Önümüzdeki kış ya da mesut günler kapımızı çalacak mı?
Maalesef bizim hayatımızı Sait Faik anlatmıyor, o yüzden daha hoyrat şimdi her şey. Sait Faik’in öykü kişisi soğuğu hiç değilse onun kaleminden yaşıyor: “Tipiyi karşısında donmuş bir adam şeklinde, bıyıkları dimdik, karlı, gözleri mavi, donuk gördü.” Bizler, şehrin duvarlarında şu meşhur duvar yazısı fondayken önümüzdeki kışı ve hayatı merak ediyoruz. “Yakarsa kombiyi zenginler yakar.”
Kış geliyor. Kime baksam, kimle konuşsam aynı insanı
hatırlatıyor. Yüzlerindeki ifadeyle, anlattıkları duygularla tıpkı
onun gibiler. Günü geçirmenin zorluğu kıstırmış, gelecek silinmiş
ama yine de yaşamda sıcacık bir şey bulma ümidi içlerinde bir yerde
sönmemeye çalışıyor... Sıcacık bir hürriyet, sıcacık bir gülüş,
sıcacık bir ev... Olur mu?
Birçok insan önündeki kışı düşünen ama aslında kıştan çok
önündeki hayata dair güzel bir düş kurmak için çabalayan Sait
Faik’in o öykü kişisi gibi. Birçok insan ısıtamadığı bekâr
odasında, battaniyenin altından çıkıp dışarıyı, yaşamı arzulamak
için uğraşan o öykü kişisi gibi.
Boşuna mı bu benzerlik! Onun yaşadığı o günlere benziyor
bugünler de.
Cebinde ekmek karnesi, dışarıda tipi. Odasında bir radyo.
Dolabında bir damla erzak yok. Önünde kış. Bir beyefendinin “şeker
sandığından sızan ilkbaharın”, başka bir beyefendinin “apartmanının
kilerindeki sucuk kangallarından gelen yazın” farkında. Şehrin
zenginleri sandık sandık şekerleriyle, bulgurlarıyla, odunu
kömürüyle büyük taş evlerinde. Zenginler iyice zenginleşirken
yoksulların çaresizliği artar, bunu çok iyi biliyor. Bunu yaşıyor.
Ama ah o ümit yok mu! Ah, bu ümit iyi ki var! Bir anlık içine
çöreklenen yaşam arzusuyla kendini sokağa atıyor. Rüzgârla savrulan
ve usulca yere düşen kar taneleri... Hep kar. “Beyaz karanlık”.
İnsanların arasına karışınca “bir sevimli rüya gibi” görüveriyor
dünyayı. Isınacak bir kahvehane, biraz ileride bir delikanlıyı
kartopuna tutan genç bir kız, kar toplamak için açan hava...
İçinde ansızın bir mutluluk hissi... Odasına döndüğünde radyoda bir
ses: “Sulh, anlaşma çok yakın gözüküyor. Bütün taraflar, hemen
hemen bir karara varmışlardır. İnsanoğlunun hür günleri, mesut
günleri kapımızı çalıyor. Ne galip, ne de mağlup vardır. Yalnız,
yalnız insanoğlunun hür düşüncesi, temin edilmiş istikbali,
istismarsız çalışması garanti edilmiştir. Yaşamak, sevişmek...”
Sait Faik’in İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen “Önündeki Kış”
hikâyesi yorgunluk, usanmışlık ve çaresizlik ile ümidin bir arada
anlatıldığı en etkileyici öykülerden. Adsız öykü kişisi her açıdan
sömürü peşinde koşan bir düzenin içinde adil yaşama ve insanlığa
olan özlemin biricik temsilcisi.
“Önündeki Kış” adlı öykü Tüneldeki Çocuk kitabında yer
alıyor. Kitap İş Bankası Kültür Yayınları tarafından
yayımlanıyor.
“Önündeki Kış”, eşitsizliğin ortadan kalkma ümidini tam
anlamıyla Sait Faik’çe anlatıyor. Bir sanrı gibi... Öykü
ilerledikçe yalnızlık ve yoksunluk içindeki karakterin ümitli bir
geleceğe göz kırpan anlarla hayata tutunmasını okuyoruz. Bir yandan
da dünyanın korkunç gidişatı etrafı sarmıştır. İç içe olan bu iki
durum hep bir ikilik, şüphe getiriyor okura. Ümitli geleceğe dair
anlatılanlar bir sanrı mı? Adilce, insanca yaşamak öykü kişisinin
sanrısı mı yoksa gerçekte böyle yaşanabilir mi?
Sait Faik bizi hayata teyelleyecek bir şekilde bitiriyor
öyküsünü: “...dünyanın bu korkunç gidişatına rağmen umutlu,
paltosunun yakasında karlar, ayakları buz gibi, boyun atkısını
kulaklarına dolayarak bekâr odasının yolunu” tutuyor karakter.
Şimdi birçoğumuz ısıtamadığı evlerinde yaşamı arzulamak için
uğraşan bahsettiğim öykü kişisi değil miyiz? Ama maalesef bizim
hayatımızı Sait Faik anlatmıyor, o yüzden daha hoyrat şimdi her
şey. Sait Faik’in öykü kişisi soğuğu hiç değilse onun kaleminden
yaşıyor: “Tipiyi karşısında donmuş bir adam şeklinde, bıyıkları
dimdik, karlı, gözleri mavi, donuk gördü.” Bizler, şehrin
duvarlarında şu meşhur duvar yazısı fondayken önümüzdeki kışı ve
hayatı merak ediyoruz. “Yakarsa kombiyi zenginler yakar.”
Ümidimiz kışın bir mevsim olarak hayatımızda kalması, bir yaşam
biçimi olarak değil.