Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara Kuşu adıyla Twitter’da nam salan hesap, Adalet Bakanı’nın yakında değişeceğinin dedikodusunu yazdı. Doğrudur yanlıştır elbette bilemeyiz, lakin yaşadığımız sürece bakarak, olası bir durumda Müge Anlı’dan daha iyi bir aday bulunamayacağı konusunda çoğumuz mutabık kalırız sanırım. Zira Haluk Levent’in sosyal yardım işlerini üstlendiği, Acun Ilıcalı'nın kampanyalarla para topladığı, her türlü konuda cinci hocalara başvurulduğu, Ersan Şen’in ve Yaşar Hacısalihoğlu’ndan her şeyin “öğrenildiği” bir ortamda, Müge Anlı’nın yargı dağıtmasından daha doğal bir durum olmasa gerek, üstelik çoğunlukla sonuç da aldığını kabul edelim.
Devlet aygıtının normal işlemediği zamanlarda nasıl ki Sedat Peker gibi yapılar ortaya çıkıyorsa, geniş kitlelere palyatif ya da halüsinatif hizmetler sunanlara ilgi ve alaka da o derece artıyor. İçişleri Bakanı’nın AYM Başkanı’na “bisikletle işine git” demesi, Bahçeli’nin TTB’ye yönelik kin dolu açıklamaları, geleneksel baskıcı devlet yapısı içinde nasıl bir şiraze kayması yaşandığının göstergesi olsa gerek. Bu kayma, yine devlete yakın kaynaklardan da olsa, yeni mekanizmaların devreye girmesine imkan sağlıyor. Devletin tam işlemediği boşlukları, yine devlete sadık aracılar dolduruyor. Bir tür kamusal taşeron hizmeti diyebiliriz bu duruma. Örneğin deprem ya da pandemi dönemlerinde devletin asli görevi olması gereken sosyal yardımlar, bir anda halka mal ediliyor ve üstelik toplanan bağışların akıbetini dahi sorgulamak mümkün olmuyor. Müge Anlı’ya geçen hafta çıkan acılı babanın “Önce Allah, sonra devlet, sonra Müge Anlı var” diye haykırması elbette tesadüf değil. Mükemmel bir tebaa hiyerarşisi formülü... Dikkat buyurunuz, Adalet Bakanlığı’na gitmiyor, televizyon stüdyosuna geliyor baba, tıpkı kaybolan çocuklarını, kardeşlerini arayan aileler gibi...
Hâl böyle olunca Müge Anlı gerçeği, hayatımızın önemli bir parçası haline geldi diyebiliriz. Eski bir magazin muhabiri olarak harika bir alan buldu kendisine ve reality show kavramının 2020’deki Türkiye karşılığını bizzat kendisi yarattı. 90’ların “Sıcağı Sıcağına”, 2000’lerin “BBG Evi” gibi bir segmenti kendine has biçimde yeniden canlandırmayı başardı. Palu ailesi gibi hakkında sosyolojik kitaplar yazılması gereken vakaları da bize armağan etmesi cabası. Yılların haber sunucusu Didem Arslan’ı saat değiştirmeye zorlayacak kadar başarılı alanında. Albayrak ailesinin sahip olduğu ATV gibi arkasında devasa bir yapı bulunuyor olması da şüphesiz elini güçlendiriyor. Neredeyse ele aldığı her konuda bir sonuca ulaşıyor. Yargı dağıtma makinesi adeta mübarek.
Muhtemelen Emniyet'te Müge Anlı takip birimi kurulmuştur. Anlı da bu ilginin farkında olsa gerek, kendini ve söylemlerini sürekli geliştiriyor. Son dönemde belli ki çalışılmış bir kadın hakları savunuculuğuna sarıldığını söylemek mümkün. Kadına şiddetin önlenmesine yönelik ciddi bir mücadele veriyor imajı çiziyor. Diğer yandan son Aleyna Çakır vakasında devletin içindeki gerilimin izlerini sürmek mümkün aslında. Albayrakların televizyonunda Müge Anlı, Çakır cinayeti şüphelisinin dışarda olmasını “Devletin içinde sorumlu insanlar olduğunu biliyorum” minvalinde üstü örtülü bir dille eleştirdi. Pazar günü Adalet Bakanı Gül'den Aleyna Çakır açıklaması geldi. “Bir TV programcısı değildir savcı. Adaleti yerine getirmeye çalışan bir yargı mensubudur. Hakim öyledir. Varsa bir delilin arkadaş, yeri adliyedir, karakoldur.” Yeni Akit başta olmak üzere bir kısım medya da bu süreçte Anlı’yı hedef gösterdi. Galiba “bir Müge Anlı programı asla sadece bir program değildir, çok daha ötesidir, Türkiye’nin yansımasıdır” gibi bir şeyler yaşıyoruz.
Müge Anlı, kendi çapında kırmızı çizgileri olan, milliyetçi-muhafazakar dili son derece güçlü bir programa imza atıyor. Ancak her mücadelenin bir sınırı var elbette, Rabia Naz cinayetini Anlı’nın örtbas etmesi, Türkiye’de güç odaklarının nasıl karmaşık yapıda çalıştığının somut örneği olsa gerek. Aynı şekilde Nadira Kadirova, Gülistan Doku gibi çetrefilli vakalara hiç bulaşmaması da dikkate şayan. Kurtarıcı olarak bellediğimiz insanlardan 'total' bir tutarlılık beklemek büyük bir lüks zaten. Anlı’nın malum güce dayalı bir medyayı arkasına alarak yargı dağıtmasının yarattığı hukuk, son derece kontrollü olmak zorunda, buradan da adalet değil, ancak sıkı bir 'rating' çıkıyor işte. “Hak hukuk adalet” için zamanında yürüyen milyonlar, adaleti canlı ve kanlı Müge Anlı’da arıyor adeta. Üstelik bu alternatif hukuk yaratmaya dayalı umut oyunu, yaratmış olduğu kamuoyu ile mevcut yapının da devamlılığını sağlıyor. Aynı şekilde Haluk Levent’in, Acun Ilıcalı’nın topladığı yardımlar “devlet niye yapmıyor bunları yahu” sorgulamasını yapmamızı engelliyor, tersine “aa aslında ne güzel işler yapıyorlar” dememizi sağlayarak farklı bir kamuoyu algısı ortaya çıkıyor. Tıpkı Habermas’ın dediği gibi “Kamuoyu oluşturulan bir şeydir, artık kendiliğinden yoktur, kitle iletişim araçlarında ifşa edildiği gibi çoğu kez arzulanan biçimlere göre yeniden sunulur.”