Onları KHK bile ayıramadı!

Hüseyin Demir İstanbul Sancaktepe’de bulunan Hisar Yapı İlkokulu’ndan Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edildi. Demir için öğrencileri ve velileri her hafta Salı günü okul önünde bir araya gelerek kitap okuma etkinliği düzenliyor. Demir ile yaşadığı süreci ve biraz da okuttuğu kitaplarla ilgili konuştuk.

Abone ol

Meltem Dağcı

DUVAR - Öğrencilerine Richard Bach'ın ünlü eseri Martı Jonathan Livingston okutan bir öğretmen Hüseyin Demir. İstanbul Sancaktepe’de bulunan Hisar Yapı İlkokulu’ndan Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edildi. Hüseyin Demir için öğrencileri ve velileri her hafta Salı günü okul önünde bir araya gelerek kitap okuma etkinliği düzenliyor. Demir ile yaşadığı süreci ve biraz da okuttuğu kitaplarla ilgili konuştuk.

Öncelikle geçmiş olsun demek istiyorum Hüseyin öğretmenim. KHK ile ihraç edilen birçok tanıdık öğretmen arkadaşlarımız oldu. Bununla ilgili söyleyecekleriniz nelerdir?

KHK ile ihraç sıradan bir işten atma olayı değildir. Çalışma hakkınız da dâhil tüm sosyal haklarınızı kaybedersiniz. Yıllardır emek verdiğiniz mesleğiniz elinizden alınmış, diplomanız işlevsizleşmiştir. Mahkemeler size kapalıdır. İşleriniz bizim oyalama komisyonu dediğimiz ve hiç de iyi niyetli olmayan bir komisyona kalmıştır. Dolaysıyla tek seçeneğiniz kamıştır, direnmek. Eğer halkın önüne çıkacak yüzünüz varsa, eğer kendinizi meşru hissediyorsanız direnişe geçip hakkınızı aramalısınız. Topluma olup bitenleri ve kendimizi anlatmak, bu haksızlığa karşı toplumu duyarlılığa çağırmak bilinçlendirmek en doğal hakkımızdır. Susmak kabul etmektir.

Dolaysıyla ihraç edilen arkadaşlarımıza örgütlü bir şekilde meşru ve demokratik haklarımıza dayanarak direnmeye çağırıyorum. 140 bine yakın kişinin işinden olduğu böylesine bir olayda yalnızca 50 insanın olması kabul edilebilir değildir.

Süreç nasıl işledi? Hangi tepkileri doğurdu?

İhraç edildiğimde ilk öğrendiğimde (eşimle birlikte) hemen "Nedir bu?" diye mahkemelerin bu olayla ilgilenmediğini, pasaportlarımıza el konulduğunu, özel okullar da dâhil hiç bir eğitim kurumunda çalışamayacağımızı ve özel sektörün bize iş vermesinin risk olduğunu öğrendik.

Hemen sendikamız aracılığıyla direnişe geçilmesi yönünde karar almaya başladık. Zaten Ankara'da Nuriye Gülmen, Acun Karadağ, Semih Özakça ve Veli Saçılık direnmeye başlamışlardı. Aydın'da ise 10 kadar kamu emekçisi her gün gözaltına alınmaktaydı. Didim'de, Malatya'da, Bodrum ve Düzce'de yine direnişler vardı. Düzce hariç hepsinde yoğun polis müdahalesi söz konusuydu. Sonra da biz Ankara'da 3 noktada Kadıköy, Bakırköy ve Kartal'da direniş başlattık. Direnişlerimiz haftanın 4 günü (pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi) devam etmekteydi.

Bunun yanı sıra diğer günler, sesimizi duyurmayan basın kurumlarının önünde basın açıklamaları yaptık. Valilik ve il milli eğitim müdürlüğü önünde de oturma eylemleri yaptık. Salı günleri de bildiğiniz gibi iki okul önünde kitap okuma etkinliğine başladık.

Hababam Sınıfı serisinde Mahmut Hoca “ Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başıdır. Öğrenmenin, bilginin var olduğu her yer okuldur. “ söylediği en etkili diyaloglardandı. Sanırım okulun en iyi tanımı bu olsa gerek. Değil mi?

Evet, okul bizim yaşamdır, doğadır, toplumdur ve bizzat bireyin kendisidir. Kadim öğretiler hep "önce kendini tanı" dememişler midir? Kendini tanımak meşakkatli bir iştir. Olmak, olgunlaşmak, pişmek ancak doğayla toplumla ve tarihle kuracağınız sağlıklı bir ilişkiyle kazanılır. Dolaysıyla eğitim asla test kitaplarına çelişkili ve sığ ders kitaplarına ve okul sıralarına hapsedilemez.

Sevgi neydi, Emek neydi, KHK neydi? 

KHK; siz bir ihraç olarak bir mülteciden bile daha az haklara sahipsinizdir. Emek ise şüphesiz öğretmeni işten atıldığında "Öğretmenimiz için bir şeyler yapmalıyız", "O çocuklarımız için çok emek verdi." diyebilmektir. Emek, tarihten aldığımızı sabırla ve sevgiyle sonraki kuşaklara aktarmaktır. Bu çok ciddi bir sorumluluktur. Geçmişten aldığımız kültürel ve entelektüel birikimi yanlış bir şekilde aktarırsanız sığ, mekanik, duygusuz ve bencil bireyler yetiştirirsiniz.

Öğrencileriniz ve velileriyle her hafta Salı günü okul önünde bir araya gelerek kitap okuma etkinliği düzenliyorsunuz. Nasıl geçiyor o gün?

Saat 11.30'da okulun önünde Mehmet Akif Ersoy Parkı'nda toplanıyoruz. Ben biraz önce gidiyorum üzerinde "Öğretmenimizi geri istiyoruz" ve "Öğrencilerimizi geri istiyorum" yazılı iki pankartı alana asıyorum. Önce 3–4 dakikalık kısa bir konuşma yapıyorum. Örneğin ilk hafta KHK'lar ve gelişmeler hakkında bilgi verdim. İkinci hafta Samed Behrengi'nin Küçük Karabalık dördüncü hafta da Martı kitaplarını tanıttım. Bu kısa tanıtımdan sonra okumaya geçiyoruz. Saatimiz bitince de oradan ayrılıyoruz. Son derece sessiz bir etkinliktir.

.

Bu etkinlikte hangi kitaplar okunuyor ve üzerine konuşuluyor?

Benim öğrencilerim 1. sınıf ve ben gittikten sonra 2 öğretmen değişti. Dolayısıyla öğrenciler basit düzeyde kitaplar okuyorlar. Daha çok Batı klasik masalları (Kral Çıplak, Rapunzel, Sindrella, Parmak Çocuk vb.) ağırlıklı; veliler ise Samed Behrengi kitapları ve anne-babalık ve çocuk eğitimi üzerine yazılmış kişisel gelişim kitapları okuyorlar. Kitapları daha çok ben yanımda getiriyorum.

Etkinlik öncesi okul önüne çevik kuvvet ve onlarca sivil polis getirilmesine veliler tepki göstermiş. Velilerin de bu anlamda mücadelesi var sanırım. O dayanışmadan bahseder misiniz?

Aslında ilk üç hafta polis yoktu. Sonuçta son derece sessiz bir etkinlik 25 civarı öğrenci ve 10 kadar da veli katılıyordu. Katılmayan veliler de desteklediklerini söylüyorlardı. Dördüncü hafta polis, okulun önünde gözükmeye başladı ve sonra diğer haftalar da gelmeye başladı. Veliler ise tabi tedirgin oluyorlar, tam bir korku ortamı var, insanlar kaygılı ama yine de etkinliklere katıldılar.

Ta ki ilçe milli eğitim müdürü olaya dâhil oluncaya kadar. İlçe Milli Eğitim Müdürü velileri okulun konferans salonunda toplayıp "müdahale edilecek", "O öğretmen kim tanımıyorsunuz" gibi ifadeler kullanınca insanlar geri çekildiler. Ancak Biz ısrar ettik Eğitim-Sen 2 No’lu şube yöneticilerinin de katıldığı bir okuma etkinliği daha yaptık. Dolaysıyla veliler tekrar cesaret kazandılar.

Bu korkularının sebebi neydi sizce? Bilginin giderek çoğalması ve kitaplar mı korkutucu geldi?

Her şeyden önce bizim öğrenci ve velilerimizden kopmadığımızı, koparamadıklarını görmeleri en büyük korkularıydı. Bu tür etkinlikler çoğaldığı zaman oldukça etkili olabilecek etkinliklerdir. Velilerin "Öğretmenimizi istiyoruz", "Biz ondan razıyız" demesi devleti yaptığı uygulama noktasında çok zor durumda bırakır. Bu bir kamuoyu basıncıdır ve bizzat olayın muhataplarından gelmektedir. Kamuoyu basıncı ise yüz binlerce insanın hayatını karartan böylesi bir uygulamada en son istenen şeydir. Dolaysıyla daha baştan bitirmek istediler. Kitaptan bilgiden ve bilinçten korktukları da kesin.

Son olarak, ilkokuldaki öğrencileriniz için neler söylemek istersiniz?

Öğrencilerim bugüne kadar bana büyük bir güven duydular ve en gizli sırlarını dahi kulağıma fısıltıyla söylediler. Onların bu güvenlerini boşa çıkarmadığım inancındayım. Öğrencilerim için bir şeyler söylemek benim için oldukça zor çünkü böylesi bir soru beni oldukça zorlayan yoğun duygulara itiyor. Şunu söyleyebilirim ben öğrencilerim için her zaman kaygılandım. Çünkü gelecek belirsizliklerle doluydu. İçinde bulunduğumuz sistem insanın mutluluğu, gelişimi ve özgürlüğü üzerine değil son derece acımasız ve ceberut bir yapıya sahiptir. Bu ceberut yapı öğrencilerimizin gözündeki ışıltıyı geleceğe meşale yapabilirsek ortadan kalkacaktır. Bugünün aksine gelecekte bilgi ve sevginin egemen olacağını düşünüyorum ve o geleceği bugünden kazanmak için mücadele ediyorum, ediyoruz.