“Hiç yoktur namusu arı dünyanın.” Firik Dede söylemişti. Oğlu 12 Eylül’den sonra işkenceyle öldürülen Firik Dede. Namus. Nomos. Yasa. Ar, yani utanç. Yasa çiğnendiğinde utanç verici işler çıkar ortaya. “Öldürmeyeceksin.” Öldürmekten kaçınmayanın arı yoktur artık. Öldürmeye sessiz kalanın da.
Öldürmeden beteri var ama. Kaybetme mesela. Zorla kaybetme. 12 Eylül cuntası 90 gün gözaltı koymuştu, aldıkların kimini bir daha vermedi. Hayrettin Eren mesela. Sonsuz gözaltı. 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12.00'de kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları Galatasaray’da ilk oturma eylemini yaptı. 21 yıl önce. "Gözaltındaki kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, sorumlular bulunsun ve yargılansın" diyorlardı.
13 Mart 1999'da oturmalara ara verdiklerini açıkladılar. Polis rahat vermiyordu. Gözaltı. Dayak. Hakaret. Ara 10 yıl sürdü. 31 Ocak 2009'da yeniden başladılar oturmaya. Bugün, 24 Eylül Cumartesi saat 12.00'de, 600’üncü defa oturacaklar.
Kayıp vakaları azaldıysa, bu eylemin payı çok büyüktür. Kayıp vakaları azaldıysa, namus ve ar artmıştır. İktidara 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi geldikten sonra, bir tek vaka konuşuldu. 2004’te İğneada’da Tolga Baykal Ceylan kaybolmuştu. Şimdi ailesi, “Hurşit Külter nerede” diye soruyor, soru sosyal medyada ve konvansiyonel medyanın bir kısmında yankılanıyor. İşkenceye sıfır toleransla övünen, kayıpları bitirmekle övünen, kayıp yakınlarıyla başbakan düzeyinde görüşen bir hükümet döneminde, böylesi bir soruya cevap yok. Şimdiki Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 6 Şubat 2011’de kayıp yakınlarıyla yani Cumartesi İnsanları’yla görüşmüş, onların hazırladığı dosyaları almış, taleplerini dinlemiş, cevap sözü vermişti.
Hurşit Külter, 27 Mayıs 2016 Cuma günü gözaltına alındı. Bir daha haber alınmadı. Aile, hangi kapıyı çalsak duvara döndü diyor. Hükümetten bir kere ses geldi. 23 Haziran’da Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, İçişleri Bakanlığı’nın bir mülkiye müfettişini konunun araştırılması ve incelenmesiyle ilgili görevlendirdiğini açıkladı. Sonrası sessizlik. Yasaya uygun değil. Namuslu değil. Adil değil.
*
Ben kayıp bir kardeştim
Kar yağarken gülümseyen dünyada
Yalnız bir resmim olsun istedim
*
Kardeşimiz kayıpsa, kardeşliğimiz kayıptır, kayıptadır. Kayıptayız. Onlar “anne” adıyla anıldılar, çoğu oğlunu arıyordu. Kardeşlerimizi. Cumartesi Anneleri denildi onlara. Onlar Cumartesi İnsanları sözünü tercih ediyor. Anneler, bir bir gidiyor bir yandan. Berfo Ana, o müthiş direngen kadın, o büyük adalet arayıcısı aramızda değil artık. “Ben Berfo Kırbayır, 105 yaşındayım…” diye başlayan mektubunu almak istememişti Adalet Bakanlığı. Adalet. Yasa çiğnenmişse, ar ve namusun yitmemesi için temin edilmesi gereken adalet. Devletin ar ve namusu olmaz, toplumun ar namusudur söz konusu olan. Devlet hesap vermek zorunda olandır. Devlet hesap vermemişse, toplumun ar ve namusu aşınmıştır, aşınır. Adalet Bakanlığı “devlet” olarak iyi gösteriyor bunu. Bakanlığı var, adaleti yok. Annenin mektubunu alacak kadar bile.
*
Bir köprü ayazında veda edasıyla öptü beni annem
Öpülen bir yalnızlık oldum böylece
*
Cumhurbaşkanı, başbakanken söylemişti şunları: 31 Ocak 2013’te: “Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa bunun hesabı bizim üzerimizdedir. Kurttan bana ne, koyundan bana ne makamında değiliz. Hiç kimse bizi kurt koyunu kaptı diye suçlamasa bile bizim bunu kendimize dert etmemiz, bunun muhasebesini yapmamız, bunu acaba nasıl önleyebilirdim diye kendimiz sormamız gerekir.”
Bir adalet sözü. Ah, Fırat! Adaletin mekânı demek Asrı Saadet’te de Fırat imiş. Söz, Mehmet Akif Ersoy’un ağzından Hz. Ömer’e söyletilmiş:
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu
Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu”
“Ömer adaleti”ni yansıttığı belirtilen sözün başka aktarımları da var, bir versiyonunda sözün Hz. Ali ile Hz. Ömer’in bir konuşmasında söylendiği ve Hz. Ali’nin aktardığı belirtiliyor. Sözün siyasette meşhur oluşu, Süleyman Demirel’in kullanmasından sonraydı. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı dönemindeki kayıpları saymak imkânsız neredeyse. Fırat kenarındaki kuzu ne, Fırat kan akıyordu, Fırat’ın öte yanı. Fırat’ın kenarı, o yanıyla bu yanı bugün de adaletin terazisi. Fakat söz başka hakikat başka demek. Berfo Ana’nın dediği gibi: “Adaletten sorumlu bakan ile görüşüp 'Bu ne biçim adalet' demek istedim, 'Mühim işlerim var, ona ayıracak zamanım yok' demiş. Sizin, bizim sorunlarımızı çözmekten daha mühim ne işiniz var?”
*
Neydim ben gurbet mi yenilgi mi
Her gün devasız bir salgın gibi ararken sesimi
Ayakları ters dönmüş bir yolcu gibiydim
*
Uzun bir yol bu. Uzun bir yolculuk. Kardeşimizi aradığımız yolculuk. Kardeşimiz kayıpsa kardeşliğimiz de kayıptır. Kayıptayız. Bir bugün mü sadece? 100 yıldır.
Çîroka Wenda (Kayıp Hikaye, yönetmen Mehmet Uluç) belgeselinde anlatılıyor. Boğos Arslanyan, 100 yıldır kayıp. Kardeşi Halil, Müslüman olmuş, imam olmuş. Kendi çocuklarına, başka çocuklara Kuran öğretmiş. Ama kardeşini “Boğuz”u aramayı hiç bırakmamış yaşarken. Vasiyet etmiş. Çocukları da aramış. Torunları da arıyor. Üç kuşak, “kayıp kardeş”i arıyor. Kardeşliği kaybetmemek için. Kayba tahammül edebilmek için. Başka kardeşlerin kaybolmaması için. Artık kardeşleriyle başka dinde olsalar da arıyorlar. İnsanlığı kaybetmemek için, aramak gerek. Sormak. Adalet istemek. Hesap sorulmasını istemek.
Ben kayıp bir kardeştim
Ölümü düşündüm yüzümü saçlarımla örttüm
En zayıf yerimden yeniden doğayım diye
Tanrıya dualar ettim
*
Yazı boyu eğik yazıyla alıntılanan dizeler, Ömer Erdem’e ait. 1996’da yayınlanan Dünyaya Sarkıtılan İpler kitabının ilk ve “Kayıp Kardeş” başlıklı şiirden. Başlık, şiirden mülhem, şairin affına sığınarak.