Orçun Benli: 'Sanat Mafyası'na bulaşmayın!
Orçun Benli ilk filmi 'Bu Son Olsun' hakkında konuştuk. Benli, "Ülkemizde gerçekten yapımcı sıfatını hak edecek çok az insan var. Sınırları net çizip o çizgileri geçmemek gerek" dedi.
DUVAR - Orçun Benli ile ilk filmini, bağımsız sinemayı ve sansürü konuştuk. Benli, “Şu an bağımsız sinema diye tasnif edilen sinemanın bağımsız olduğu falan yok. Gençler kendi vicdanlarını dinlesinler ve 'sanat' mafyasına bulaşmasınlar” diyerek sansür konusundaki görüşlerini açıkladı.
Çocukken çok film izler miydiniz?
Çocukken mahallede iki tane sinema vardı, yazlık ve kışlık haftada üç- dört gün sinemaya giderdik. O zamanlar Amerikan Sineması daha hâkim değildi piyasaya, çoğunlukla Kemal Sunal, Cüneyt Arkın filmlerine giderdik. 1990 sonrası Ninja Kaplumbağalar, Terminatör, Jurassic Park ile bir değişim oldu.
İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?
Sinemada ilk izlediğim film bir Cüneyt Arkın filmiydi ama hangisi hatırlamıyorum. O zamanlar bizim eve haftada 8-10 tane VHS kaset gelirdi. Çarlık dönemi filmi Anastasia'dan tutun, Polis Akademisi, Kirli Harry, Rocky, Rambo, Chucky, Jaws hepsini videodan izlemiştim.
Kısa film sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Kısa film çok vurucu bir fikir ile gerçekten kısa olursa evet, bir anlam ifade ediyor ancak bu ülkede kısa film bir anlam ifade etmiyor.
“Bu Son Olsun” filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
Politik bir iş yapılıyorsa benim için tek kaygı, anlatılan hikâyede geçen karakterlerin doğru anlatılması. Onun dışında bir kaygı taşımam çünkü sadece onlara ve tarihe ve onların temsil ettiği değerlere karşı sorumluluk hissederim.
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Bu topraklara ait bazı kodlar kullanıyorum elbette, olması gereken de bu zaten. Türkiye çok kültürlü ve çok uluslu bir ülke… Bir iç içe geçmişlik var bu manada… Türkiye Sineması demek daha doğru geliyor bana. Ancak şu da var; böyle bir sinemadan bahsedebilir miyiz tartışılır! Bu ülkede sinemanın olması gerektiği şekilde yapıldığına inanmıyorum ben. Öyle yuvarlanılıyor işte.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Politik film çektim, yaptığım komedilerde de ufak tefek unsurlar kullanıyorum ancak sadece politik sinema yapıyorum demek doğru olmaz, öyle bir şansım yok ne yazık ki keşke olsa.
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
Ben bir süredir yapımcılarla film çekiyorum dolayısıyla finans konusu beni bağlamıyor ancak dağıtım v.b. konuları çoğumuzu kapsıyor. Ülkede sinemanın geliştiği falan yok dibine dinamiti bırakmışlar işte aslında olan bu.
Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırılması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?
Biz Şükrü (Üçpınar) ile ortak çalışma yapıyoruz. Şu hikâye, şu fikir ya da şu karakter film yapmaya değer dediğimizde, oturup goy goy yapıyoruz, şekillenince de oturup yazmaya başlıyoruz. Kolektif çalışma senaryoda çok işe yarayan bir şey bence.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
İyi film kötü film şeklinde ayırıyorum ben filmleri ve festivallerde yarışan onca çöp işe göre gişe filmlerinin bir bölümü çok daha iyi filmlerden oluşuyor. Ne çekmek istiyorsam onu yazıyorum. O ayrım benim için olmadığından dolayı özgürüm diyebilirim. At yarışına at hazırlamıyoruz neticede ve kimsenin taltifine de ihtiyacım yok.
Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
Yönetmenin kim olduğuna, dünya görüşüne göre değişir. Benim açımdan siyasi bakış açımın elbette bir etkisi oluyor ancak bu merkezinde yer almaz. Vicdan, empati daha önemli. Sinemanın bir gücü olduğu ortada ancak ben devrim yaratacak gücü olduğuna inanmıyorum. Ancak elbette devrimci mücadelenin bir parçası olabilir.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Şu an bağımsız sinema diye tasnif edilen sinemanın bağımsız olduğu falan yok. Gençler kendi vicdanlarını dinlesinler ve “sanat” mafyasına bulaşmasınlar.
Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Bir tane film, sahne ya da yönetmen sayamam çok var çünkü. Scorsese, De Palma, Wes Craven, John Carpenter, Sergio Leone, Joe Dante ve Ken Loach çok sevdiğim yönetmenler. Ülkemizde de Akad, Erksan ve Remzi Jöntürk’ü çok severim. Carpenter’ın “They Live” filmindeki iki işçinin yumruk yumruğa kavga ettiği uzun sekansı çekmek isterdim.
Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?
Edebiyat çok net bir şekilde önemli… Edebiyatımız bu halde olduğu için biraz da sinemamız bu halde. Şunu okumalı bunu okumalı diyemem ancak iyi edebi metinler okumalılar kesinlikle.
Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?
Hayır bulmuyorum. Sadece bu sektöre girmeye vesile oluyor onun dışında %10 katkısı var, bana göre kalan %90 sizde…
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Ülkemizde gerçekten yapımcı sıfatını hak edecek çok az insan var. Sınırları net çizip o çizgileri geçmemek gerek. Bu çok uzun bir konu olduğu için bu kadar söyleyebilirim.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran
Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Ben sinemada ciddi bir sansür olduğunu düşünmüyorum. Eyyamcılar öyle göstermeyi seviyorlar. Sansür bazı kişilerin işgüzarlığı sayesinde oluyor zaman zaman ve oraya direnme iradesi gösterilmesi gerekir ancak örnekleriyle de gördük ki direnen eden yok. Ya teslim oluyorlar ya da “küstüm oynamıyorum” diyerek mağdur edebiyatı yapıyorlar. En büyük sorun otosansürdür.