın kemerleri, mağara insanının bijuteri mağazasına gidiyoruz.
Önce elimizdeki süsleri bir listeleyelim. Paleolitik Çağ’da; bilezik, başlık, pazubent, ayak bileği süsü, korse ve kolye veya bunların şeklinde parlak renkle vücut boyamaları ve döğme en sık karşımıza çıkan süsleme elemanlarıdır. Üstelik, günlük kullanım dışında, çeşitli törenlerde ve ritüellerde de bu süslerin kullanıldığı bilinmektedir.
Şimdi gelelim delillere. Tarih öncesi yerleşimlerinin neredeyse hemen hepsinden, çeşitli materyallerden yapılmış süslenme elemanları ele geçer. Ayrıca, Neandertaller ile birlikte başlayan ölü gömme adetleri sayesinde, bu tür süsler, aynı zamanda mezarlarda da bulunmaya başlar. Yaşayan insanın süslenmesi bir yana, ölülere bu tür uygulamalar yapmak, bilinç düzeyindeki gelişimi, soyut düşünme kabiliyetini ve tabii ki doğada insanların çok daha rahat bir yaşam imkanına kavuştuğunu gösterir. Zira, bir ölüyü süslemeye vakit ayırmak, hatta bazen gömülerde ikincil işlem yaparak bu vakti oldukça uzatmak, insanların beslenme ve barınma problemlerini kolayca hallettiğini, bu tür -hiçbir ihtiyacı karşılamayan- işlere zamanı kaldığını gösterir.
Kıyafetler, organik hammaddelerden üretildikleri için günümüze pek ulaşamaz. Ancak aynı şeyi, süslenme elemanları için söyleyemeyiz. Hem hammaddeleri hem de yapıları nedeniyle, ilkel insanlara ait çok sayıda takı çağlar boyunca korunmayı başarmıştır. Ayrıca, kendileri bir yana, çeşitli eserlerin üzerinde betimleri bile elimizde. Ne yani, kolye takan bir ilkel insan, yaptığı heykelde de, o kolyeyi göstermez mi?
Süslenmeye neden başladığımız, nice farklı fikri çarpıştıran, çok güzel bir sorudur. Elbette kimse kesin cevabı bilemese de, özellikle günümüzde ilkel yaşamı sürdüren toplulukları incelemek bazı cevapları ön plana çıkartabilir.
İlk başlarda, avlanması zor hayvanların diş ve boynuzlarından, bizi, aynı o hayvanlar gibi güçlü ve başarılı göstermesi adına çeşitli takılar yapıp kullandığımız söylenebilir. Ayrıca bu süsler, toplumsal statü göstermesi bakımından da önemlidir. Örneğin hayvan dişlerinden yapılan bilezikler ve kolyeler, bunları kullanan savaşçıların hangi kabileden olduğunu, öldürdükleri hayvanların sayısını gösterip, kahramanlıklarının derecesini belirtebilecek niteliktedir. Ey bizi gizli gizli gözleyen komşu; boynumdaki domuz dişlerinden yapılma kolyeyi gördün mü? Orada tam 25 domuzun dişi var. Yani, bize saldırmayı en az iki kere düşün derim. Zira, vahşi domuzlara bunu yapan ben, size neler yaparım kim bilir? Tabii aynı komşunun, eve düzenli et getiren iyi bir avcı olduğumu düşünüp benimle çocuk yapmak istemesi de olası. Her iki uygulama da geçmişten günümüze etnografik olarak gözlemlenebilir.
Bir de bunlara, atamız Homo Sapiens’in büyük beyninin yansımalarını ekleyelim. İster canlı ister ölü olalım, bedenlerimizi süsleyip ve çeşitli boyalarla renklendirip, doğanın bize biçtiği rolden ne kadar farklı olduğumuzu ilan etmemiz de Sapiens’in garipliklerinden biridir. Farklılaştırmayı öğrenmek, doğada var olan her şeyin en azından görünüşünü değiştirebilmeyi başarmak, geri dönülmez bir eşik olmuştur. Sapiens isterse, artık beyaz bir deniz kabuğu da kırmızı olabilir, bir fildişi de siyaha dönüşebilir. Ne acayip değil mi?
Takılar; deniz kabuğundan hayvan kemiklerine, tatlı su yumuşakçalarından akrep kabuklarına, aklınıza bir çırpıda gelemeyecek kadar çok çeşitli hammaddelerden üretilir. Özellikle deniz kabukları, hayvan dişleri ve çeşitli taşlardan yapılan boncukların, hammaddelerinin elde edildiği alanlardan yüzlerce kilometre uzaklarda bulunması, bu tür nesnelere gösterilen kıymeti açıkça ortaya koymaktadır. Mesela, Akdeniz kökenli birçok deniz kabuğunun, Batman’da bir höyükte bulunması gibi nice örnek sayılabilir. Bu tür buluntuların çokluğu, tarih öncesinde, bu boncukların aynı zamanda bir değiş-tokuş aracı olarak da kullanıldığını düşündürmektedir.
Buraya kadar gayet güzel geldik. Haydi şimdi, haftalardır biriktirdiklerimizi bir toparlayalım. Eldeki tüm veriler ışığında tarihöncesi giyim kuşam ve aksesuarlarını kategorize edelim.
Önce, üç temel ilkemiz vardı; ihtiyaç, baştan çıkarma ve hiyerarşi. Sonra bu ilkelere göre, çamur ve aşı boyası ile vücut kaplamaya ve boyamaya, devamında da çeşitli hammaddelerden kıyafet ve aksesuar üretmeye, ardından süslenmeye başladık. Bu ürünler, basitten karmaşığa, tek parçadan çok parçalıya, yalından süslüye doğru giderek gelişti ve değişti.
Aynı zamanda çıplaklık kavramının bu çağa damgasını vuran asıl unsur olduğunun altını da bir kez daha çizmek gerekir. İnsan; giderek geliştiği, bilinçlendiği ve besin zincirinde en tepeye yavaş yavaş çıktığı bu uzun evrede, başından itibaren kendi doğasına karşı gelmemiş, bedenini bizzat bir kıyafet veya aksesuar gibi kullanmayı bilmiştir.
Şimdi sıra geldi bambaşka bir şeyin, dokuma teknolojisinin peşine düşmeye.