Orak: 'Kibar Feyzo ve Şener Şen'den etkilendim'
Yönetmen ve oyuncu Aydın Orak Musasız Asa filmini ve sinemaya dair görüşlerini bizimle paylaştı. Orak "Ben film çekerken siyasal konjonktüre göre hareket etmem." dedi.
Aydın Orak ile Musa Anter’i konu alan ilk sinema filmi Asasız Musa’yı, bağımsız sinemayı ve kamera- vicdan ilişkisini konuştuk. Orak, sinema "Bir siyasi partinin mesajını bildiri haline getirmemeli. İşte tam da burada yönetmenin vicdanı araya giriyor. Belki de o vicdan da kameradır. Kamera da yanlı olmamalıdır." görüşünü savundu.
Aydın Orak kimdir?
1982’de doğdu. 1997’de tiyatroya başladı. Zincire Vurulmuş Prometheus, Ada, Bir Delinin Güncesi, Sen Gara Değilsin, Araf, Bir Dilin Ölümü, Nora, Kapan, Actor, Beceriksizler çevirdiği, yönettiği ve oynadığı bazı oyunlardır. Pervane, Fırtına, Mavi Adam, Siyah Karga rol aldığı bazı filmlerdir. Ölümün Rengi, Cevher, Asasız Musa, Daha İyi Yenil yönettiği filmlerdir. 2003’te Tiyatro Avesta'yı kurdu.
Saklı Duygular, Yaşar Kemal'in Teneke, Haşmet Zeybek'in Theodora ve Radikal Tiyatro yazdığı ve çevirdiği kitaplardır. Radikal Gazetesi, Esmer, Başka, Önsöz gibi gazete ve dergilerde söyleşi, yazı ve makaleleri yayınlandı. 2012’de Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları ve Performans bölümünü terk etti. Araf oyunuyla En İyi Tek Kişilik Oyun ödülü ve Beceriksizler oyunuyla Yılın En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nden aldı. İstanbul’da yaşıyor.
Çocukken çok film izler miydiniz?
Çocukken televizyondan film izlerdik. Sevdiğim filmleri defalarca izler, repliklerini ezberlerdim. Yatılı Bölge Okulu'nda okuduğum yıllar… Yerli malları ve özel günlerde ilk ve ortaokulda, o ezberlediğim film repliklerini birkaç arkadaşımla kısa skeçler halinde sergilerdim.
Öğrenci ve öğretmen topluluklarına, kostümler giyerek bu kısa oyunları sahnelerdik. İlk drama sahneleme tecrübem oyunculukla oldu. "Oyun" kurmayı, içinde "oynamayı" da katarak gerçekleştirmeyi severdim. O gün bugündür bu oyun kurma geleneğini gerek tiyatroda gerek sinemada seviyorum.
İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?
İlk izlediğim filmlerden biri Kibar Feyzo olabilir. Sanırım 10 yaşındaydım. Eğer bugün sinema, tiyatro kısacası sanat ile ilgili bir şey yapıyorsam Kibar Feyzo ve Şener Şen filmlerinin büyük bir etkisi var. Filmin komik ve politik olması beni hala derinden etkiliyor.
Çocukluğunuzun geçtiği bölgede çok sinema var mıydı?
Hiç sinema yoktu. Sinemaya ilk kez İstanbul'da gittim. Hatırladığım kadarıyla erotik filmlerin gösterildiği bir yeraltı sineması vardı. O da 1980 darbesinin apolitikleştirme çabalarının olduğu ürünlerdi.
Kısa film sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Uzun metraj, belgesel benim için ne ifade ediyorsa kısa film de aynı. Her türün kendine ait bir yaklaşımı ve anlatım biçimi var. Kısa film, uzun metrajın ön provası değildir. "Başta 2 tane kısa film çek, sonra uzun metraj çekersin" sözü kısa filme yapılmış bir hakarettir.
Ve uzun metraj çeken insanlar, kısa filmden ne kadar farklı olduğunu, hem yapım aşamasında hem yapım sonrasındaki aşamalarda görecektir. Uzun metraj çektim diye bir daha kısa çekmem diye bir şey olamaz. Bu yıl bir kısa film çektim.
'Asasız Musa' filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
Ben film çekerken siyasal konjonktüre göre hareket etmem. Açıkçası Asasız Musa'yı çekerken kişisel felsefi bir yolculuk dışında hiçbir şeyi düşünmedim. Bu filmin ekonomik başarısı ne olacak? Siyasi olarak nasıl tepki alacak? Festivallerde ne olacak? Gişede ne olacak?
Hiçbirini düşünmedim, hesaplamadım. Tamamen kendi iç sesimi dinledim. Hatta biraz daha ileri gideyim: Bu anlatımın film olup olmamasıyla da ilgilenmedim. Ne çıkacağını, tür olarak hangi kategoriye gireceğini de düşünmedim. Doğrusu olan bu mudur? Herkesin böyle bir lüksü var mı? Emin değilim.
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Kürt Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Kamera ile çekilen her şeyin film kategorisine gireceğini düşünüyorum. Sonra bunun iyi film mi, kötü film mi olduğunu tartışabiliriz. Sonrasında ise, Türkiye sineması, Anadolu Sineması v.s. tartışması gelir. Ben ilk kategoriye göre hareket ederim. İyi film vardır, kötü film vardır. Diğer kodlamalar, insanlar, kendini nasıl tanımlıyorsa öyledir.
Fakat benim yaptığım filmlerde, özellikle Asasız Musa filmimde, çok yoğun kültürel, mitolojik ve coğrafik kodlar var. Filmi onların üzerine kurdum. Mezopotamya coğrafyasında tarihten beri oluşan birtakım kültürel kodlar var; motifler, renkler, gestuslar, sesler bunları filmlerimde kullanırım.
Asasız Musa'nın tüm sahnelerini, renklerini, mitolojik kodlarını, ses dramaturjisini tek tek anlatmak isterdim. Ama bunu bir sinema yazarından beklerdim.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Denebilir. Aslında yaptığım tüm filmleri kişisel olarak bana dokunuyorsa yapıyorum. Fakat bana dokunan her şey politik… "Her film politiktir, kameranın açısını bile belirlemek politiktir" gibi söylemleri anlamıyorum. Her film politik değildir. Sabun köpüğü gibi, bir sürü birbirine benzeyen film nasıl politik oluyor ki?
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
Şimdiye kadar yaptığım hiçbir filmi, hiç kimseden destek almadan yaptım. Dağıtım sorununu aşamadığımız için kendi filmlerimizi kendimiz dağıtıyoruz. Bunu bir sorun olarak görmüyorum. Bu bir tercihtir.
Eğer ana akım dışında kendi bağımsız filmini yapmak gibi bir yol seçmişsen, bu yolun böyle olduğunu biliyorsun ve buna rağmen girmişsin demektir. Dünyadaki örneklerin Türkiye'den farklı olduğunu düşünmüyorum.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Maalesef böyle bir ayrım var. Eskiden ayrım, bu kadar büyük değildi. Ama bugün çok net çizgilerle belirgin hale geldi. Ben sadece film yapıyorum. Dediğim gibi, kafama göre hareket ediyorum. Sonrası kim ne der, nasıl kategorize eder, beni ilgilendirmez.
Bunlar, film sonrası gelişen tanımlardır. Ben sadece film yapmaya çalışıyorum. Gişe, festival gibi kavramlardan arındırıyorum kendimi. Asasız Musa'yı böyle bir kafayla çektim. Ne festival, ne de vizyon yüzü görmeyebilirdi. Ben buna hazırdım. Ama iki tarafta da fena olmadı.
Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
Toplumsal duyarlılıkları sinema perdesine yansıtmanın en büyük dürtüsü vicdandır. Siz işçilerle ilgili bir meseleyi çektiğinizde vicdanınızla davrandığınız içindir. İş kazaları yönetmenin vicdan sızısı sonrası gündemleştirmek istediği bir meseledir.
Ama bunu yaparken bir tavrı tabi ki olmalı. Fakat bu tavır bir siyasi partinin sergilediği tavırdan farklı olmalı. Bir siyasi partinin mesajını bildiri haline getirmemeli. İşte tam da burada yönetmenin vicdanı araya giriyor. Belki de o vicdan da kameradır. Kamera da yanlı olmamalıdır.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Sinema yapmak çok pahalı değil artık. Hatta artık hiç pahalı değil. Dünyada artık çok sayıda film çekildiği için, bunun imkânları olduğu için sayısız, birbirine benzer filmler çıkıyor. Ne konuda özgünlük, ne de sinema dilinde özgünlük yok. Cep telefonlarıyla bile özgün bir konu ve özgün bir dille çekilen filmler çekilmeli. Özgünlük artık teknikte değil. Hikâyen ne kadar özgün? Çekim dilin, üslubun ne kadar özgün?
Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?
Edebiyatı edebiyat olduğu için severim. Fakat bugün okuduğum kitapları "bu roman tam şu yönetmenin çekeceği bir şey" dediğim çok oluyor. Bugün sinema daha çok insanın gizil, çözülememiş, karanlıklarında saklı olan, zor tanımlanan yanlarıyla ilgileniyor.
Dünya edebiyatında bu tür insan içindeki insanı irdeleyen Oblomov, Raskolnikov, Gregor Samsa gibi karakter ve bunların yazarlarının sinemada yeri giderek genişlediğini düşünüyorum.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Daha önce oyuncu olarak birçok yapımcıyla çalıştım. Ama yönetmen olarak hep kendi filmlerimin yapımcısı oldum. Nedense bir yapımcı bir yönetmeni anlayamaz diye bir fikre kapılıyorum. Çekeceğim filme yüzde yüz inanacak bir yapımcı var mı? Emin değilim.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Yeni çektiğim filmde-kurgusu bitmek üzere-sansüre karşı nasıl tavır sergileneceğini tek tek anlatıyorum. Ben kişisel olarak nasıl bir sansürden geçtiğimi ve ne yaptığımı anlatıyorum. Sansür her ülkede, toplulukta oluyor, olacak. Bunu aşmanın çok basit yöntemleri var.