'Only Murders in the Building' ya da podcast yayını cinayetler

Steve Martin, Martin Short ile Selena Gomez'in başrolde olduğu "Only Murders in the Building" ikinci sezonunu geride bıraktı. Dizi, bir cinayetin ardından yolları kesişen üç komşuya odaklanıyor.

Abone ol

Hulu orijinal yapımı Only Murders in the Building ikinci sezonunu geride bıraktı. Steve Martin, Martin Short ile Selena Gomez'i bir araya getiren dizi New York'ta abidevi bir binada yaşanan cinayetleri konu ediyor. Her sezonunun bir vakaya ayrıldığı dizide üç apartman sakininin (Charles, Oliver ile Mabel) gerçekleşen bir cinayet sonrası bir araya gelişleri, podcast yayını için kurdukları ortaklık ve günden güne gelişen dostlukları ele alınıyor.

ARCONIA'NIN ÜÇ BAŞINA!

Disney Plus platformundan da erişebileceğiniz diziyi değerlendirmeye geçmeden hikâyeyi kısaca analım. Geniş bir avlusu ve otantik bir havası bulunan Arconia adlı yaşam alanı onlarca New Yorkluya ev sahipliği yapmaktadır. Farklı motivasyonlarla şehirde barınan üç benzemez apartman sakininin; Charles, Oliver ile Mabel'in yolları ise bir cinayet sonrası kesişir. Charles 90'larda "Brazzos" adlı polisiye seriyle ünlenmiş bir oyuncudur ve eski şöhretinin hayli uzağında, sakin bir hayat sürmektedir. Oliver eski bir Broadway yapımcısıdır, bir dizi başarı ve başarısızlığın ardından artık köşesine çekilmiştir. Bu noktada bir parantez açıp Oliver'a dair ekibin kültürel anlamda en gelişkin üyesi diyebiliriz. Bu iki dinozorun aksine Mabel, çocukluğunun geçtiği apartmana, teyzesinin evini yenilemek için geri dönmüştür. Anne ve babasını farklı zamanlarda yitirmiş genç kadın hangi hedefe yürüyeceğini, yaşamına nasıl yön vereceğini bilememektedir. Başında prestijli bir çatıya toyluk alametleri ve kavak yelleri eşlik etmektedir. Yollarını Tim Kono cinayeti kesiştirir. "Cinayet", ikinci sezonda başka bir örnek vasıtasıyla da açıkça ifade edileceği üzere New Yorkluları birleştirecek nadir ögelerdendir. Ancak panik ve korku gibi ilksel duygularda uzlaşan şehirde cemiyet hayatı, entelektüel üretim ve "sanat tüketimi" gibi unsurlar sosyal ilişkileri belirlemektedir. Şehir gibi şehrin ruhunu yansıtan Arconia'da bir cinayet ile üç benzemez karakteri yan yana getirir ve ekibimiz cinayeti çözmek amacıyla bir podcast yayını yapmaya koyulur. Her bölüm farklı bir şüpheliye yoğunlaşıp soruşturmayı giderek derinleştirirler.

ÖZGÜN BİR ÇEREZLİK

En kaba çizgileriyle "özgün bir çerezlik" olarak niteleyebileceğimiz diziyi üç ayrı dayanağa ayırıp irdelemeli: New Yorkluluk, podcast kültürü ve polisiyenin kendi çerçevesi. Dilerseniz New Yorkluluktan başlayalım zira "Only Murders in the Building" Amerika'nın başka bir yerinde geçse şüphesiz başka bir dizi olurdu. Kısacası dizinin bel kemiğini ne polisiye türün heyecan uyandırıcı yapısı ne bölümler boyunca sürükleyen yayın sevdası oluşturuyor.

Diyebiliriz ki New Yorkluluk harç kılınmış ve bu şehir benzemezleri buluşturacak en uygun mekân tayin edilmiş. Broadway'i, sanat çevresiyle meşhur olan New York dizide kültürel bir aura üzerinden betimlenirken Woody Allen tipi anlatılara da belli bir mesafe seziliyor. Malum New York'un başrolünde olduğu yapımlarda Allen filmleri tartışmasız esin kaynağı... Onun çizdiği New York, polisiyeden romantik güldürüye birçok türde referans oluşturuyor. Bununla da kalmıyor, her New York filminde biraz Allen gevezeliği ve çıkışsızlığı görüyoruz.

Çıkışsızlığı açayım. Konumuz Woody Allen değil ancak şuna değinmek gerek: Allen, New York anlatılarında dünyanın New York'tan ibaret olduğunu sezdiriyor seyirciye. Şehir olayların geçtiği ilk ve son durak oluyor. Bu tutum "Only Murders in the Building"de de zaman zaman hissedilse de -örneğin ikinci sezonda Bunny tam Florida'ya, sıcak bir memlekete gitmeyi aklından geçirdiği sırada öldürülse de- anlatının tamamına hâkimiyet kurmuyor. Dizi New York'un altını çiziyor fakat orada kalmıyor, sahneden sahneye geçerken renkleri değiştirmeyi başarıyor.

Bu durumda ise elbette New York'tan izole ve özgün bir mekânın seçilmesinin payı büyük. Arconia mimari ve sosyal karakteri gelişkin bir yapı oluşunun yanı sıra işlevsel yönü ile ağır basan bir mesken... Bir tür huzurevi, huzuru mutluluğu arayanların, bir ömür arayıp artık yorulmuşların, her yaştan münzevinin sığınağı âdeta... Ayrıca düşmüşlere ve gerginlere ev sahipliği yapıyor; geleceğe umut yerine bir sis perdesinin ardından bakanlara... Zaten böyle bir izole New Yorkluluk hâli de polisiyeye zemin hazırlıyor. Arconia kendi hikâyesini yazmak, saklı taraflarını açmak isteyen bir mekân. Orada işlenen cinayetler de şehre bir çağrı, hatta kurulmaya çalışılan iletişimin parçası... "Biz yaşıyoruz ve şehre aitiz" mesajı...

Dahası dizide ilk sezon izlediğimiz bu izole ama aynı zamanda perde arkasında konuşkan mekânın ikinci sezonda peçesi düşüyor, dili çözülüyor ve şehirle kader birliği aranıyor. Belki podcast yayın hayranlarından Marv’ın "6. Cadde katili" diyerek mekândaki cinayetleri şehrin bütünüyle ilişkilendirme çabası da bu ortaklaşma çabasına yorulabilir. Manhattan'da bulunan Arconia, şehir içinde bir şehir ve suçların gerçekleştiği topoğrafya...

PODCAST MESELESİ

New Yorkluluk her ne kadar "Only Murders in the Building"in ruhunu üflese de omurgayı çatan ve diziyi polisiye kılan sürükleyici öge olarak podcast yayınları... Podcast, bizim pek haşır neşir olmadığımız bir kültür; bunu da "bizden olmayan"da, dizideki yoğun atmosferden anlıyoruz. New York semaları bol yayınlı, bize henüz ilk damla düşmemiş! Ancak ekonomik bakımdan doymuş, acıkmış bir daha doymuş her öğün fast food yiyip şişmiş Amerika'da işlerin birkaç adım önde yürüdüğünü tahmin et güç değil. Bize "yeni" geleni onlar çoktan tüketmiş oluyor. Podcast meselesinde de durum benzer... Amerikan medyasının bir nevi merkezi olan New York bir yandan da yeni yayın anlayışlarını barındırıyor. Konvansiyonel olanla yeniyi, kurumsal olanla dinamik ve yerel (daha sokakta, "mahallede") olanı harmanlayan bir anlayış, bir melezleşme söz konusu.

Aslında bu tür yayınları New York'un kültürel zenginliğine de yorabiliriz. Tüm dünya sosyal medyanın çiğ formlarına (tiktok vb.) boğulurken, abuk sabuk yayınlar tüketmeye dönük bir çizgide akadururken bu entelektüel cazibe noktasında nitelik korunuyor. Öte yandan podcast yayının kendi içinde özelleştiğini görüyoruz. Dizide polisiye örneği izliyoruz.

Podcast yayınları, arkası yarın mantığı ile radyo tiyatrosunu yan yana getirerek merak unsurunu teatral bir üslup ve yarı kurmaca yarı gerçek malzeme aracılığıyla sunmakta. Zaten dizideki üçlünün malzemesi yarı gerçek yarı kurmaca olunca; çözülmesi, saptanması gereken ilk şey de yayındaki doğruluk payı ve eğlencenin sınırı oluyor. Vahşi cinayetlerden, acı olaylardan yola çıkılarak herkesin memnun olduğu dahası katilin de bulunduğu bir çözüme varılıyor.

NEW YORK'TA ROMANTİK CİNAYETLER VE DUYGUSAL POLİSİYELER

"Only Murders in the Building" ağırlıklı olarak türün geleneksel yapısından ve temalarından yararlanıyor. Her iki sezonda da suç, delil toplama, durum değerlendirme, hedef şaşırtma, deneyip yanılma gibi aşamalar altı çizilecek verilmiş. Bu durum podcast yayın ve New York'un "bilindik" gizemli atmosferiyle örtüşünce uyum sağlanıyor.

New York, orayı tanımak için sefer gerektirmeyen, gidilmese de görülmese de varlığını hissettiren şehirlerden... Kültürel bir simge, emperyal bir ikona belki ve her bir anlatıda yıkılmayı, kırılmayı değil de çözülmeyi, çözülüp kana karışmayı bekliyor. Bir tülün altına örtünmüş şehri, Paul Auster'ın postmodern romanlarında kavramaya çalışıyor, çalıştıkça kayboluyoruz. Polisiye ile New York yan yana geldiğinde şehir tüm olan bitene kedi yumakla oynarcasına tel tel bıyığı altından gülerek yaklaşıyor ve dolaştıkça dolaşıyor bu müstehzi ip.

Dizideki yayının konsepti ise süreçleri takip etmek bakımından nokta atışı... Böylece polisiye cephesinde iddiasız fakat keyif veren bir yapım izliyoruz. İlk sezon son bölümlere doğru yalpalayan olay örgüsü; aile dramaları, baba-oğul çatışması, yalnızlıklar ve yanlış eş seçimleri gibi duygusal meselelerle desteklenmişti. İkinci sezonunda "evlatlık-adopt" hâlini de gündemine alan dizi benzemezlerin sıkı dostluğundan üveylerin hissiyatına doğru kayarken polisiyesinden bir şey yitirmiyor. Yine de temposunun (arzu ve kontrol edilen dışında) iniş çıkışlı bir grafik çizdiğini belirtelim.

Arconia binası
BENZEMEZLERİN UYUMU VE BİRTAKIM DENEMELER

"Only Murders in the Building" iki deneyimli oyuncu ile genç bir şarkıcıyı buluşturmuş. Mabel karakterine can veren Selena Gomez iki kurt oyuncunun yanında sıkıntı çekmiyor. Aslında dizideki oyunculuklar ders niyetine okutulur! Hani yüksek bir performans yok fakat uyum ve açık kapatma bakımından iyi bir örnek sunulduğunu söyleyebiliriz. Martin ile Short komedi oyunculuğundan gelmeler. Şüphesiz geldikleri iklimden de bir hava taşıyorlar. Ancak güldürü ögesi gerek senaryoda gerek performanslarda kararında kalmış.

İkili Gomez'in tecrübesizliğini perdelerken Gomez de komediyi soğuk duruşuyla frenleyerek bir bakıma denge kurulmasını sağlıyor. Böylece duygulardaki denge anlatının bütününe yansıyor ve oyun eşit dağılıyor. İlk bakışta oyuncuların eşit performans sergilediği söylenemese de kendi limitleri dâhilinde iyi iş çıkardıklarını, uyumlu hareket ettiklerini görüyoruz. Zaten dizi de maksimum verim ve oyunculukta enerjinin dengelenmesi prensibiyle hareket etmekte...

Denemelere geldiğimizde birçok seyircinin dikkatini çeken bir bölümden (ilk sezon 7. bölümden) özellikle söz açmalıyız. Bu bölüm dizideki sağır dilsiz karakterin dünyasına götürüyor seyirciyi. Onun algıladığı kadar algılıyoruz yaşananları. Dizide olaylar akarken hiç ses duymuyoruz. Diyalogların alt yazıyla aktarıldığı bu bölüm geleneksel seyir algısını parçalayan bir deneme ve esas önemi yüksek bütçeli bir işte karşımıza çıkması. Yapımcılar böyle bir bölüme cesaret edebilmiş. Bu cesarette dizinin yapımcıları arasında başrol oyuncularının olmasının payı yadsınamaz elbette.

Kayda değer bir başka deneme de mekânla bütünleşme çabası. Bir apartmanda polisiye çekmek orijinal bir fikir değil elbette. Her şeyden evvel yaklaşık 50 yıl önce çektiği üçlemeyle gerçek olaylarla fanteziyi karıştırarak apartmanı bizzat suçla özdeşleştiren bir Roman Polanski gerçeği var. Dizide denenen ise mekânla bütünleşme kaygısının polisiye örgüde hissedilmesi. Mekân âdeta işliyor anlatıya ve mimari ile polisiye olaylar iç içe geçiyor. Lobi, asansör kabini, daireler dizide ipuçlarının serpildiği alanlar oluyor. Dizide zaten pek dışarı çıkılmadığından, avlu ve şehrin sokakları fon oluşturmadığından bu çaba özel bir anlam kazanıyor. Asansörde rastlaşma, Mabel'in dairesinin "bakımda" olması gibi çağrışımlara açık hoş detaylar da var. Tarihi bir mekânın buluşulan ve restore edilen tüm bölümleri polisiyenin söylemini derinleştirmekte... İkinci sezon ise kazara keşfedilen daireler arası dehlizlerde daha fazla zaman geçirilerek mekân iyice sindiriliyor. Toplu alanlarından, özel bölümlerinden artık kovuklara dek giriliyor.

* * 

Bölümleri birçok farklı yönetmen tarafından çekilmesine karşın belli bir düzey tutturan dizi için sözü bağlayabiliriz. "Only Murders in the Building", Paul Auster vesilesiyle postmodern cinayetlerine tanık olup Woody Allen vesilesiyle romantik ilişkilerine kandığımız New York'a farklı bir açıdan, bir apartmandan bakan; asansör ile yükselip dehlizlerden serbest süzülen, hem ev hem komşu aldıran hoş bir seyirlik. Auster'ın romanları kadar karmaşık bir örgüye ve usta işi polisiyeye sahip değilse bile türün hakkını vermekte. Ayrıca podcast kültürünü işlemesi, bir çeşit sivil ve alternatif soruşturma kayıtları düşmesi dikkat çekici. Merak kediyi öldürse de Arconia üçlüsüne nazar değmiyor. Değil mi ki apartman cinayetini, cinayet çözümünü bekliyor!