İnsan hakları hukukuna dayalı evrensel değerler sisteminin dışına çıkılmakta olduğunu gösteren gelişmelere uzun süredir şahidiz. Hukuksuz icraat vaka-yı adiyeden oldu yıllardır. Hak ihlalleriyle yüklü gündemde majestelerinin yargısı sergilediği performansla, ‘bu kadarı da olmaz’ dedirten skandal kararların akabinde illa ki daha fazlasının yapılabileceğini ispata çalışır gibi. Üstelik tek sorunumuz insan hakları hukukuna aykırı yargı kararları da değil. Yargıya bu kararları verdiren siyasi iradenin en üst düzey temsilcilerinin bile sosyal medyada ancak trol hesaplarında görülecek türden mesaj yayınlamasıyla, hukuksuzluk sıradanlaşmakta.
Bir ülkenin içişleri bakanı, bir partinin genel başkan yardımcısı olan milletvekiline trolvari mesajla, sosyal medyadan yani kamuya açık şeklide “dikkat et yakalanma” diyebildiğinde birilerinin durumdan vazife çıkarması, kimseyi şaşırtmadı örneğin. Normal ülke nasıl olur hiçbir fikrimiz yokken sürekli kullandığımız cümleyi tekrar edeceğim ben de, normal bir ülkede -herhalde- yer yerinden oynardı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun "dikkat et yakalanma" dediği günün gecesinde, TİP Hatay Milletvekili Barış Atay, saldırıya uğradı ama hayat, kaldığı yerden devam ediyor. Nasıl etmesin ki, yıllardır iktidar sahipleri, meşru siyasi parti olan HDP’yi terör örgütüyle ilişkilendirdikleri için yani ülkeyi yönetenler halkın bir kısmını diğer kısmına karşı kışkırtıp kin ve nefret duygusu yaratarak bölücülük yaptığı için, Kürt mezarlarına saldırıldığı zaman da yaprak oynamamıştı ülkede. Şimdi aynı partinin Keçiören İlçe Başkanlığına yönelik saldırı, gündemde yer dahi edinemedi. Kim suçlu, sadece saldıranlar mı, sorusu bile cesaret istiyor resmen. Ve kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Ölüm gelmişse cihane, söz tükenir, örneğin ya da tükenirmiş eskiden ki böyle bir deyim icat edilmiş. Ama insanın değersizleştirildiği sosyal ve siyasal ortamda söz tükenmiyor. Bırakın sözü ölüp gidene yönelik nefret bile tükenmiyor. Tükenmeyen nefret, hiç tereddütsüz ve aleni olarak ölenin yasını tutanlara çevriliyor, hukukla tehdit edilerek hem de. Av. Ebru Timtik, sorumlular parmağını bile oynatmadığı için göz göre göre ölüme yürürken, hukuka sığınıyor, adil yargılanma hakkı istiyordu. Yasını tutan İstanbul Barosu ise yine İçişleri Bakanı'nca ve yine hukuk işaret edilerek suç duyurusu yapılacağı ilanıyla karşı karşıya bırakılıyor. Terörist diyor İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. Evrensel hukuk ölçütlerine uygun terör tanımını yasalara yerleştirin ki birisine terörist dediğinizde inandırıcılığınız olsun. Yargı bağımsızlığını tesis edin ki mahkeme hüküm kurduğunda güvenilirliği olsun. Hadi bunlar da bırakılsın bir kenara Ebru Timtik şu koşullarda bile sadece 13.6 yıl ceza almıştı. Ama cezaevinde öldü. Her devlet, canı kendisine emanet saymaz mı, tutuklu ve hükümlüleri? Açlık grevi ve ölüm orucu eylemleriyle ilgili etik tartışmalar ayrı bir konu, yeri bu yazı değil şimdi. Bir can gitti çünkü ve bir başka can gitmeden hala yapılabilecek şeyler var. Aytaç Ünsal hayatta tutulabilir, yetkililer sorumluluklarını yerine getirirse. Yerine getirilmeyen sorumluluklar ölümden sorumlu değilmiş gibi gidenin yasını tutmanın bile suç sayılması ne tuhaf. İnsan yaşamına, insan haklarına saygı olmadığını biliyoruz da hiç değilse bari ölüme saygı beklemek tuhaf kaçmasın.
Nasılsanız öyle yönetilirsiniz derler. Müstahak olduğunuz şekilde yönetilirsiniz denir bir de. Uzman Çavuş Musa Orhan hakkında cinsel saldırı suçuyla şikayette bulunduktan kısa süre sonra intihara teşebbüs etmiş ve tıbbi müdahaleye rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmişti İpek Er. On sekiz yaşında gencecik bir kadını intihara sürükleyen cinsel saldırı faili Uzman Çavuş Musa Orhan serbest ama İpek artık yaşamıyorken, suçu ve suçluyu değil o suçun mağduru olan kadını ve ait olduğu sosyolojik dokuyu hem de ezbere ithamlarla analizmiş gibi sunan köşe yazısı yazılabildi bu ülkede. Hatta İpek, çocuk değil de on sekiz yaşında olduğu için cinsel saldırı suçu değil de iki yetişkin arasında yaşanan cinsellik gibi görülen bir başka köşe yazısı daha gördü bu gözler. Oysa intihardan önce şikayetçi olmuştu İpek. Şikayetinde saldırı olduğunu söylemişti ama itibar etmedi anlaşılan bu yazarlar. E hadi şikayetten geçelim bir insanın ölmeden önceki son sözlerinin doğruluğuna da mı itibar edilmeyecek? İntihar mektubunda ‘artık korkmuyorum’ sözleriyle ifşa ettiği ölüm tehdidini de mi dikkate almıyorsunuz? Normalde hukuk intihar mektuplarını delil sayar ama tabi ne hukuk var ne de normal. Nasıl olsun ki farklı siyasi eğilimlere hitap eden iki ayrı gazetede iki ayrı yazar benzer yaklaşımla cinsel suç mağduru ve ölmüş kadını didik didik inceleyebiliyorsa, bu tabloya şaşırmak abes sayılır.
Köşe yazarlarının suçu ve suçluyu değil mağduru konu edebildiği ülkede, mahkemenin Uzman Çavuş’u serbest bırakmasına mı şaşıracağız, İçişleri Bakanı'nın bir başka cinsel suç şikayetini gerekçe göstererek bu cinsel suç şikayetini önemsizleştirmesine mi? İpek Er ölmüşken Musa Orhan’ın serbest kalışı hukuk skandalı değilmiş gibi bakan ve milletvekili arasında adeta “senin tecavüzcün, benim tecavüzcüm” kıvamında polemik konusu olabiliyor. Ört ki ölem.