Ölüler ülkesi yazıları... Savaşta yasalar susar mı?
Roma içerideki karmaşaya rağmen tüm bunlarla nasıl başa çıktı? Nasıl hepsinden bir fayda sağladı, nasıl bir yandan yeni bir yönetim inşa ederken diğer yandan genişledi ve büyüdü? Bu sorunun bir tane cevabı var. Ama o cevaptan Roma’da onlarca var. Tanıştırayım efendim; Meclis.
Düzenli okuyucular önceki yazılardan hatırlayacaktır; Roma’da
kocaman iki yüzyıl, Plebler ve Patriciler arasında çatışma ile
geçti. Sonraki iki yüzyıl da yeni ortaya çıkan sınıfların birbiri
ile mücadelesine sahne oldu. Sanırsın dört yüzyıl boyunca
cumhuriyet sadece kendi sorunlarıyla uğraşmış, dışarıda olup bitene
kayıtsız kalmış. Değil efendim öyle değil. Cumhuriyet kurumlarıyla
yaşar ve her bir kurumun kendi görev ve yetki alanı vardır.
Sınıfların mücadelesi demokratik bir cumhuriyete giden yolu inşa
ederken, diğer yandan tüm kurumlar işlerine devam ettiler.
Efendim Veii savaşları, sonra Keltlerin istilası, üstüne Samnit
savaşları derken anavatan hep karışıktı, e Anadolu’ya doğru
yayılalım desek Pontos Kralı Mithridates başımızın belası. Diğer
tarafta Kartacası var, Makedonyası var, e bir de meşhur köle
isyanları var. Peki Roma içerideki bu karmaşaya rağmen tüm bunlarla
nasıl başa çıktı? Nasıl hepsinden bir fayda sağladı, nasıl bir
yandan yeni bir yönetim inşa ederken diğer yandan genişledi ve
büyüdü? Bu sorunun bir tane cevabı var. Ama o cevaptan Roma’da
onlarca var. Tanıştırayım efendim; Meclis.
Meclis ama hangi meclis? Roma’nın kabilelerinin oluşturduğu
“Comitia Tributa” mı? Savaş kararlarının bile ilk tartışıldığı yer
olan, 193 Patrici ve Plebden oluşan “Comitia Centuriata” mı?
Kanunların yapıldığı “Comitia Curiata” mı? Yoksa hepsinin üstünde
onay makamı gibi çalışan “Senato” mu? Doğru cevabı veriyorum. Adını
anamadığımız niceleriyle birlikte, hepsi. Günlük problemler için,
coğrafi bölgeler için, askeri konular için, ekonomi için, yasama
için, yürütme için ve akla gelmeyecek başka başka konular için
çeşitli meclisler Roma Cumhuriyeti'nin kalbini oluşturuyordu. Bir
yurttaş iki gerçeğin farkındaydı. Birincisi her sorun ilgili
mecliste çözülebilir, ikincisi tüm yurttaşlar yönetimde söz sahibi
olabilir. İster yaşadığın bölgenin çıkarlarını koru, istersen
içinde bulunduğun sınıfın haklarını savun, ister kaybedilen bir
savaşta yapılan hataları tartış, istersen yeni ele geçirilmiş
toprakların dağıtılmasını oyla, meclis bunun için var ve sen de
kendin ve cumhuriyet için orada olmalısın.
Cumhuriyetin bu derece kuvvetli olmasının en önemli iki nedeni,
aradan geçen binlerce yıla rağmen bugün bile geçerliliğini koruyor.
Bunlardan birincisi, tahmin edebileceğiniz üzere, halkın yönetime
direkt katılmasıdır. Büyüklüğüne ve önemine bakılmaksızın hemen her
mevkide halk kendi yöneticilerini seçince, hem mevcut sorunların
çözümü hem de işleyişin geliştirilmesi için devamlı bir iletişim ve
denetleme mekanizması kendiliğinden oluşuyor. Eh yönetme işinde
başarının anahtarı yönetilenlerle iletişimin kuvvetli olmasından ve
sürecin denetlenebilir olmasından geçmiyor mu?
Cumhuriyetin başarısındaki ikincisi önemli husus da yasaları
halkın kendisinin belirlemesidir. Halkın yasa yapım sürecine dahil
edilmesi, vatandaş ve toplum çıkarının dengelenmesini sağlar. Bir
yasanın aynı anda kişiyi de devleti de koruyup geliştirmesi ne
güzel şey. Birden fazla aşama içeren bu sürecin her noktası günümüz
için bir ders niteliğindedir. Öncelikle, yasa önerileri tek konuyla
ya da birbiri ile sıkı ilişkide olan konularla sınırlandırılmıştır.
Sonra, yasa önerilerinin getirilmesi ve oylanması arasında uzun bir
süre vardır. Son olarak da oylamalar gizli ve yazılı biçimde
yapılır. Böylece özgün, üzerine çok kafa patlatıldığı için yapıcı,
kapsayıcı ve siyasi nüfus sahibi olanların etkisinden uzak, net
çözümler sunan toplumcu kanunlar ortaya çıkar. Bugün, toplumsal
özgürlüklerin temeli olarak kabul edilen bu süreç hala çağdaş
demokrasilerde vazgeçilmez durumdadır.
Şimdi meclislerin ve yasa yapıcılığının önemini daha iyi anlamak
için küçük bir deney yapalım, kendimizi eğitimli bir Romalının
yerine koyalım. Kapayın gözlerinizi, askeri bir meclise gidiyoruz.
Fenike kolonisi Kartaca ile yaptığımız savaşta yenildik. Şimdi
suçluyu aramanın, bir birliğe ya da komutana hesap sormanın vakti
değil. Önce neden yenildiğimizi bir anlayalım. Hımm, Kartacalıların
gemileri bizden süratli ve manevra kabiliyeti yüksek. Aynı zamanda
savaştığımız denizleri bizden iyi tanıyorlar. Bu iki temel problemi
ortadan kaldırmadıktan sonra zafer kazanmak mümkün değil. Konuya
farklı açılardan bakan insanlar bir bir söz aldılar, çözüm
önerilerini kendi alanları açısından detaylı bir şekilde
aktardılar. Bunun üzerine küçük meclisimiz bazı önemli kararlar
aldı. Şimdi sıra, bu kararları ilgili diğer meclislere onaylatmada
ve uygulamada. Önce Kartacallılar ile bir barış imzalanmalı ki bu
bize eksiğimizi kapatmak için zaman kazandırsın, bu karar
gerekçeleri ile birlikte savaş karalarının alındığı meclise
sunulmalı. Barış sağlandıktan sonra, hem barışı perçinlemek hem de
denizin huyunu suyunu iyice bir bellemek için iki ülke arasında
ticaret imkanı yaratmalı. Bu konu çok önemli olduğu için
Kartacalılara bolca imtiyaz verilmesinde bir sakınca yok, nasılsa
verdiklerimizi ilerde fazlasıyla geri alacağız. Hoop, bu konudaki
karar da açıklamalarıyla birlikte ekonomi ve dış ilişkilerin
görüşüldüğü meclislere iletilsin. Üçüncü olarak savaş gemilerimizi
mutlaka yenilemeliyiz. Bu durum için çok aşamalı bir yol izlemek
gerekir, bir taraftan gemi yapımı için bütçe oluşturmalı, diğer
taraftan teknik bilgileri edinmenin bir yolunu bulmalı. Acaba ortak
bir düşman yaratıp, Kartaca ile birlikte o düşmana mı saldırsak?
Böylece gemilerine ve gemi teknolojilerine bir müttefik olarak
rahatlıkla ulaşabiliriz. Sevdim bu fikri; sen arkadaşım hemen bütçe
komisyonuna, diğer arkadaşım da savaş meclisine, koşturun. Bir an
önce bu kararlar onaylanıp uygulamaya konmalı. Bekle bizi Kartaca,
geliyoruz.
Fenike Savaş Gemisi
Deneyimizi ünlü hatip Cicero’nun sözleriyle perçinleyelim.
İstersek şu uzun cümlesini alıntılayabiliriz; “Cumhuriyet halkın
işidir; halk, herhangi bir şekilde bağlantılı tüm insan gruplarını
değil, ancak hukuk ve haklar konusunda ortak bir anlaşmaya varmış,
karşılıklı menfaatlere katılmaya istekli birçok insanın bir araya
gelmesidir”. Ya da tüm süreci özetleyen bu kısa cümleyi de
kendimize referans alabiliriz; “Bütün büyük işler, küçük
başlangıçlarla olur”.
Şimdi sevgili okuyucum haklı olarak soracak; madem her şey böyle
tıkır tıkır işliyor, bu Cumhuriyet neden battı? Efendim dünya
dönüyor mu desem, her şeyin bir sonu vardır mı desem, diyalektik mi
desem, yoksa yapılan hataları bir bir mi sıralasam? En iyisi
mi hepsini bir sonraki yazıya bırakalım, bakalım halimiz nece
olacak?