Makedonya Kralı Büyük İskender, Hindistan’da Kral Sabbas’ı kendisine karşı ayaklanmaya kışkırtan filozofa sorar:
- Neden Sabbas’ı bana karşı kışkırttın?
İskender’in hayatını kaleme almış olan Plutarkhos, filozofun buna şu karşılığı verdiğini yazar:
“Ya daha iyi yaşasın ya da daha iyi ölsün diye.”
Güzel cevap. Böylelikle Kral, ya Büyük İskender’i mağlup etmiş biri olarak yaşayacak, ya da Büyük İskender’e başkaldırmış biri olarak ölecekti. Her iki unvan da hayatına onur katmaya fazlasıyla yetecekti.
Onurlu bir hayat ve onurlu bir ölüm!
İlkinde başarısız olduysa ikincisini mi denemeli insan?
Aslında her ikisini birden becerebilmeli ama… Kolay değil.
Genellikle kötü yaşayıp kötü ölüyor insan. Hele bu çağda ekseriyetle böyle.
Bazen bu kaderi yaşamak istemeyenler de çıkıyor içimizden, en azından bir denemek isteyenlerimiz oluyor. Ama onların da hatırı sayılır bir başarı kazandığını pek söyleyemiyoruz. Genellikle, “Ben de büyük işler başaracağım!” diyerek hayata belki bir Robespierre ya da bir Che Guevara olma özlemiyle başlayıp Zübük gibi noktalamak oluyor sonları. Ve daima, iyi yaşayıp iyi ölenlerinkinden fazla oluyor sayıları.
Yani, başı sonu bir hayat, iyi bir yaşamı iyi bir ölümle noktalamak, herkese nasip olmuyor.
Bugün idamının 48'inci yılında andığımız Deniz Gezmiş, bu onura erişen ender insanlardandı. Darağacına gönderildiğinde 25 yaşındaydı (17 yaşında gönderilenden yine de “şanslı” sayılır). Yoldaşı Yusuf Aslan’dan iki yaş büyük, Hüseyin İnan’la yaşıttı. Kısa gibi görünse de iyi ve onurlu yaşamaya yetecek kadar uzun bir hayattı onunki.
1972 yılında idam edildi Deniz Gezmiş.
Demek ki onunla üç yıla yakın süre aynı gök kubbe altında soluk almışım! Daha fazlasına yetişemedim. (Aşk olsun sana be çocuk!)
İdamından birkaç sene sonraydı galiba… İki bina yanımızdaki evi polis basmıştı. Sokakta konu komşu fısıldaşıyor: Deniz Gezmiş’in resimleri varmış evde!
Bu ismi öyle bir söyleyişleri vardı ki, sahibi insandan farklı bir şey gibi gelmişti bana.
Onunla ilk hatıram budur. Sonrasında, “bir yangın ormanından fışkırmış” diğer “genç fidanlar”la birlikte ismini çok işitir, yakışıklı güzel yüzünü çok görür oldum.
Deniz Gezmiş’in bizim için olumlu bir kahraman olduğu kesindir. Çünkü bütün bir halkın itiraz etme işlevini küçük bir devrimciler topluluğunun sırtına yıkan 68’li yıllar’ın eseridir o. Hızlı fakat kısa bir hamleydi ‘68. Bütün erken hamlelerin kırılganlığını taşıyordu. Deniz Gezmiş’in de ince uzun gövdesiyle katılıp büyüttüğü ‘68 hareketi, bahtiyarlığına ömrünü verdiği Türk halkını kendi somut eyleminin içine çekemeyişiyle mahzundur. Buna rağmen gösterdiği başarı, Deniz ve onun gibilerin varlığı sayesindedir.
“Unutulmaz olaylar unutulmaz sözlere gereksinim duymazlar” demiş, bilge Borges. Deniz Gezmiş, unutulmaz bir olaydır. Bu isme eklenebilecek başka unutulmaz bir söz yok. Adını ve soyadını yazın yeter.
Yine de şu kadarını söylemek gerekir: Hani “Hiç kimse başlangıç değildir, her insan kendisinden öncekilerden devraldığını sürdürür, geliştirir” denir ya… İşte bu, Deniz Gezmiş için geçerli değildir. Onun öncesi yoktur. Onun şeceresi onunla başlar.
Deniz Gezmiş, özgül bir varoluştur. Onun gibi olmanın imkânı belki artık yoktur, tarihsel ve toplumsal koşulu kalmamıştır vs. Ama onun özgüllüğünü kendimize katabilme imkânı her zaman mevcuttur, bunun koşulu hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Başını dik tutmak isteyecek 21'inci yüzyıl Türkiye’sinin insanı, Deniz Gezmiş’in âsilik kabiliyetinden pek çok şey öğrenebilir.
Hepimizi bir kandırmaca içine sokan, bizi yanlış bir oyunu oynamak zorunda bırakan bir yazgısı var bu hayatın. O, bu yazgıya itiraz etti; ya bu yazgıyı alt etmiş biri olarak yaşayacak, ya da bu yazgıya boyun eğmemiş biri olarak ölecekti.
Aristo’nun eğittiği İskender, o yanıtından sonra o filozofu affetmişti.
“Devlet dersi”nde eğitilenler, yazgısına boyun eğmeyen bu delikanlıyı affetmediler.