İnsanın gençliğine özlem duyması, dönebilecek olsa o günleri tekrar yaşamak istemesi ısrarcı bir arzu. Gençliğin diriliği, gücü, hevesi, azmi günler geçtikçe yıpranmış deftere benzeyen bir beden ve ruhla uğraşıp duran insan için geride kaldığı yerde parlayıp durur çoğu zaman. Bu yüzden de herkesin gençliğine dönmek isteyeceği ön kabulü yaygın. Ancak bazı kuşakların bu düşünceyi romantik bir hasretle benimsemesi pek mümkün değil. Anlayacağınız herkes gençliğine dönmek istemeyebilir. İstenmemişler, bırakılmışlar, hakkı gasp edilenler, tutsak edilmişler, istismar edilenler, eşitsizliğin çemberinden geçmişler neden gençliklerine dönmek istesin ki!
Mesela günümüz gençleri… Yaşadıkları yoksul, yoksun, eşitsiz, küçük düşürücü, her anlamda baskıcı, haysiyetlerinin ezilip geçildiği bugünlere dönmek istemeyecekler. Onlar mazilerini bir cennet olarak hatırlamayacak. Gıda, iş, okumak, barınmak ve özgür bir yaşam için verdikleri bitimsiz mücadeleyi ya da başka ülkelerde hayat kurma çabalarını hatırladıklarında kabul edelim ki ruhlarına nice yara açan o günleri özlemle anmayacaklar. Ya gelecekleri? Gelecekleri yok değil, yok ediliyor.
Varlık sürdürmenin neredeyse imkânsızlaştığını, gençlerin öğrenci ve yurttaşlık haklarının hiçe sayıldığını sadece şu haklı isyan cümlesinden bile anlamak mümkün: “Ölmek değil barınmak istiyoruz.”
Eğitimde ve istihdamda zar zor yer alabilen gençler dışında bir de her ikisinde de yer alamayanlar var. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) araştırmacısı ve medya koordinatörü Umay Aktaş Salman yazdığı ‘Ne Eğitimde Ne İstihdamda Olan Gençler Anlatıyor’ adlı makalede vaziyeti hem verilerle hem de gençlerle bizzat görüşerek aktarıyor.
Salman’ın konuştuğu beş genç Türkiye’nin farklı şehirlerinden, farklı sosyoekonomik statülerden ve yaşlardan…
Biri 18 yaşındaki M.K. Okulunu bırakarak Diyarbakır’dan İstanbul’a gelmiş. Kâğıt toplayıp 9 kişilik ailesini geçindirmeye çalışıyor. Zorunluluklarını şöyle anlatıyor: “12. sınıftaydım. Okulu bırakıp geldim. Sınıfta okula gelmeyen bir sürü öğrenci vardı. Hocalar geçiriyor nasılsa. Anne ve babamla birlikte 9 kişilik bir ailemiz var. Babam cezaevinden yeni çıktı, çalışmıyor. Ailenin en küçüğüyüm. Ağabeylerim var. Ağabeylerimden biriyle çalışmak için geldik mecburen. Borcumuz vardı çünkü. Kâğıt topluyorum. Pis bir iş, zorluğu o. Burada kira ödemeden depovari bir yerde kalıyoruz. Bundan sonra çalışmak zorundayım. Okula dönmem, borcumuz var. Bundan sonra böyle, önüme ne iş gelirse yapacağım. Öyle hayal ettiğim bir şey yok. İş olarak önüme ne çıkarsa onu yapacağım.”
20 yaşındaki B.G. ilkokula giden kız kardeşine bakıyor. İki yıl önce meslek lisesinden mezun olmuş ancak üniversiteye devam edememiş. Henüz çalışmıyor da. “2. sınıfa giden kardeşime ben bakıyorum. Ev işlerini yapıyorum. Biraz da kardeşime bakmak zorunda olduğum için erteleniyor çalışmam ya da üniversiteye gidebilmem,” diyor.
21 yaşındaki E.S ise otizmli bir birey. Lise mezunu. Herhangi bir işte çalışmıyor. Sebebini tahmin etmek zor değil. Gelecek yine belirsiz… Annesi “Korumalı işyerleri çoğalmalı. Oğlumun sigortası olsun, hayatın içinde olsun. Emekli olsun, maaşı olsun. 20-30 sene sonra biz göçtüğümüzde ne olacak?” diye soruyor.
İzmir’de yaşayan 23 yaşındaki O.Y. mezun olmadan üniversiteyi bırakmak zorunda kalmış. “Üniversitede okuduğum bölümden soğudum. Dersler yetersizdi, hocaların bazıları bizlere ‘bunlardan bir şey olmaz’ gözüyle bakıyordu. İkinci öğretimde okuyordum, harçlar yüksekti. O zaman hem çalışıyor hem okuyordum. Bu şartlarda üniversiteye devam etmek zordu. Şimdi iş arıyorum,” diye konuşuyor.
24 yaşındaki E.B. elektrik elektronik mühendisliği mezunu. Önce yurtdışına gitmeyi denmiş. Olmayınca yaşadığı Eskişehir’de iş aramaya başlamış. “Keşke iki dil bileceğime, bir yerlerde tanıdığım olsaydı çoktan işe girmiştim,” diyor.
Eğitimde ve istihdamda olan gençler için de olmayanlar için de yaşam ite kaka.
En diri, en hevesli çağları güçlükle yaşanan bir ömürde mazinin özlemle anılması mümkün mü!