Tatlıses’e tatlı tatlı Yaşam Boyu Onur Ödülü verilmesi ve kadın haklamanın bilhassa kadın hakları gününe denk getirilmesi yurtta ve dünyada infial yarattı.
Çok mu?
Yeterli değil.
Meselemiz o zaten.
Duvar’da Zehra Çelenk’in yazısı başta olmak üzere, yerinde, haklı ve dosdoğru tepkiler vardı.
Yazanların, konuşabilenlerin, sosyal medyaya erişebilenlerin tepkisinin ardında…
Bu erkek çocukları böyle yetiştirip adeta kadınların üzerine üzerine gönderen anaların, sahnelerden perdelere, hayran hayran bayılan bayların bayanların çoğunluğu kaptırmayan tepkisizliğiydi mesele.
Ama esas mesele yine de Şampuan değildi!
Sponsor Şampuan markası oraya, belki de dökülmeye, kepeğe, kire karşı konmuştu ama, maalesef, ödül eskiden büyük olan, şimdi büzülmüş gibi duran, kendi adının manasını bile çoktan kaybetmiş bir gazeteye aitti.
Doğrudan tepkileri, yani “Kadınlara şiddet uygulayan, hakaret eden birine Kadın Hakları gününde Onur Ödülü, hem de Yaşam Boyu verilir mi” odaklı olanları biliyorsunuz.
İlk doğru tepki odur zaten.
Benimki biraz daha farklı.
Kadını unutmadan ama bu şiddet sarmalının adını soyadını da hiç unutmadan!
Ödülü layık gören gazete bugüne kadar üç sahip değiştirdi:
Biri kurucusu, çekirdekten gazeteci, matbaacı Simavi Ailesi.
İkincisi, benim de aktif olduğum bir dönemde Hürriyet’i satın alan Doğan Grubu.
Üçüncüsü, malum! İktidar gölgesi.
Bu üç döneme de, en saygın hallerinden en yaygın mevsimlerine, en baygın duruşlarına kadar, filmi geriye sarıp da bir bakın:
“Kadına Manevi Şiddet”in, arada bir yüceltirken kadını yapısal olarak küçümsemenin, baş tacı eder görünürken kadını kökten nesneleştirmenin kültürel-ideolojik aygıtlarından başlıcasını görürsünüz.
Maalesef hepimizin içine yuvarlandığı bir gazetecilik dilinden ibaret değil mesele. “Haber değeri”ni bunda gören, gazeteyi erkek dünyasına, ekleri kadının mahrumiyet bölgesine adayan bir gazetecilik türü.
Yine de anmak istediğim, erkekler kadar, bazen, de ki nadiren, kadın gazetecileri bile kuşatan sadece bu maço egemen kültür değil.
Esas mesele, kadına şiddetin serbest stil yüzdüğü şiddet denizini kabartan sözde milliyetçi, özde devletçi, nihayetinde nefretçi ideoloji.
Bugün Tatlıses’e ödül veren bu uzun ve talihsiz tarihte, kadın ya da erkek, hatta çocuk; haber, manşet, yazı, fotoğraf şiddetine maruz kalmış niceleri yatıyor.
Bazıları artık nefessiz, hakikaten yatıyor.
Ahmet Kaya, kadın değildi. Ama manşetten hedef gösteren bir şiddete uğradı.
Hrant Dink, kadın değildi. Ama manşetten hedef gösteren bir şiddete uğradı.
Hem de açık şiddete çıkarılan davetiyelerle.
Hem de bazı kadın gazetecilerin de pek sevdiği gayet medeni, çok eğitimli, yumuşacık üsluplu beyfendiler marifetiyle. Yanlarında kimi kadın gazeteci de varken!
“Bu devlet gazetesidir” denerek yola koyulmuş bir tarih, erkek-kadın tiraj rekorlarına giderken, bu topraklarda ve dışındaki nice şiddete de, barışa inat, yataklık ve yaltaklık yapabilmişti.
Gazetecilik anlayışında süreklilik yok zannettiğimiz bu tarihî yolculuğun ortak paydası, devlete ve şiddete tabiiyet anlayışındaki devamlılıktır.
Kendi çalışanına ekonomik şiddet…
Başka inanç, düşünce ve eylemlere karşı manşet şiddeti…
Bugünün Cumhurbaşkanı’nı 2002 seçimleri öncesi aşağılayan bir manşet şiddetinden, bugün onun gölgesinde, başka her umuda, her düşünceye, her varoluş biçimine vuran bir şiddet!
Tabiata bile şiddet!
Belki yıllarca bu konularda da yazdığım için, sayıyorum hemen:
Etnik, millî, dinî şiddet ve nefretin…
Erkek çocukların her yoluna boncuk takan, her nanesine tapan annelerin…
O çocuklara anneleri, kız kardeşleri üzerindeki şiddetleriyle idol olan babaların…
Çocukları erkek-kız demeden tokatlayan, döven ellerin…
Sopalı, otoriter, baskıcı, ezberci, cezacı dinî ya da laik eğitim ortamlarının…
Kadının zayıflığı üstüne kurulup kadınları ağlatan dizilerin…
Baştan aşağı hakaret, ceza, aşağılama, bir alttakini ezme, hor görme şiddetine dayalı erkek askerliğin…
Maço liderlerine tapan kadın siyasetçilerin…
En modern işyerlerini bile kadın için (erkekler için de tabii) cehenneme çevirebilen erkek (ve kadın) yöneticilerin…
İşçiyi köle, memuru emir kulu görüp erkeği ezen, kadını daha çok ezen; işsizlik tehdidi ve mobbinge yaslanmış şirketlerin…
Kendi ezilirken, bir alttakini, evindeki kadını, kızı, çocuğu ezmeyi dert etmeyenlerin…
Başka şiddetlere karşı siyaset yaparken dahi kadını içten içe hor gören aidiyetlerin…
Erkek şiddetini hoş gören devlet ve inanç zihniyetinin…
Asker ve polisin hakkını değil, haksızlığını gözeten bir devlet-siyaset sisteminin kesif bir sis, koyu bir duman, daimî bir zehir gibi çöktüğü şaşkın dünyamızın onuru da idolü de böyle olur.
Çünkü Yaşam Boyu böyledir!
Değiştirmek, Yaşam’ı değiştirmekle ilgili olabilir!
Onur’u kazanmak, tek kişilik tek mevzulu mesele olmayabilir!