Giyim kuşam ve aksesuarların tarihine yaptığımız yolculukta, geçtiğimiz yazıda “kültür nedir” sorusunun cevaplarını aramış ve insanın doğaya karşı verdiği tüm tepkileri “kültür” başlığı altında değerlendirmek gerekir diye kısa bir tanımda karar kılmıştık.
Bu tepkilerin belki de en ilginci, yüzbinlerce yılda ancak yatağını bulan, giyim kuşam kültürü olmalıdır.
Ne demiştik? “Doğadaki canlılardan çok azı görünümünü değiştirme çabası içindedir ve sadece insan, bunu yapabilmek için bir şeyler üretmeyi başarabilmiştir”. İyi de niye? Gerçekten, insan neden giyinir ki?
Giyinme olgusuna bugün bakıldığında, karşımıza sanki bir zorunluluk gibi çıkmaktadır. Ancak doğası gereği tüm canlıların, yaşadıkları iklim ve coğrafyaya göre şekillendikleri dikkate alındığında, insan için böyle bir zorunluluğun olmayacağını siz de tahmin edersiniz.
Çeşitli araştırmalardan anlaşıldığı üzere Homo türlerinin vücutları başlangıçta tüylerle kaplıydı. Bu sebeple vücudu dışarıdan bir şeyle sarmaya ihtiyacı yoktu. Zamanla değişen koşullara göre evrimleşen türler, bu tüylerin çoğunu kaybeder ancak keskin ve zorlayıcı yeni bir durum ortaya çıkana dek hiçbir şey değişmez. İnsanlar, tüylerini yitirmesine rağmen, birkaç milyon yıl boyunca oldukları gibi çıplak yaşamaya devam etmişlerdir.
Tabii ki bir neden yoksa, neden değişsin? İlkel insanın, biz modern (?) insanlar gibi, çıplaklık hakkında olumsuz bir düşüncesi yoktur ki. Tüm canlılar nasılsa, biz de öyleyiz. Her şey olması gerektiği gibi. Sıcak iklimlerde yaşayan ilk insanlar haliyle kesinlikle çıplaktı. Giysi kullanımını -ihtiyaç olmadığı için- milyonlarca yıl boyunca asla geliştirmediler.
Günümüzde insanların seçimleri, büyük ölçüde her iki cinsiyette de çıplaklığı büyük bir tabu olarak kabul eden, belli yer ve zamanlarda belirli kıyafet ve aksesuarların giyilmesini zorunlu kılan çeşitli toplumsal ve dini normlar tarafından belirlenir. Giyinme şeklimiz toplumdaki konumumuzu ve toplum tarafından kabulümüzü ifade eder. Modern insan, zorunluluktan ve verimlilikten giyinmeyi çoktan bıraktı, daha çok sosyal statüsüne ve ulusal kimliğine göre giyinmeye geçti. Örneğin bugün, baharın en sıcak günlerinde, kıyafetleriniz olmadan işe veya yemek yemeğe gidemezsiniz. Bu uygunsuz olarak kabul edilir. Toplumsal normlara (!) uymak için terlemeniz ve rahatsız olmanız gerekir.
Neyse efendim, modern dünyayı gömmeyi bırakalım da asıl işimize geri dönelim. Arkeologlar, tarihöncesi araştırmacıları, antropologlar, sosyologlar, felsefeciler, jeologlar, iklim bilimciler, hatta biyologlar araştırmış, deney yapmış, elindeki bilgileri karşılaştırmış; oturmuşlar, insanın neden giyim kuşam ve aksesuar ürettiğine dair üç temel güdünün belirleyici olduğunu ortaya koymuşlar. Yetmemiş bir de bu güdüleri; fayda/ihtiyaç ilkesi, baştan çıkarma (?) ilkesi ve hiyerarşik ilke olarak sıraya koymuşlar. Baştan çıkarma ilkesi için bir diğer isim önerisi üreme /çoğalma ilkesidir. Ancak ben ilkini kullanmayı tercih ediyorum. Baştan çıkarma terimi, üretilme nedenini daha net ifade ediyor bence.
Yani sevgili okur, bilim diyor ki insan, başlangıcından bugüne; iklimsel ve coğrafi koşullar başta olmak üzere, çeşitli zorlayıcı durumların ortaya çıkardığı ihtiyaçlara yönelik, üreme ve çoğalmayı arttırmaya yönelik veya toplumsal statüsünü belirtmeye yönelik şekilde, ya da bunların birkaçını aynı anda içeren nedenlerle giyim-kuşam ve aksesuar üretmiş olmalıdır. Aferin şu bilime, ne de güzel söylüyor.
Eh, madem giyinmeyi başlatan sebepleri bulduk. Şimdi onların altını, arkeolojik veri ve buluntularla doldurma zamanı. Bakalım geçmişin kalıntıları önümüzdeki yazıda bize ne gösterecek.
Söylencemiz Sürecek. VİYA BÖYLE!