Ölüm siyaseti ya da siyasetin ölümü

Psikanalist Fethi Benslama’nın klinikle toplumsalı buluşturduğu çalışması Ölüm Siyaseti: Cihatçı “Üst-Müslümanlar” İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Benslama’nın oldukça güncel ve küresel bir sorun olan cihatçılık üzerine yoğunlaştığı bu çalışmasının odak noktasını, “üst-Müslüman” kavramsallaştırması oluşturuyor.

Abone ol

Kerem Yılmaz

DUVAR - Çağımızın en önemli psikanalistlerinden Tunuslu Fethi Benslama’nın klinikle toplumsalı buluşturduğu çalışması Ölüm Siyaseti: Cihatçı “Üst-Müslümanlar” İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz mart ayında yayımlandı. Benslama’nın oldukça güncel ve küresel bir sorun olan cihatçılık üzerine yoğunlaştığı bu çalışmasının odak noktasını, “üst-Müslüman” kavramsallaştırması oluşturuyor.

Yazara göre, tüm kesinliklerin bir bir avuçlardan kayıp gittiği, kimlik arayışlarının sürekli boşa çıktığı bir dönemde, İslamcılık, Müslüman’ın “iç düşman”ı kavramını işe koştu ve bu kavram Üst-Müslüman “saplantı”sının yeşerip filiz vermesini sağladı. Sonunda bugün tüm dünyaya korku yayan ve hemen hemen terörize edilmedik bir alan bırakmayan bir cihatçı tipi ortaya çıktı.

Fethi Benslama bu hem olağanüstü çapraşık hem de artık gündelik hayatımızın – sürekli bir terör saldırısı korkusuyla diken üstünde beklediğimiz dönemleri hatırlayın – bir parçası haline gelen olgunun ne sadece toplumsal ne de sadece bireysel, psikolojik etkenlerle açıklanabileceğinin farkında. Bu sebeple de olgunun bireysel düzeyde klinik incelemesinin yanı sıra İslamcılığın icadı, köktenciliğin bir tehdit olarak ortaya çıkışı gibi süreçlerin de tarihsel ve toplumsal analizlerini yaparak bu olguyu açıklama görevini üstleniyor. Nitekim kitabın ilk bölümü köktencileşmeyi iki düzeyde, bir tehdit olarak ve bir semptom olarak inceliyor ve ikinci bölüm ise üst-Müslüman olgusunun İslamcılığın kanatlarında nasıl yükseldiğini anlamaya çalışıyor.

Köktencileşmenin bir tehdit olarak ortaya çıkışı sürekli bir korku atmosferini hayatımıza hakim kıldı ve dünyayı 'kör terörizm'e, yani sürekli terörizmin hedefi olma ihtimali ve korkusu altında yaşamaya aşina kıldı. Dolayısıyla burada mevzubahis olan yalnızca 'olağanüstü hal'i olağan gören sürekli teyakkuz halindeki bir devletle sınırlı değildir, mesele aynı zamanda, kırımı bir gösteri haline getiren, beşeri adaletin kılını kıpırdatamadığı yıkıcı bir terörün pervasız aktörleri olan cihatçıların güç gösterisinin hedefi olan tüm insanları da yakından ilgilendirir.

Ölüm Siyaseti-Cihatçı Üst Müslümanlar, Fethi Benslama, çev: Orçun Türkay, 101 syf., İletişim Yayınları, 2018.

İÇİMİZE DOLUP İÇİMİZDEN TAŞAN TANRI

Benslama, mesleğinde ustalık dönemine gelmeden önceki zamanlarında köktenci gençleri 'taşkınlar' (enthousiastes) olarak adlandırdığını belirtiyor. Aslına bakarsanız bu da oldukça yerinde bir tabir, zira enthousiaste kelimesinin kökenini en ve theos (tanrı) kelimesi oluşturuyor, yani bu kelime kişisinin içinde hüküm süren tanrının krallığına işaret ediyor. Cihatçılar örneğinde bu içe dolan tanrı bir yanardağ gibi ateşini ve gazabını Üst-Müslüman kimliğini sahiplenen gençlerin bedenleri aracılığıyla 'günahkâr' dünyaya püskürtüyor.

Bu taşkın, agresif, tanrılarının verdiği yetkeyle dolup taşan cihatçı Üst-Müslüman gençlerde bir semptom olarak köktencileşmeye rastlanmasının en önemli sebebi ise 'aşağılık bunalımı' olarak tanımlanan şeye tekabül eden bir varoluş sancısı. Din, burada, kendini değersiz hisseden, yersiz yurtsuz özneyi tabiri caizse tanrı-kente, yani aşkınlığın en üst katına uçuruyor. Tam bu noktada anlam arayışı haz arayışıyla birleşiyor ve bu arayışın aşırılığı özneyi kendi kendini yok etmekten zevk alma noktasına vardırıyor.

Benslama’nın analizini değerli kılan en önemli unsur, köktencileşmeyi 'İslamcılığın rengine kanan gençlerin ergenlik sıkıntıları'na bağlamakla yetinmemesi, yani olguya çoklu nedenselliğin merceğinden bakmayı tercih etmesi. Bu çoklu nedensellik doğrultusunda belirtilmesi gereken, köktenciliğin günümüz İslam coğrafyasında ekolojik bir yuva bulduğu gerçeği. Yazara göre Müslüman alemi bir uygarlık bunalımı yaşıyor ve köktencileşme ve Üst-Müslümanlık anlayışı da bu bunalımın bir ürünü.

ÇOK MÜSLÜMAN OLMAK LAZIM, ÇOK!

Benslama Üst-Müslümanlık kavramını, “bir Müslüman’ı, çok daha fazla Müslüman olması gereken bir Müslüman tasarımı aracılığıyla, olduğu haliyle kendi Müslümanlığını aşmaya iten baskı” olarak tanımlıyor. Burada ortaya çıkan Müslümanlık, kadim 'alçakgönüllü' Müslümanlığın zıttı olan, İslam gururunu tüm dünyaya pazarlamaya çalışan bir Müslümanlık. İslamcılığı bu saldırgan tavrı takınmaya iten şey, sekülerleşmenin baskısı altında hissedilen kimlik kaybı duygusu. Bu anlamda 1924 yılı, 624 yıllık, son İslami imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye’de ilk laik devletin kuruluşu sebebiyle tartışmasız bir dönüm noktası. Müslüman Kardeşler’in 1928 yılında kurulması ve 'yaralı İslam ideali'nin bayraktarlığına soyunması da bunun göstergesi.

Benslama, analizine üst-Müslümanlığın aşılması konusunda birtakım fikirler üreterek son veriyor. Buna göre, Tunus’ta 17 Aralık 2010’da başlayan halk ayaklanmaları yaklaşık yarım yüzyıldır kenetlenen bir tarihsel oluş hareketini, bir demokratikleşme, dinsel dayatmalardan azade bir siyasal çözüm arayışını başlattı. Aydınlanma Çağı, Müslüman coğrafyasına gireli 200 yıl geçti ancak dünyadaki birçok örnekten yalnızca birini teşkil eden Tunus’taki bu mücadele -İslamcı kesimle seküler kesim arasındaki, siyasal çözümle dinsel çözüm arasındaki bu mücadele- de gösteriyor ki, Aydınlanma hareketi ile İslam medeniyeti arasında bir uzlaşma sağlanması, şayet bir gün sağlanacaksa, uzunca bir süre daha mümkün gibi görünmüyor.