Ölüler ülkesi yazıları... Nerede o eski güzel dünya? - I
E neresi güzel bu geçmişin? Başta iyi gidiyordu tamam ama ya sonrası? Durun durun geçmişteki o güzel günleri bulacağım. Biraz daha ileri saralım tarihi, bu sefer olacak gibi.
İnsan korkak bir hayvandır. Korkar sinirlenir, sinirlendikçe
daha çok korkar, korktukça daha çok sinirlenir. Eğitimsizi
bilgiden, yalnızı kalabalıktan, yerleşiği gezmekten, göçebesi
durmaktan, bekarı evlenmekten, evlisi ayrılmaktan korkar. Herkes
farklı bir şeylerden korkar korkmasına ama asıl “bilinmezin”
yarattığı korku hepimizin ortak belasıdır. İşte bu sebeple “İnsan
bilmediği şeyden korkar” derler.
İnsanlar neden sürekli güzel bir geçmişten bahsederler hiç
düşündünüz mü? Çevrenizden sık sık duyduğunuz cümlelerden birkaçını
yazayım buraya; “Ahh eskiden böyle miydi?”, “Nerede o eski
bayramlar?”, “Bizim zamanımızda kapı baca hiç kitlenmezdi”,
"Eskiden komşuluk vardı” gibi güzellemeler sürer gider. Bu
sözlerden, sanki güzel olan şeylerin tamamı günümüze yaklaştıkça
bozuluyor, her gün bir öncekinden kötü oluyor gibi bir anlam
çıkarılabilir. Aslında dünya tarihine şöyle bir baktığımızda, başta
insan yaşamı olmak üzere hiçbir şeyin doğrusal bir çizgi
izlemediği, düz bir şekilde ilerlemediği görülebilir. Büyük gelişim
evreleri, bozulmalar, yıkımlar, kısa veya uzun hareketsiz dönemler
sürekli vardır ve bunlar üç ileri-beş geri dönüp dururlar.
Mesela Taş Devri'ne gidelim, insanlığın en başlarına. Isınan
iklim, bol yağış, artan bitki ve hayvan çeşitliliği. Kalabalık
gruplar halinde geziyoruz, kararları birlikte alıyoruz. Gruptaki
herkes bir işin ucundan tutuyor hatta işini -bir nedenden dolayı-
yapamayan olursa bir diğeri hemen yerini dolduruyor. Çocuklara
birlikte bakıyor, birlikte avlanıyor, birlikte topluyoruz. Üremeye
devam edebilmek için bizim gibi başka grupların da olması çok
önemli. Birbirimizle her karşılaştığımızda şölen yapıyoruz. Değiş
tokuş edilen kıymetli taşlar, kemikler; tarif edilen yollar, dağlar
ve nehirler; ay ışığında karşılıklı verilen öpücükler, uzun uzun
geceler… Ne güzelmiş bu günler derken buzul geliyor. Hava çok
soğudu, yağış azaldı. Artık toplayacak bitki bulmak zor ve bu
havada yaşamayı başaran hayvanları avlamak ise çok daha zor. Çoğu
sürü halinde yaşıyor birbirlerini kolluyorlar. Hele bazıları devasa
boyları ve ağır hareketleri ile çok ürkütücü. Bu hayvanları
ancak çok kalabalık olursak avlayabiliyoruz. Evet bu koşullar
grubumuzun daha kalabalık olmasını zorunlu kıldı ama artık diğer
gruplardan o kadar da hoşlanmıyoruz. Çünkü besin çok az ve hepimize
yetmiyor. Çünkü diğerleri yemeğimizi çalıyorlar. O geçen günkü
mamutu biz öldürmeyi başarmıştık, onlar uçurumun altına bizden önce
varıp etimizi ve kürkümüzü çaldılar. Şimdi mağaralarına hepsini
geri almaya gidiyoruz…
Hayda! Bu örnek olmadı. Acaba çok mu geriye gittik insanlığın
tarihinde. E biraz ileri saralım o vakit.
Mesela Kalkolitik Çağ’da ortaya çıkan servet birikiminin üstüne
500 yıllık mükemmel bir iklimin olduğu İlk Tunç Çağ’ında,
Anadolu’da yaşamak şahane bir şey olsa gerek ne dersiniz? Bu
zamanda mı acaba o eski güzel günler? Deniz kıyıları, ovalar,
meralar, geçiş güzergahları iskan edilmiş. Karada hayvanlar,
denizde yelkenliler sürekli bir şeyler taşıyıp duruyor. Besin bol;
üstüne yeni öğrendiğim madenler ve bu madenlerden yapılan hayat
kolaylaştıran alet edevat, bir de ürettiğim çeşit çeşit kumaşlar.
Sonra ticaret; bendekileri almak için uzak diyarlardan gelenlerin
getirdiği çeşitli meyveler, sebzeler, sarhoş eden içecekler, parıl
parıl parlayan altınlar gümüşler, masmavi lapis lazuliler,
kıpkırmızı mercan taşları. Ne oldu bu bolluk bu zenginlik? Servet
birkaç kişinin elinde toplandı, kamusal alanlar yerlerini
saraylara, güzel binalar yerlerini savunma duvarlarına bıraktı.
Olan-olmayan-olmasını isteyen kim varsa tekmili birden birbirlerine
girdiler, savaş kaos eyvah derken bir çağ büyük bir gürültüyle
kapandı. Yıkımın etkisi o kadar fazlaydı ki, insanlık en az 3 bin
senedir bildiği-kullandığı yazıyı kaybetti. Okuma yazma bilen
nüfusu kaybetti, yazıya ihtiyaç duyan sistemi kaybetti.
Pieter Bruegel, Ölümün Zaferi, 1562
E neresi güzel bu geçmişin? Başta iyi gidiyordu tamam ama ya
sonrası? Durun durun geçmişteki o güzel günleri bulacağım. Biraz
daha ileri saralım tarihi, bu sefer olacak gibi.
Tüm Avrupa ayakta, coğrafi keşifler binlerce ürünü Avrupa
pazarlarına doldurmuş, bu bolluk engizisyonun karanlığını bir parça
unutturmaya başlamışken tüccarlar birikimlerini bilime ve sanata
yatırmaya karar verdiler. Önde aklı başında din adamları, arkasında
bilim ve sanat insanları, önce reform hareketi ile kilisenin toplum
üzerindeki baskısını kaldırarak inancı ve insanları özgür
bıraktılar, sonra bu ortamda yetişen yeni neslin geçmişle bağını
yeniden kurarak toplumu olumlu yönde şekillendirmeyi başardılar.
Savaşı, açlığı, vebayı ve bağnazlığı; kısacası karanlığı
sonlandırdılar. Artık sanatla yetişen ve rotasını bilime çevirmiş
yeni Avrupalılar vardı. Özgür düşünce sayesinde her şey
sorgulanmaya başlandı. Bir yanda geçmişin kapıları aralanırken
diğer yanda insanlığı geleceğe taşıyacak buluş ve keşifler birbiri
ardına patlıyordu. Bilim, tarihte ilk kez bu kadar geniş bir
coğrafyada üstünlüğü ele geçiriyordu. İnsanlığın artık barış
içinde, mutlu ve huzurlu yaşaması için her şey hazırdı… Derken
insanlar burada bir çıkar gördüler ve bilgiyi kendilerini üstün
yapmak için kullanmaya karar verdiler. Sonrası iki dünya savaşı,
milyonlarca ölü, bozulan ve bir daha asla düzelmeyen barış ve
huzur.
Yok bu örnek de olmadı. Halbuki güzel başlamıştık ama ne yazık
ki güzel sonlanmadı. Ne yapalım sevgili okuyucu, bulamadık o eski
güzel günleri. Bulamadık ama suç bizde olmasa gerek. Acaba yanlış
yere mi bakıyoruz? Geriye değil de ileriye mi baksak?
Devamı bir sonraki yazımıza. Söylencemiz sürecek. Viya
böyle!