Omer Friedlander: İsrail hakkında ancak ondan uzaklaşınca yazabildim
Kutsal Topraklarda Hava Satan Adam kitabının yazarı Omer Friedlander ile yazma serüvenini konuştuk. Friedlander, "İsrail hakkında ancak ondan uzaklaşınca yazabilmeye başladım" diyor.
Nuray Önoğlu
DUVAR- İsrailli öykücü Omer Friedlander'ın ilk kitabı Kutsal Topraklarda Hava Satan Adam, Nisan 2022'de okurla buluştu. Çevirisini yaptığım kitabın yazarıyla, yazma serüveninden öykülerinin diline, aile tarihinden Türkiye edebiyatına kadar uzanan pek çok konuyu konuştuk.
Öncelikle şunu sorayım size: Ömer, Arapça Omar adının Türkçeleşmiş hali. Bu nedenle Türkçe konuşan insanlar muhtemelen atalarınız arasında Arap var mı diye merak edeceklerdir. Adınızın kökeni nedir ve atalarınız arasında Araplar var mı? Ben de aynı şeyleri düşünmüş ve biraz araştırma yapınca bu varsayımın doğru olmadığını anlamıştım.
Adım Omer Eski Ahit’ten geliyor, anlamı da hayli sıkıcı ve hiç etkileyici değil. Omer bir tahıl ölçü birimi. Buğday ölçmekte kullanılan bir birim. İkiz erkek kardeşim Elam’ın adı Kitab-ı Mukaddes’teki bir şairden geliyor. Büyürken, anneme babama bir buğday ölçü biriminin, bir şairin adı kadar heyecan verici olmadığından yakınırdım hep. Benim ve kardeşimin adlarımız İbranice ע (ayin) harfiyle başlar ki “ayin” aynı zamanda “göz” demektir. Dediklerine göre bu isimleri seçmişler çünkü anne babamız ikimizi gözleri gibi görürmüş. Mısır kökenli anneannem, bizi bazen “ayuni” diye çağırırdı (Arapçada gözlerim anlamına gelir).
Bize yazma serüveninizden ve yazar olarak kariyerinizden söz eder misiniz? Bir yazar olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? İlk kurgu eseriniz ne zaman ve nerede yayınlandı?
Ciddi ciddi yazmaya başlamadan önce, aklım görsel sanatlardaydı. Ortaokuldayken Tel Aviv Müzesi’ne gider ve resim defterime eskizler çizerdim. Yeşil Walkman’imde Chopin’in Noktürnler’ini çalardım tekrar tekrar. Evde, Caravaggio’nun resimlerini içeren kocaman bir sanat kitabım vardı ve bu kitaptan perspektif, kompozisyon, ışık ve gölgeye dair çok şey öğrendim. Bu derslerin çoğu daha sonra yazdıklarıma ışık tuttu. Doğru ayrıntılara odaklanmak, bir sahneyi betimlemek, hareket halindeki bedenler, bir manzarayı tarif etmek. Sanırım resim yapmak bana görmeyi, gözlemlemeyi ve dikkatini odaklamayı öğretti.
İlk öyküm 2015 yılında, İngiltere’de bir edebiyat dergisinde yayımlandı. Fakat bu kitaptaki öyküleri ancak 2018 yılında yazmaya başladım. Bu yıllar boyunca, hikâye anlatıcılığının muhtelif biçimlerini deneyimledim. O zamanlar hâlâ ne hakkında yazmak istediğimi, asıl konumu bulabilmiş değildim. İsrail hakkında ancak ondan uzaklaşınca yazabilmeye başladım ve bu mesafenin gerekli olduğuna inanıyorum.
'OKURA KARMAŞIKLIĞI, BELİRSİZLİĞİ, NÜANSLARI GÖSTERMEYE ÇALIŞIRIM'
Öykülerinizde savaş karşıtı bir öz var. Bağıran, slogancı bir savaş karşıtlığı değil sözünü ettiğim, öykülere içkin bir şey. Bunu bilinçli bir şekilde yaptığını söyleyebilir miyiz?
Evet, ben de öykülerimi savaş karşıtı öyküler olarak görüyorum, Kontrol Noktası yahut Sehrazat ve 97.2 FM Radyo İstasyonu gibi bazı öykülerde diğerlerini kıyasla daha barizdir bu. Yazarken hikâyeye ve karaktere odaklanırım. Fikir yazılarında genellikle belli bir bakış açısı mevcuttur, bu tür yazılar didaktiktir. Kurgu daha ziyade bir kaleydoskop gibidir, manzaranın çoklu, parçalanmış bir görüntüsünü elde etmeye olanak tanır. Öykülerimi yazarken okuru herhangi bir konumu benimsemeye ikna etmek için çabalamam, fakat karmaşıklığı, belirsizliği, nüansları göstermeye çalışırım. Karakterin bakış açısına sadık kalmaya, onu eksiksiz ve hatasız yansıtmaya gayret ederim.
Bize ailenizin tarihinden ve içinde yetiştiğiniz sosyal ortamdan biraz söz eder misiniz?
Sanırım ailem çok tipik bir aile değil. Annem ve babam akademisyen, biri felsefeci, öteki müzikolog; ayrıca birlikte küçük opera prodüksiyonları yaparlar. Ravel, Puccini, Satie. Babam seti kurar annem ise yönetmendir. Bütün bu prodüksiyonlardan artakalanlarla dolu bir evde büyüdüm: İtalyan bir vantrilok içeren bir Gianni Schicchi prodüksiyonundan kalan ahşap bebekler, Ravel’in İspanyol Saati’nden kalma yüksek bir kağıt saatler kolajı, Socrate prodüksiyonundan kalma çiçek baskılı mum tabletler.
Yerlerin Arapça adlarının İbranice adlarla değiştirildiği meselesini bir öykünüzde okumuştum. Bu Türkiye’de de yaygın bir uygulama. Yerlerin Ermenice, Rumca, Kürtçe adları Türkçe yeni adlarla değiştirilmiştir. Bu meseleyi biraz açar mısınız?
Bu kitabı yazarken, değiştirilen adlar, yeniden yapılan haritalar ve tarihsel anlatıların yeniden yazımlarıyla çok ilgileniyordum. Filistin yer adlarının İbranice olanlarla değiştirilmesi gayet yaygın bir uygulama idi. Negev’deki tepeler, vadiler ve yollara İbranice isimler bulmaları için bilim insanlarından oluşan bir komite kurulmuştu. David Ben Gurion, günlüğünde şöyle yazmış: “Bu yerlere İbranice adlar vermeliyiz – varsa kadim adlarını, yoksa yenilerini!” Kum Koleksiyoncusu’nda kişisel ve politik olanın birbirine geçişi, hafızanın ve tarihin katmanları hakkında yazdım. Bu öykünün önemli bir parçası fakat karakterlerimin, Amoz Oz’un deyişiyle, sadece “yürüyen ünlem işaretleri” olmalarını istemedim. Kum Koleksiyoncusu yalnızca politik bir öykü değil aynı zamanda bir aşk öyküsü.
'KENDİMİ HİÇBİR ZAMAN İSRAİL'E AİT HİSSETMEDİM'
Artık ABD’de yaşıyor ve İngilizce yazıyorsunuz. Neden İngilizce yazmayı tercih ettiniz. İngilizce ve İbranice yazarken farklı hissediyor musunuz? Bir başka dilde yazmanın avantajları var mı?
İngilizce yazma kararımın, bilinçli ya da değil, benim İsrail’de hem cemiyetin bir mensubu hem de aykırı, yabancı hissediyor olmamla ilgisi var. Kudüs’te doğmuş, Tel Aviv’de büyümüş olmama rağmen, kendimi hiçbir zaman hakikaten İsrail’e ait hissetmedim. Ancak kimi zaman kendimi bir yabancı gibi duyumsamama karşın, orası hâlâ benim memleketim ve insanların gülme, arkadaşlık kurma, kavga etme biçimlerine en aşina olduğum yer. İngilizce yazmak daha derinlemesine ve ironik yazabilmek, bir yeri bütün tuhaflığı ve özgünlüğüyle, pek çok çelişkileri ve karmaşıklığıyla görebilmek için gereken belli mesafeye olanak sağlıyor.
Türkiyeli yazarları ve Türkiye edebiyatını biliyor musunuz? Biliyorsanız, en beğendikleriniz kimler, neler?
Orhan Pamuk’un eserlerinin büyük bir hayranıyım. Masumiyet Müzesi en sevdiğim kitaplar arasında. Nesnelerin, hafıza ve tarih kapsülleri haline gelme biçimlerini büyüleyici buldum. Pamuk’un yaza biçimindeki masalcı niteliği seviyorum, klasik mitlere göndermeler yapan Kırmızı Saçlı Kadın’da olduğu gibi.