İnsanın, diğer tüm canlılar gibi, olmazsa olmaz üç temel ihtiyacı vardır. Beslenmek, barınmak ve üremek. Milyon yıl sonra kendi evimizi yapıp barınmayı çözdük çözmesine ama, geri kalanlar için hâlâ kadınların eline bakıyoruz. Onlar varsa tarladaki tohumlar bitkiye, insandaki tohumlar bebeğe dönüşüyor.
Günümüzden yaklaşık 26.000-23.000 yıl önce, soğuk hava zirveye
varır. Ohh, gidecek yeri kalmadı. Bu demektir ki, dünya artık daha
fazla soğumayacak. Sıcaklık yavaş yavaş yükseliyor; her yükselme
bol yağış, her yağış ise daha bol besin demektir.
Avcı-toplayıcı-göçebe hanımlar müjde, bitkiler ayağınıza geldi;
otsu bitkiler, bademgiller, fıstıkgiller, baklagiller: Beş dakikada
toplanır, hemen yenmeye başlanır. (Önemli not: üstteki paragrafı
Overlokçu sesiyle okuyunuz)
Eh, tabii ki bu bitkilerle beslenen hayvanlar da çoğalacak,
böylece ortaya çıkan bol besin de göçebe gruplara, yerleşimden çok
uzaklaşmadan karınlarını doyurma imkanı sağlayacaktır.
Tarihte önemli bir dönüm noktasının başlangıcındayız. Isınan
hava, insan topluluklarını mağara ve kaya sığınaklarından dışarı
çıkarmış, bol besin ise aynı yerde daha uzun süre konaklama imkanı
sağlamıştır. Böylece, bugün adına yarı yerleşik dediğimiz bir yaşam
başlamıştır. Ancak, iklim yine de tutarsız ve zorlayıcıdır. Aynı
yerde uzun süre konaklama; başta etraftaki kaynakları tanıma ve
daha etkin kullanma olmak üzere, gruplar arası iletişimde,
ticarette, düzenli ritüeller gerçekleştirmede ve açık alan
mimarisinde büyük gelişimlerin önünü açar. İnsan artık daha
organize ve daha sistemlidir. Üstüne üstlük, iklimdeki tutarsızlık,
aynı insanları, açık alanda üç boyutlu bir yaşam kurmak için her
türlü koşula dayanıklı ve bilinçli olmaya zorlar. Salon insanı
değil, sokak çocuğuyuz artık. Vay bizi tutabilene!
Bir çizgi filmde, hızla koşup uzaklaşmadan önce ayaklarını yere
arka arkaya vuran bir karakter misali, 10 bin yıldan fazla süren bu
dönemde, olduğumuz yerde tepindik. Sonra bu ivmeyle bir hızlandık
ki dostlar; devrimlerin ilkini gerçekleştirip, koca dünyaya çağ
atlatıverdik. Hoş geldin Neolitik, hoş geldin geri dönülmez
eşik.
Neolitik Diaoram, Inner Mongolia Museum,
Çin.
Neolitik Çağ, içinde yaşadığımız coğrafyada üretilmiş ve
dünyanın geri kalanı tarafından (ç)alınan bir süreçtir. İnsanlar,
Mezopotamya’da, Levant’da ve Anadolu’da, önce yerleşik hayata
geçerek çağı başlatmış, kalıcı köyler kurmuş, taştan, ahşaptan ve
topraktan konutlar, kamusal alanlar ve yapılar dikmiş; sonra birkaç
binyıl içinde bitkileri kültüre almayı, hayvanları evcilleştirmeyi,
topraktan kaplar üretmeyi, maden kullanmayı ve kumaş dokumayı
öğrenmiştir. Sonra bu bilgiler, bir gruptan diğerine, bir köyden
ötekine, bir kayıktan ötedeki kumsala yayılıp gitmiştir.
Yayılmanın, bir dedikodu gibi hızlı olduğunu düşünmeyesin sevgili
okur; Mezopotamya’da ilk yerleşik köyler günümüzden 12-13 binyıl
önce kurulmuşken, Almanya’da milattan önce 4. binlerde hâlâ
mağaralarda yaşayan gruplar vardı.
Yani bugünkü, bir tarafta açlık ve susuzluk ile mücadele edip
hayatta kalmaya çalışan Afrikalılar ile diğer tarafta, uzaya zevk
için elektrikli araba yollayan müptezellerin aynı çağda yaşadığı
gerçeği gibi, o zaman da coğrafya kaderdi. Gözün kör olsun
dünya, binlerce yıldır hiç değişmemişsin.
Neyse efendim biz dönelim kadınlara. Zaten milyon yıldır
toplayıcılık onlarda: Armuta, asmaya, ebegümeciye ismini onlar
vermiş; ısırgandan, zakkumdan, baldırandan uzak durmamızı onlar
öğütlemişti. Yarı yerleşik hayatta, buğdaygillerle, baklagillerle
pek bir haşır neşir olmuşlar: Tam yerleşik köylerde ise, bir
bitkinin, bir meyvenin yanında onlarca dört mevsim geçirerek, bir
tohumun döngüsünü en yakından gözleyivermişlerdi. Aa, aynı bir
bebeğin rahimde büyümesi gibi…
Ailenin beslenmesinin milyonlarca yıllık yükünü, yeni bir yol
bularak kaldıracak olan yine kadınlardır. Tohum, fidan, gövde,
meyve döngüsünü çözen kadınlar, deneme yanılma yöntemiyle, doğru
ekim zamanlarını da keşfedecek, böylece, doğanın verdiklerinin
yanına, kendi diktiklerini de ekleyecektir.
Hiç olmadığı kadar bol bitki, üstüne evcil hayvan sürüleri;
besin artar da nüfus artmaz mı? İnsanlar şu kadim gerçeğin farkına
varacaklar: İnsanın üremesi ile besinin bollaşması aynı şeydir.
Ailede bereket, toprakta berekettir. Eh, bunların hepsini de
kadınlar başarıyor, o zaman kadının kendisi bizzat berekettir.
Bir de başka bir gerçeği araya sıkıştırıverelim. Evcilleştirme
veya kültüre alma, sadece besinle alakalı değildir, bir formüldür.
İhtiyacına göre kullan dur. Mesela, aynı formülü keten bitkisine
uygulayalım. Kontrollü ekilmiş, ihtiyacımız kadar keten. Önce suda
çürüt, sonra döv-ez, sonra tara, liflerini döndür döndür-sıkıştır,
standart ipe merhaba deyin. Bir de bu koyun ve keçiye
evcilleştikten sonra bir haller oldu, sepsert kılları yumuşadı, yün
oldu. Üstelik bunları da döndürdükçe ip yapabiliyorum.
Peki bu ipleri dokuyarak hanenin ihtiyacı olan kıyafeti,
aksesuarı, hatta ölüler için kefeni kim elde ediyor? Bildiniz,
kadınlar. Peki toprağı şekillendirip, yine haneye yetecek kadar kap
kacağı kim üretiyor. Tabii ki yine kadınlar.
Gelin elimizdekileri alt alta toplayalım. İnsanın, diğer tüm
canlılar gibi, olmazsa olmaz üç temel ihtiyacı vardır. Beslenmek,
barınmak ve üremek. Milyon yıl sonra kendi evimizi yapıp barınmayı
çözdük çözmesine ama, geri kalanlar için hâlâ kadınların eline
bakıyoruz. Onlar varsa tarladaki tohumlar bitkiye, insandaki
tohumlar bebeğe dönüşüyor.
Haydi bir seviye ilerleyelim. Bu kadar düzenli köylerimiz
varken, hem birbirimize iyice bağlanmak hem de civardaki komşular
ile aramızı sıkılaştırmak için neye ihtiyacımız var? Bayramlara.
Peki sizce bu koşullarda neyin kutlaması yapılır? Mevsimlerin
dönüşüne, soğukların bitip havanın ısınmasına, doğanın uyanışına,
toprağın coşmasına, bitkilerin fışkırmasına, yavru kuzuların
oğlakların sürüyü doldurmasına ve bunlara yol açan kadınların
gelecek nesilleri yaratmasına, binlerce yıldır sevinip durmuyor
muyuz? Hıdırellez’i, Nevruz’u, Holi’yi, Sakura’yı, Las Fallas’ı,
Songkran’ı dünkü çocuk mu sandınız?
Karnında tohum taşıyan kadın heykelciği, Çatalhöyük
2002
Bu haftaki yazımızın sonlarına gelirken, kadının Neolitik
Çağ’daki önemini en net belgeleyen delile; tüm neolitik
yerleşimlerin, doğaya hükmeden ve aynı anda doğuran kadın
heykelleri ile dolu olduğuna -zaten iyi bildiğiniz için- vurgu
yapmaya gerek duymadım. Ancak tüm derdimizi tek başına anlatan bir
heykeli de söylemeden geçmek olmaz. 2002 yılında Çatalhöyük’te,
karnına özenle bir tohum tanesi yerleştirilmiş kadın heykeli
bulunmuştu. Başka söze gerek yok. Islıklar, alkışlar, perde iner,
kapanış.
Efendim, adet olduğu üzere, bundan sonra olacaklara dair bir
“spoiler” vermek lazım, hem de bu sayede kadınlara bir uyarı
sinyali göndermeye çalışayım. Gelecek yazımızda, erkekler büyük bir
atak yapıp kadını kamusal alandan dışarı çıkartmaya çalışacaklar.
Bakalım başarabilecekler mi?