Ekranda gösterilen karakterlerin toplumda bir karşılığı varsa, toplumda olan ama ekranda olmayanlar için ne düşünmeliyiz? Toplumsal gerçekliği kuran medya ekrana getirmedikleriyle ne demek istiyor?
Türkiye’nin yoğun siyasi gündemi içinde televizyon ekranlarındaki eğlence içeriklerini takip etmek ruh sağlığımızı korumak için elzemdir belki de. Bu cümleye hemen itiraz edenler olacaktır. “Eğlence diye izlediklerimiz ruh sağlığımızı bozuyor olmasın” diyerek. Eğlence kategorisi altında izlediklerimize bir bakalım. Dizi, yarışma, dizi, realite şovlar, yine dizi. Buradaki doğru tartışma, haber, tartışma, belgesel, ‘yabancı’ dizi haricinde bir içerik izleyenleri küçümsemekten ne zaman vazgeçeceğiz sorusuyla başlatılabilir. Önce bu konuda anlaşalım. Gazete Duvar editörlerinden sevgili Beyhan Sunal’la yaptığımız söyleşinin ardından beni cesaretlendiren tanıdık tanımadık herkese teşekkür ederim. O söyleşide konuştuğumuz başlıkları biraz parçalayan, ama izleyici dediğimiz kitleyi yani hepimizi ne izlediğine göre küçümsemeyen yazılar olacak burada. Zaten izleyiciye karşı kurulan bu üstünlük 1970’lerde kalmadı mı?
Bu ilk yazıda izleyici olarak kendi kişisel hikayemi de paylaşmak isterim. Televizyonun ekranını evde arka plan sesi olarak kullanmaya alışkınım. Bu sayede kısa zap’larla bile ekranda ne var ne yok yakından takip ettim. Prime-time dediğimiz zaman aralığında (20.00-23.00) ağırlıklı olarak haber kanallarından dizi yayınlayan ana akım kanallara geçişim Türkiye’nin ağır siyasi gündeminden bir kaçış anında oldu. Yaz dizilerini izlemeye başlayınca bu dizileri kim izliyor sorusunu önce sevgili Nurcan Akad’ın Zete’sinde (Zete arşivine ne yazık ki artık erişilemiyor) yazmaya başlayarak cevap aradım. Sonra halen çalıştığım İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nde ‘İzleyici Çalışmaları’ dersi açarak öğrencilerimle birlikte izleyiciyi tanımak, anlamak ve sonrasında analiz etmek üzerine bir ders kurguladım. Türkiye’nin ağır siyasi ortamından uzaklaşmak için izlemeye başladığım dizilerle toplumu anlama işi, tahminimden daha fazla politize olmuş eğlence ekranıyla tanışmamı sağladı. Bu ekranlara dijital platformlar da eklenince ortaya basit bir sembolizmle değerlendirilemeyecek büyüklükte bir ekosistem çıktı. Ekranın reytinglerini takip etmek (aslında takip edememek! TİAK’ın reytinglerin kamusal alanda paylaşımını yasaklayan kararını ileriki yazılarda tartışalım), dijital ekranların algoritmaları, bu verilerin nasıl değerlendirildiği derken hem akademik olarak hem de sektörle işbirliği açısından çalışmaktan çokça memnun olduğum bir alanın içine girmiş oldum.
İzleyici ve ekran, iletişim akademiyasının en popüler kavramlarından. Ekran kelimesi kısa sayılacak bir geçmişe kadar televizyon ekranını temsil etse de dijitalleşmenin yarattığı hızlı dönüşüm bilgisayar ekranından, cep telefonu ekranına oradan tablete kadar pek çok ekranı hayatımıza soktu. Dış dünya ile kurduğumuz iletişimde ekranın kapladığı yer giderek artmaya başladı. Ve bu ekranlar önce kurumsal, editoryal içerikleri takip ettiğimiz, sonra da herkesin içerik üretebildiği yeni internette her şeyi takip ettiğimiz bir ortama dönüştü. İçerik üreticilerinin farklı ekranlardan paylaştığı içerikler, izleyicinin de çoklu ekranlarla etkileşimi (literatürde ‘ikinci ekran’ olarak kullanılıyor) dünyayla ilişki kurma biçimlerini dönüştürmeye başladı. Bu sebeple çokça kullanacağım ‘ekran’ kelimesi, internet ortamında değişen, yeni olan, dijital olan her aracın bir ekran üzerinden bize ulaştığı gerçeğinden hareketle yazıda yerini bulacak.
İzleyici ile ekran arasında kurulan ilişkinin politik olduğu aşikar. Ekranın toplum tahayyülü ile gerçekte varolanın ilişkisinin sorgulanmasından söz ediyorum. Ekranda gösterilen tüm karakterlerin toplumda bir karşılığı varsa, toplumda olan ama ekranda olmayanlar için ne düşünmeliyiz? Toplumsal gerçekliği kuran en güçlü araçlardan biri medya ise, medya ekrana getirmedikleriyle ne demek istiyor? Evet, bu bir temsiliyet krizi. Ekranda kim yok ki diye sorarsanız, şöyle başlayalım: Son birkaç yıldır toplum nüfusu içinde önemli bir orana ulaşan mülteciler yok, farklı cinsel yönelimi olan bireyler (LGBTQİ) yok, yaşlılar çok az var, gençler çok az var, farklı siyasi ideolojiler ancak bir ikili karşıtlık içinde var. Ekranın ideolojik olarak dışına atılanların yanında sosyo-ekonomik olarak hep zenginler var. Alt-orta sınıf sosyo-kültürel varlığı ile gündüz kuşağında kendisine yer bulabiliyor.
Bu yazıda ekran gündemindeki bir konuyu seçip analiz etmeye çalışacağım. Bunu yaparken de destek aldığım bir girişim (start-up) var: Summarify. Galatasaray Üniversitesi’nden Uzay Çetin hocanın öğrencisi Yunus Emre Gündoğmuş ile kurduğu bu girişim aracılığıyla sosyal medya verilerine bakıp analiz yapacağım. İlk merak konum yeni başlayan Ömer dizisi. Ömer, pazartesi akşamları Star TV’de yayınlanıyor. Yapımcılığını Onur Güvenatam üstlenmiş. Ömer’in yabancı bir dizinin (Shitsel, Netflix’ten izlenebilir) uyarlaması olduğunu biliyoruz, jeneriğin sonunda da belirtiliyor.
Ömer genç bir müezzin. Karakteri canlandıran Selahattin Paşalı’nın kendi sesinden ezan okuması benim için çok etkileyiciydi. Canlandırdığı karakterin (orijinal hikayede Akiva) sadeliğini yansıtması da muazzam. Ezan duyulan sahnelerde alt yazı ile Türkçe açıklamaların yer alması görmeye alışık olmadığımız bir durum. Dizi izlerken elimizdeki ikinci ekrandan tweet atmak, izleyicinin (artık) aktif bir konumda olduğunu, geribildirimleri anında yansıtabildiğini gösteriyor. Sosyal medya üzerinden paylaşılan geribildirimlerle dizilerin karar süreçlerinin nasıl bir etkileşimde olduğunu ileriki yazılara bırakıyorum. Ömer dizisi özelinde dizinin ilk bölümüyle ilgili olarak atılan tweet’leri 9 Ocak Pazartesi saat 20.00 ile 10 Ocak Salı saat 20.00 aralığında topladık. Bu tweet’lerin sayısı 6047. Ezana Türkçe alt yazı eklenen sahneler benim kadar başka izleyicilerin de dikkatini çekti mi merakıyla 6047 tweet’in içinde 126 tweet’in ‘ezan’ kelimesi içerdiğini gördük. Ve bu tweetler’in içinde 21 tweet negatif duygular içerirken, bunların 8 tanesi saldırgan bir dille yazılmış. Örneğin bir izleyici “ezan okunurken de alt yazı koymazsınız ya müslüman ülkeyiz, sanki yabancı dizi izliyoruz.” yazmış. Başka bir izleyici “…bütün her şey bitti şimdi sıra dini kullanmaya geldi o pis dizilerinizde...” yazmış.
24 saatlik rapor sonunda niceliksel olarak anlamlı bir veri ortaya çıkmasa da sosyal medyayı kullanan, izlerken paylaşım yapan izleyicilerin tepkisini takip etmek 15 yıl önce izleyici araştırması yapanların sahip olmadığı bir ayrıcalıktı. Toplumun bir dönem çok tartıştığı Türkçe ezan konusu dizi üzerinden alt yazı olarak ekrana gelince çok da tepki çekmedi. Dizinin izleyicisi arttıkça, reytingler yükseldikçe tartışma, atılan tweet sayısı çoğalabilir. Burada dizinin senaristinin, yönetmenin anlamak için çok da ihtiyaç duymadığımız bu alt yazıları neden yerleştirdiği de merak konularımdan biri. Elbette düşünmemiz gereken asıl konu toplumun, kültürün değişime açık olduğu, toplumdaki karşılaşma anlarının bir alışverişle hepimizi dönüştürdüğü olmalıdır. Bu noktada bir dönem toplumun kırılma noktası gibi görülen mevzuların geçerliliğini kaybettiği anlamını mı çıkartmalıyız? Ana akımdaki hikayelerde -belki ATV haricinde- görmeye alışık olmadığımız dini sembollerin hikayenin kurucu aktörlerinden olduğu dizileri 2000’li yılların sonuna doğru muhafazakarlaşan ekranın göstergesi olarak mı görmeliyiz? Yoksa tam tersine bu sembollerle anlatılan hikayeler toplumun her görüşünü yansıtması açısından ekranın tutuculuğunu kıran ve normalleştiren bir rol mü üstleniyor? Üzerine düşünmeye değer değil mi? Dizi deyip geçmeyelim…