Onlar bıraktığınız yerde, peki siz neredesiniz?

Deprem bölgesindeki en kırılgan gruplardan biri olan gençlerin yılmazlığını hepimize bir kez daha kanıtlayan “Biz hâlâ buradayız” sergisi, 27 Ekim akşamı kadim kent Hatay’da Arsuz Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde açılıyor. Sergide resimler, enstalasyonlar, tuval üzerine akrilik çalışmalar ve şiirlerle, Şubat 2023 depremlerinden etkilenen gençlerin ruhlarındaki tüm çığlıklar, sanat yoluyla bizlere ulaşmayı bekliyor.

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

Son yıllarımıza, kimimizi teğet geçip kimimizi kalbinden vuran depremler, seller, salgınlar, ekonomik krizler, kayıplar, yıkımlar, yangınlar, çocuk istismarı vakaları ve kadın cinayetleri damgasını vurdu.

Dünya, Picasso’nun savaşın acısını resmettiği Guernica tablosunu her gün yeniden üretiyor adeta…  

Ama bir yandan da bu dönemde Turgut Uyar’ın dizelerinden güç aldık: “Evet kimsesizdik,” dedik, “ama umudumuz vardı. Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk. Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza...”

Hepimiz bir kenarımızdan kırıldık, çatladık, hasar gördük.

Kusursuzluk aramıyorduk elbette… Ama kusurları tamir edecek, duygusal yaralarımızı iyileştirecek, kırılganlıklarımızı güçlendirecek, tamiri mümkün görünmeyen süreçleri aşmamızda omuz verebilecek bir yaşamdaşlığın, güçlü toplumsal bağların ve sağlam ağların hayalini elbette kuruyorduk.

Japon felsefesi Kintsugi misali, kırılan noktalarımızı altın işlemeler kullanarak yeniden birleştirmenin yollarını arıyorduk. “Altın” (“Kin”) dediğime bakmayın, en değerli birleştirme (“Tsugi”) yolunun toplumsal dayanışma olduğunu bize yaşam deneyimimiz öğretmişti.

Ağır bir kayaya bir iple tutturulmuş kırmızı bir balon misali hissediyorduk kendimizi bazen… Özgürlüğüne kavuşmak, iyileşmek, uçmak, gökyüzüyle birleşmek isterken, bizi alıkoyan dev gibi bir kaya vardı hep.

Bu kaya siz neye benzetirseniz onun çehresine bürünüyordu: kâh ne eğitimde ne istihdamda yer alan 15-29 yaş aralığındaki 3,5 milyon ev genci; kâh toplumsal cinsiyete dayalı normlar sebebiyle hayallerini gerçekleştiremeyenler; kâh gelecekten beklentilerini aşağı çeken, ama bir yandan da özgür bir ülke için hayaller kurmaya devam eden gençler…

Ali Tuna Murt / “kısıt” 

Kalbinin orta yerine dev bir kaya oturan, ama bir yandan balon gibi özgürleşmek isteyenlerin ressamı Tuna, 11. sınıfa gidiyor. Gelecekte kendi işini kurmayı ve yurtdışında sakin bir hayat sürdürmeyi hayâl ediyor. Muhtemelen depremden beri resim yapmaktan soğumuş, ama Sanat Elçileri Projesi’yle birlikte tekrar resim yapmaya “ısınmış”. Kısıt eseri, hepimiz gibi onun da içindeki ikilemlerin bir yansıması…

Deprem bölgesindeki en kırılgan gruplardan biri olan gençlerin yılmazlığını hepimize bir kez daha kanıtlayan “Biz hâlâ buradayız” sergisi, bu akşamüstü (27 Ekim) kadim kent Hatay’da Arsuz Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde açılıyor.

Sergide resimler, enstalasyonlar, tuval üzerine akrilik çalışmalar ve şiirlerle, Şubat 2023 depremlerinden etkilenen gençlerin ruhlarındaki tüm çığlıklar, sanat yoluyla bizlere ulaşmayı bekliyor.

Özellikle illüstrasyon alanında üretim yapan, grafik bölümü mezunu Beyza Elif Gezgin, tuvali karşısına aldığında Havsala isimli dijital kolaj çalışmasıyla aktarıyor Hataylı bir gencin serzenişini… Bir arada olmanın gücü ile gençlerin toplumsal ve bireysel olarak sesini duyurma ve anlaşılma arzusunu harmanladığı bu eserde, onların karşılaştıkları zorluklar ve açmazların yanı sıra birlikte olduklarında ortaya koydukları dayanışma ve kararlılık sembolik kolajlarla ifade ediliyor.

Beyza Elif Gezgin / “Havsala”

Hataylı gençler Ayla Işık Şahin, Beyza Elif Gezgin, Eftelya Uzun, Kavin Kenar, Melek Horoz ise, “Düğümler ve Yollar” adlı dört parça enstalasyonlarıyla dört kişinin birbirlerine bağlı iplerle, aralarından seçtikleri iki öğe etrafında -biri kaçtıkları, diğeri kovaladıkları şeyler- hareket etmelerini sergiliyor. Hareket ilerledikçe ipler düğüme dönüşüyor. O düğüm, hayatın karmaşıklığını ve değişkenliğinı ifade ederken, kaçtığımız ve kovaladığımız şeyler aslında birer ağ oluşturuyor. Ve o ağlar aslında birer engel değil, tam aksine gençlerin hedeflerine ulaşmalarında birbirleriyle olan dayanışma bağlarını gösteriyor.

“Düğümler ve yollar”  / dört parça enstalasyon

Ve Kavin Kenar’ın şiiri, sanatçının sesinden karşılıyor bizi serginin bir diğer noktasında:

Hissiz değil dalların, umuda dair
Ne bir ses duyarsın ne ararsın
Sen ne yaşadığını, ne öldüğünü sanırsın
Nerede bir kasırga, ne zaman çıkarsa fırtına
Sen her zaman ayaktasın,” diyor.

Benzer şekilde Sara Avcı da bir kelebek misali, deprem gibi doğal afetler karşısında yaşamın kısalığını anımsatıyor:

Görmesen de oradayım
Duymasan da buradayım
Sen kuş olsan ne olur
Kafesin altından yalnızca
Ben kelebeğim çocuk
Bir günüm var fakat
Uçuyorum sana inat,” diyor.

Deprem sonrasında bölgedeki gençlerin neler yaşadığına dair hissiz kalmamamız için bir davetiye sanki tüm bu dizeler…

Sesle, sözle, renkle, hareketle, yaratıcılıkla ve sanatın bize sunduğu tüm imkanlarla bir topluluk halinde birbirimize omuz vererek bir yaz geçirdik. Şimdi ürettiklerimizi paylaşma zamanı. Varlığınızla, desteğinizle neşelensin hayatlarımız; çünkü biz hâlâ buradayız ve inanıyoruz ki siz de yanımızdasınız. Heyecanla bekliyoruz” diyen gençlerin bu biricik sergisi, ilerleyen dönemde İstanbul’a da taşınacak.

Sergi, Talebeyiz Biz Derneği (TBD) ve Füsun Sayek Sağlık ve Eğitim Geliştirme Derneği (FÜSED) ortaklığında ve ALİKEV, Arsuz Belediyesi, Mustafa Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İskenderun Güney Eğitim Vakfı (İGEV) ve Arsuz Kent Konseyi Gençlik Meclisi işbirliğiyle hayata geçirilen Sanat Elçileri Projesi kapsamında...

Sergide belleğimde kalan izlere geri dönelim.

Hataylı Ceren Gökhan, Norveçli ressam Edvard Munch’un insanın varoluşsal ıstıraplarını resmettiği Çığlık’ını kendi çığlığıyla harmanlıyor eserinde… Gökyüzü bu kez sarı, turuncu ve kırmızıya bürünmemiş. Ortada köprü de yok… Çünkü depremin üzerinden zaman geçtikçe ne yazık ki bölge halkıyla aramızdaki duygusal köprüler de giderek yıkılıyor. Ama resimdeki figür yine iki elini kafasının yanına koymuş, gözler yine faltaşı gibi açık halde, arkadan yükselen gökdelenlere, savaşı anımsatan dumanlara ve yıkık duvara karşı bir çığlık patlatıyor. Ve soruyor: “Bir dehşet anından sonra nasıl huzur bulunur?” Yanıtı ise yine kendisi veriyor: “Kendimizi güvende hissettiğimiz bir topluluğun parçası olarak, dayanışma içinde ilmek ilmek…”

Ceren Gökhan / “Serzeniş”

Eftelya Uzun da, “Görülmek istiyorum” diyor tuval üzerine akrilik tablosunda. Mesajı ise gayet net: “Kimim ben, neredeyim? Benliğimde, zihnimdeki sorularda, korkularımda kayboldum. Bugüne dek yaşadığım, gördüğüm bütün yılları bir güne sığdırmış ve bunun yükünün altında ezilmişçesine yorgunum. Dile gelse yorgunluğum, kendimi bulacağım sanki. Anlatmak, anlaşılmak, duyulmak istiyorum. Lütfen gözlerinizi açın, ben görülmek istiyorum.”

Eftelya Uzun / “Görülmek istiyorum”

Sergide her eser birbirinden özel ve güzel... Beni en çok etkileyenlerden ve karşısında uzun uzadıya düşünmeme yol açanlardan biri de, tuval üzerine akrilik “Yola Devam” çalışması... Ege Binbay, bu eserinde kendini aşağı doğru bırakmış bir kızı ve onun düşmesine izin vermeyerek onu yukarı çeken beş kuşu resmediyor. Duygular o kadar yalın ve güçlü ki bu resimde… Bir araya geldiğimizde gençlerin duygusal düşüşünü nasıl engelleyip onları “yukarı çekebileceğimizi”, dayanışmadan aldıkları güçle gençlerin özgüvenlerinin nasıl artabileceğini ortaya koyuyor. Benzeri projelerde “mentor” olarak deneyimleriyle bir genci güçlendirmekten, burs desteği sağlayarak gençlerin eğitim hayallerine katkıda bulunmayı kast ediyorum “yukarı çekmek” ile…

Ege Binbay / “Yola devam”

Bir diğer akrilik çalışma ise, İrem Karasürmeli imzasını taşıyor. Bu eserde, yüzlerinde hüzün, ellerinde bahhur ve rihen dallarıyla yürüyen Samandağlı kadınların depremin kırkıncı gününde bir araya gelip kaybettiklerini anmak için yaptığı ve “Ma rıhna nehna hon!” (Gitmiyoruz, buradayız!) sloganlı yürüyüşten bir görüntü resmediliyor. Bu kadınlar da tıpkı gençler gibi, seslerinin duyulmamasından, dışlayıcı söylemlerden, ötekileştirilmekten, yalnızlaştırma politikalarından yakınıyorlardı.

 İrem Karasürmeli / “Ma rıhna, nehna hon”

Serginin biricik amacı var: Şubat 2023 depremlerinden en ağır şekilde etkilenen Hatay’da sürdürülebilir mekanizmalar yoluyla gençlerin kültür-sanata doğrudan erişimini sağlamak ve bu alandaki aktif katılımlarını teşvik etmek, böylelikle iyi olma hallerine katkıda bulunmak…

Melek Gökhan’ın sergide yer alan “Tam da kırıldığımız yerden” isimli Kintsugi çalışmasında olduğu gibi… O porselen fincan ve tabak depremde kırılmış olsa da ve ilk aşamada bu denli ağır bir yara almış bölge halkının ayağa kalkması, güçlü durması imkânsız gözükse de, gençlerin sanat yoluyla da açtığı bu yaşamdaşlık patikasında kırıldıkları yerden birbirlerine kenetlenip ayağa kalkmaları mümkün.

Melek Gökhan / “Tam da kırıldığımız yerden”

Yıkılan evler, dağılan yuvalar, kayıplara karışan çocuklar ve gençler, yok olan gelecek hayalleri, halen hijyene ve suya erişimin bir mesele olduğu çadırlara hapsolan dünyalar bu mükemmellik algısını zaten çoktan yok etti. Kriz yönetiminde süregiden mağduriyetleri ve bir türlü sarılamayan kimi yaraları da cabası…

Ama gençler her kırıldıklarında tıpkı fincanlardaki altın işlemeler misali kalplerini umudu yaşatma uğraşıyla, dayanışmayla, birbirlerine verdikleri omuzlarla doldurduklarında her şey daha farklı olabilir. Yeter ki o “altın işlemeler” kendilerinden esirgenmesin…

Yine sergide Nehir Gökhan imzalı ve “Ankadaş” isimli tuval üzerine akrilik çalışmadaki gibi…. Bu gençler “küllerinden yeniden doğan” Anka kuşları misali, yedi kere yıkılıp sekiz kez ayağa kalkan Hatay şehrinde yılmazlığın ve dayanışmanın en güçlü sembolleri oldular ve olmaya da devam edecekler.

Nehir Gökhan / “Ankadaş”

Ve tıpkı Sultan Ramazanoğlu’nun “Kanatlarım Var” isimli tuval üzerine akrilik çalışmasındaki gibi… “Türkiye 'de genç olmak sabır ister, çaba ister,” diyor Ramazanoğlu ve devam ediyor: “Tüm bunların sonunda muhteşem bir dönüşüm umudu vardır. Tıpkı bir tırtılın koza içerisinde sabırla büyüyüp sonucunda görkemli bir kelebeğe dönüşmesi gibi. Bir zamanlar yerde sürünen tırtılın göklere kavuşması gibidir sahip olduğumuz bu umut. Göklere kavuşmak için sahip olduğumuz tüm bu fikirler aynı özgür bir kelebek gibi rehberlik eder bizlere. Lütfen kelebeğimizi takip edelim, hatta kelebek olalım güzel gençler…”

Sultan Ramazanoğlu / "Kanatlarım var"

Bu sadece bir sergi değil, hepimize biraz sitemkâr bir çağrı, bir sesleniş… Deprem sonrasında yaşadığımız kısa soluklu hassasiyetlerin ardından herkesin kendi öznelliğine döndüğü, hissizleştiği şu günlerde, deprem bölgesindeki genç topluluğun sanatsal yaratıcılıklarıyla bize kendilerini anımsattıkları, birbirimize yine omuz vermemiz ve acıları beraber sağaltmamız gerektiğini sesleriyle, sözleriyle, renkleriyle ortaya koydukları bir paylaşım alanı…  

Çünkü o gençler, kalpleri kırık, çoğu halen en ufak sarsıntıda endişelenen, genel kamu hizmetlerine erişimi kısıtlanan, barınma koşulları yetersiz, ama yine de tüm olumsuzluklara karşı ayakta kalabilen gençler…

Bu yılmazlıklarını aslında bu sergi aracılığıyla bize anlatıp hepimize ilham oluyorlar. Onları dinlerken aslında kendimizi dinleyeceğiz; onların derdine ortak olurken aslında yaşamdaşlığımızı güçlendireceğiz; beraber yılmazlığımızı artıracağız. Dayanışma oldukça umut yeşeriyor, umut yeşerdikçe yaralar iyileşiyor.

Nihai amaç; tırtıldan kelebek olanlarla, Anka kuşları (Simurg) gibi küllerinden doğanlarla dayanışmayı birlikte büyütmek. Ve sanat bunun en güçlü araçlarından…

Kuşların hükümdarı olan Simurg; biricik, yedi dipsiz ve çetin vadiyi aşıp küllerinden doğan Simurg! Kendilerine hiçbir zaman gül bahçesi vaat edilmediğini bilen Hatay’ın gençleri gibi… Deprem bölgesinin o yaralı ve hüzünlü halkı gibi… Anka kuşu misali, yanan, yıkılan, yaralanan, acılarından ders çıkaran, ama yine de küllerinden doğan… Her zorlu vadide biz olmayı öğrenen ve biz olamayanlara da seslenen…  Her yenilgide bir sınama olduğunu, her yok oluşun yeni bir mücadele için kapı araladığını bilen…

Şimdi geride bıraktığımız o çetin vadilerde küllerinden doğmaya çalışan gençlere ne kadar güçlü omuz verebileceğimizi düşünelim… Kendi öznelliğimizin içine gömülmeden önce birlikte bir gerçekliğimiz olduğunu, bu toplumun gençlerinin yaşadıkları zorlukların ve kırılganlıkların 19 Mayıs’larda anmakla sınırlı kalamayacağını anlayalım.

Yolumuz düşerse de bu kıymetli sergiye bir göz atalım.

Ve Şükrü Erbaş dizeleriyle tüm Simurg’lara selam olsun:  

“Belki de kimse ölmüyor
Belki de kimse yaşamıyor
Belki de bilmemek en iyisi.
Buradayız işte.
Değil mi?”

Onlar halen oradalar. Ve fark edilmeyi bekliyorlar umutla…

Tüm yazılarını göster