Zengin bir vizyon haftasına daha giriyoruz. Bu hafta biri ikinci vizyon, biri animasyon, birisi de belgesel olmak üzere sekiz yerli yapım, üç de yabancı film vizyona giriyor.
Kuşkusuz haftanın merakla bekleneni Onur Ünlü’nün geçen yıl Adana Altın Koza’da en iyi film ödülünü kazanan filmi “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”. Onur Ünlü ilk filmi “Polis” ve ardından gelen “Beş Şehir” ile Türkiye sinemasındaki geleneksel hikaye anlatı kalıbını, karakter yapısını ters yüz eden bir alan açtı kendisine. Bu yeni dil ve estetik arayışı hem seyirci hem de sinema eleştirmenleri arasında bir heyecan yarattı. Türkiye sinemasının gramerini bozan, geleneksel anlatıya, karaktere kafa tutan ve aynı zamanda eğlenceli de olabilen bu estetik arayışın kendi içinde devam eden yolculuğunun ‘tuhaf’ duraklarından birisi olarak görülebilir “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”. Ki, bir sonraki filmi “Put Şeylere” ile bu arayışı yeni bir evreye taşıdığı ve belki de artık kendisinin de ne aradığını tam olarak bilmediği bir yerde duruyor Onur Ünlü sineması.
“Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”, hastalığı nedeniyle yakın zamanda tamamen kör olacak olan polis dedektifi Salim’in bir cinayet soruşturması sırasında önce kör bir piyaniste, ardından katil zanlısının kör karısına ilgisi etrafında dönüyor. Annesinin de kör olması filmin de ana temasının körlük olduğunu açıklıyor bizlere. Filmin en büyük sıkıntısı hikayenin birbiri ardı sıra akıp giden sahnelerle ilerlemesi, etrafında olup bitenlere, karakterlere durup bakmaması. Salim bir cinayetin ve iki kadına karşı hislerinin peşinden sürüklenirken Demet Evgar’ın canlandırdığı piyanist Handan’ın taşıdığı olanakların, Türkiye sinemasına unutulmaz bir ‘famme fatal’ armağan etme fırsatının yanından geçip gidiyor film örneğin. Onur Ünlü, Türkiye’nin en önemli ‘parlak fikir’ bulan sinema insanı olarak, fikrin olgun bir hikayeye dönüşmesi için biraz daha sakin kalmak ve uğraşmak yerine peşine takılmak ve nereye giderse oraya kadar gitmek istemiş gibi sanki. Ama bunun da Onur Ünlü’nün alametifarikalarından birisi olduğunu ve şaşırmamak gerektiğini not etmeden geçmeyelim.
Ünlü’nün “demokratik dramaturji” olarak adlandırdığı ama henüz ne olduğunu tam olarak anlatmadığı yeni sinema durağının giriş filmi belki de “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”. Ardından gelen “Put Şeylere” ise bir tür ‘mini manifesto’ydu belki de. Bu noktada şunu sorabiliriz: Onur Ünlü’nün ‘yapı- bozucu’ sinemasındaki bu yeni evre bir süre sonra olgunlaşıp çok daha güçlü bir sinema haline mi gelecek yoksa sürekli bir arayış içinde kalmaya devam edip sinemanın anlatı olanaklarına dair bir literatür mü bırakacak gelecek kuşaklara.
UMUTSUZLUKTAN CESARET ÇIKARMAK: MR. GAY SYRIA
Haftanın en iyisi ise Ayşe Toprak’ın yönettiği “Mr. Gay Syria”. Savaşın bir parçası olmak istemedikleri için milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Ayşe Toprak, bir yandan savaş nedeniyle ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılan, öte yandan da cinsel kimlikleri yüzünden aileleri tarafından dışlanan Suriyeli eşcinsellerin dünyasına davet ediyor seyirciyi. Filmin ana aksını Berlin’de yaşayan eşcinsel aktivist Mahmut’un seslerini duyurabilmek için Malta’da düzenlenecek Mr. Gay World yarışmasını bir olanak görmesi oluşturuyor. Mahmut, bu platformu başta Suriyeliler olmak üzere Arap dünyasındaki eşcinsellerin seslerini duyurmaları için fırsat olarak görüyor ve Türkiye’de bir yarışma düzenleyerek ‘Mr. Gay Syria’yı seçip oraya göndermek istiyor. Yarışma düzenleniyor ve 24 yaşındaki Hüseyin kazanıyor. Hüseyin, evli ve bir çocuk babası aynı zamanda. Türkiye’ye geldiğinde cinsel kimliğini daha açık ifade etme olanağı bulmuş ama bu durum ailesiyle olan ilişkisini dönülemez bir noktaya getirmiş.
“Mr. Gay Syria”, bir yanıyla dünyanın birçok ülkesinde benzer sorunlar yaşayan eşcinsellerin dünyasına Suriyeli sığınmacıların gözünden bakarken, asıl olarak yersizlik, yurtsuzluk, vatansızlık ve arada kalmışlık duygusu ön plana çıkıyor. Türkiye toplumunun sığınmacılara karşı önyargılarının üzerine eşcinsellere karşı önyargılarıyla da baş etmek zorunda kalan, buna rağmen Hüseyin’in dediği gibi “umutsuzluktan cesaret çıkarmaya” çabalayan ve bunu da büyük oranda başaran dirençli insanlara dair, bildik hikayelerin dışında bir film “Mr. Gay Syria”. Türkiye’yi bir ara durak olarak gördükleri için yaşadıkları sıkışmışlık duygusuna, kültürel ve dini kodları aşmak için harcadıkları çabaya, ülkelerinden dışlandıkları yetmezmiş gibi Suriyelilerin burada kurdukları topluluklara da kabul edilmemelerine rağmen mücadeleden vazgeçmeyen, yepyeni hayatların hayalini kurmakta ısrar eden, bütün zorlukları aşıp birbirine kavuşmayı başaran insanların öyküsü “Mr. Gay Syria”.
Her koşul altında umudun yeniden üretilebildiğinin; eğlenmeye, hayattan zevk almaya devam etmenin güzelliğinin, pes edip kabullenmek yerine hiçbir şey olmasa bile mücadele etmekten vazgeçmemenin insana kendini iyi hissettireceğinin açık, samimi bir ifadesi aynı zamanda…