'Organik tarım tümüyle bir rant kapısı'
Bornova Belediyesi tarafından hayata geçirilen Bornova Doğal Tarım Merkezi ve Çiftliği projesinde gönüllü sayısı 250'ye ulaştı. 20 dönümlük arazide toprağı iyileştirmeyi amaçlayan projeyi ve doğal tarımın ilkelerini anlatan İrfan Özbilgili, endüstriyel tarım olmadan dünya nüfusunun aç kalacağı tezinin yalan olduğunu söylüyor. Özbilgili organik tarım konusunda da, "Büyük şirketlere tümüyle bir rant kapısı" diyor.
İZMİR - Bornova Doğal Tarım Merkezi ve Çiftliği, Bornova Belediyesi'nin desteği ve gönüllüler ile ortak gerçekleştirilen bir proje. Belediyeye ilk başvuruyu yapan Homeros Gıda Grubu, projeye çok sayıda kişi eklemlenmek isteyince sosyal medya üzerinden bir gönüllü havuzu kurdu. Gönüllü sayısının 250’ye ulaştığı grubun ortak paydaları, ekolojik tahribata neden olan konvansiyonel tarımın bize dayattığı yöntemlerle, bize unutturduğu geleneksel tarım yöntemlerini hatırlayıp hafıza tazelemek ve başka bir tarımın mümkün olduğunu göstermek.
Hem çiftçiler hem de doğal tarıma yönelen gönüllü yurttaşların kullanımına sunulan ormanlık alanın ortasındaki 20 dönümlük atıl arazide toprak iyileştirme çalışmaları devam ediyor. Toprağı işlemeden, ağaçları budamadan, zehir kullanmadan bir gıda ormanı yaratmayı amaç edinen gönüllüler, hem oluşturulan ekosistemin gelişimini izleyebilecek hem de bu ekosistemle uyumlu tohumları toprakla buluşturacak.
Türkiye'de bir ilk olan doğal tarım çiftliğini hayata geçirerek, hem düşük maliyetli, hem en az çabayla, hem de temiz gıda üretilebileceğini göstermek için yola çıkan gönüllüler adına 11 yıldır bu köyde yaşayan İrfan Özbilgin’le konuştuk.
Özbilgin, Bornova Belediyesi ve Bornova Doğal Tarım Merkezi ve Çiftliği Gönüllüleri olarak Türkiye'deki bütün ekolojistlere, çiftçilere, temiz gıdaya erişmek isteyen herkese 15 Aralık’ta Yakaköy’de yapılacak olan açılış etkinliğine katılmaları için çağrı yapıyor.
'TOHUMLAR ÇİMLENMEYE BAŞLADI'
Proje fikri nasıl ortaya çıktı? Siz burada çalışmaya başlamadan önce arazi şartları nasıldı?
Bornova Belediyesi, tarım alanında bir proje arayışı içindeydi. Bizim de hep hayalimizdi. Küçük çapta doğal tarım yapıyorduk ama böyle büyük bir alanda tarım yapma fırsatımız hiç olmamıştı. İtalya, Arjantin, Yunanistan gibi dünyadaki örneklerinden yola çıkarak bir proje hazırlayıp belediyeye sunduk. Ne istediğimizi sorduklarında “Bize, arazi ve başlangıç için lojistik destek verin yeter” dedik. Biz ekim işini bitirdiğimiz anda hiçbir masrafımız olmayacak. Doğa sürekli kendi döngüsünü sağlayacak zaten.
Bu alan, köy tüzel kişiliğinden belediyeye devredilen 20 dönümlük bir araziyi kapsıyor. Arazi, son dört yıldır motokros alanı olarak kullanıldığı için her yer beton gibi olmuştu. Çalışmalara başladığımızda kazma bile kullanamıyorduk. Bu nedenle doğal tarımın ilkelerine aykırı bir şekilde bir defaya mahsus mecburen burayı sürmek zorunda kaldık. Eylül ayında burayı temizlemeye başladık. Sadece oradaki toprağı iyileştirmek için yapılan tesviye işlemi tam bir ayımızı aldı. İki kamyon lastik çıktı. Buna rağmen lastikleri bitiremedik. Yağmurlar düşmeden toprağın yüzeyini bir yorganla kapatmamız gerekiyordu. Önce yonca tohumlarını attık. Sonra yoncanın saplarından oluşan balyalarla üzerini kapattık. Bununla yetinmeyip baklagil ağırlıklı tohumlar attık. Şimdi yağmurlar düşmeye başladığı için yavaş yavaş atılan tohumlar çimlenmeye başladı.
'BUDADIĞINIZ AĞACIN AKLI KARIŞIR'
Peki, doğal tarımın ilkeleri neler?
Kısaca şöyle özetleyebiliriz aslında: Doğal tarımda toprak sürülmez. Kimyasal gübre kullanılmaz. Böcek, yabani ot ya da herhangi bir hastalık için zehir kullanılmaz. Ağaçlar budanmaz. Çünkü budadığınız ağacın aklı karışır ve ömrü kısalır.
Bunları doğal tarımın dört ilkesi olarak sayabiliriz ve bu ilkeler bütün dünyada geçerli. Biz de bu ilkeler doğrultusunda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Tabii doğal tarımın en önemli amaçlardan birisi de onun icat ettiği tohum toplarını kullanmaktır.
'DOĞAL TARIMIN OLMAZSA OLMAZIDIR TOHUM TOPU'
Tohum topları nasıl elde ediliyor?
Tohum, su ve kili buluşturuyorsunuz. Bütün tohumları bir leğeninin içine, çok yapacaksanız küçük beton mikserlerinin içine koyuyorsunuz. Daha sonra üzerine kil atıp küçük küçük su fışkırtıyorsunuz. O döndükçe tohumun etrafını kil sarmaya başlıyor. Yani minnacık tohum size küçük küçük bilyeler oluşturuyor. İşlem bittikten sonra çıkarıp kurutuyorsunuz. Kuruduktan sonra sonbahardaki yağmurlardan önce boş bulduğunuz bütün arazilere atabilirsiniz. Kilin su tutma özelliği vardır. Yağmurlarla beraber suyu emer ve içindeki tohum filizlenmeye başlar. Eğer siz tohum topunu sarmayıp da sadece kendisini atarsanız hayvanlardan size bir şey kalmaz. Mesela bakla tohumu attığınızda küçük ve büyükbaş hayvanlar ya da domuzlar yer, ertesi gün bir tane bulamazsınız. Ya da küçük yonca tohumu atarsanız karıncalar ve kuşlar toplar. Ama tohum topunu attığınızda toprağın içinde gizlenir ve orada kalır. Kil, yağmurlarla beraber suyu emer. Tohumun aradığı tek şey zaten su ve uygun ortam.
Tarımdaki karşılığı ise şu: Bir kere tohumdan elde ettiğiniz bir bitki eğer yağmurla çimlendiyse bir sonraki yağmura kadar kolay kolay su istemez. Ama tohumdan değil de bir ağaçtan çelik alıp onu yetiştirirseniz su ister. O çeliğin hayatta kalabilmesi için sürekli sulamanız gerekir. Tohum topunun en önemli özelliği budur. Bu nedenle aklınıza gelen dağa, taşa, her yere atabilirsiniz. Yani hiçbir yeri sürmeniz, işlemeniz gerekmez. Doğal tarımın olmazsa olmazıdır tohum topu.
'TOPRAĞI SÜREREK KISIR DÖNGÜYÜ BAŞLATIYORSUNUZ'
Toprağın sürülmemesi gerektiğini savunuyorsunuz. Pullukla yapılan tarımın zararları neler?
İnsanlar yerleşik döneme geçtikten sonra sert topraklarla karşılaştıkları zaman toprağı sürmeye başladılar. Dolayısıyla yumuşak bir toprağı sürmenize zaten gerek yok. Toprağın üzerindeki 15 cm'lik katmanda milyonlarca mikroorganizma var. Bir hektarlık bir alanda, bu canlı organizmaların ağırlığı 20 ton. Siz onu her sürdüğünüzde, o mikroorganizmaları öldürüyorsunuz. Bu şekilde altta halihazırda bekleyen gün yüzü görmemiş yabani ot tohumlarının da canlanmasına sebep oluyorsunuz ve alttaki nemli toprağı üste çıkarıp onun buharlaşmasını sağlıyorsunuz. Çiftçi ilk sürdüğünde yüzeye çıkan mikroorganizma verimi artırıyor. Ama bu bir yanılsama. Çünkü her sene sürdüğünüzde öyle bir hal alıyor ki, artık mikroorganizma diye bir şey kalmıyor. Sonra deli gibi kimyasal gübre atmaya çalışılıyor.
Bu gübreyi attığınızda aynı zamanda çok su vermek zorundasınız. Su vermezseniz gübre bitkiyi yakar. Atılan bu kimyasal gübreden bitkinin kullandığı sadece yüzde 2'si. Geri kalanı toprağa ve suya karışıyor. Dolayısıyla burada bir kısır döngü başlıyor. İşte bu kısır döngüyü toprağı sürerek başlatıyorsunuz. Sürdüğünüz zaman toprağı öldürmeye başlıyorsunuz. Oysaki topraktan ne alabilirim diye değil toprağa ne verebilirim diye düşünmemiz gerekiyor.
'DOĞAL OLAN HER ŞEYE KAPIMIZ AÇIK'
Siz nasıl bir teknik ve yöntem kullanıyorsunuz?
Biz tümüyle doğal yöntemleri kullanıyoruz. Buradaki hedeflerimizden en önemlisi toprağı iyileştirmek. Almanya’dan staj başvurusunda bulunan gönüllülerimizden toprak mikrobiyolojisi öğrencisi Benjamin Fischer, bizim belki 3 yılda yapacağımız bir işi kompost yaparak daha da çabuklaştırdı. Bu yöntemle etkin mikroorganizma elde edeceğiz. Sekiz hafta sonra olgunlaşan bu komposttan, kompost çayı elde edeceğiz ve elde edilen bu sıvıyı pompalarla araziye sıkacağız. Yani toprağı iyileştirmeye çalışacağız. Yöntem olarak doğal olan her şeye kapımız açık.
'ÇİFTÇİLER ŞİRKETLERE DAHA FAZLA KAZANDIRMAK İÇİN ÇALIŞIYOR'
Endüstriyel tarım olmadan dünya nüfusunun aç kalacağına dair genel bir kanı var. Buna dair neler söylemek istersiniz?
Külliyen yalan... Bu oyun özellikle az gelişmiş ülkelerde çok oynanıyor. Gıdaya erişimi yetersiz 1.8 milyar insan var. Sorun üretimin adil paylaşımında. Bir araştırmaya göre Türkiye’de şu anda ekilebilir arazilerin %63'ü doğal tarımla tüm Türkiye’yi besleyebilecek durumda. 80 milyonluk Türkiye’nin 23 milyon hektar ekilebilir arazisi var. Bunun 13 milyon hektarı Türkiye’yi doğal tarımla gayet rahat besleyebilir.
Bir de en çok doğal tarımda verimin düşük olduğunu söylüyorlar ki bunu da Birleşmiş Milletler yalanladı. Bin 100 çiftçi üzerinde yapılan araştırmaya göre doğal tarımla elde edilen ürün, konvansiyonel tarıma göre yüzde 50 ile yüzde 120 arası daha fazla. Bu araştırmadan sonra Birleşmiş Milletler’de bunun farkına vardı. Dünyadaki tohum ticaretinin yüzde 73’ üne, zehir ve gübre satan piyasanın yüzde 63’ üne sahip altı tane çok uluslu şirket var. Aynı şirketler size tohumu satıp arkasından kimyasal ilaçları da veriyor. Çiftçiler şirketlere daha fazla para kazandırmak için çalışıyor sadece. Böyle bir döngü var. Aile çiftçileri ise tamamen yok olmak üzere.
'DOĞAL TARIM YAPTIĞINIZDA MASRAFINIZ YÜZDE ELLİ DÜŞER'
Bahsettiğiniz kimyasal ilaçlar zararlı böcekleri yok etmek için Tarım Bakanlığı aracılığıyla kullanılıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Tarım Bakanlığı verimliliği artırmak adına izin verdiği bu zehirlerle, zehirli böcekleri öldürmüyor gıda terörü yaratıyor. Size bunu birkaç örnekle açıklayayım. Devletin tarımsal araştırma enstitüleri bir yerel buğday projesi geliştirdiler. Köylüye onun tohumunu verdiler. O tohumu verirken yanında da kimyasal gübre verdiler. Doktar Şirketi, 81 ilde 3 bin 100 çiftçi ile görüşerek "Çiftçinin Nabzı" diye bir anket yayınladı. Anket sonuçlarına göre çiftçinin yüzde 70’i, devletin tarım politikalarından memnun olmadığını söylemiş. Yüzde 61'i gelirinin azaldığını, yüzde 45'i para kazanamadığını bildirmiş. Yine yüz kurum ve inisiyatifin bir araya gelerek oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Ağı, "tüm canlılar için zehirsiz sofralar" başlığı ile bir kampanya başlatarak, Dünya Sağlık Örgütü tarafından "son derece tehlikeli" ve "muhtemel kanserojen" olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddenin acilen yasaklanmasını talep etti. Bir diğer önemli olay da ekmek yapımında kullanılan unlara yasal olarak izin verilen katkı maddeleri. Bunlardan bir tanesini söyleyeyim; E921 Sistain: Un işleme ajanı. İnsan saçından, başta domuz olmak üzere hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir.
Köylünün önce ürünün niye hastalandığını kendisine sorması lazım. Tohumu ekmeden araziyi sürerseniz halihazırda toprağın altında uyuyan yabani ot sirkülasyonu artar. Sonra o otu yok etmek için tarlayı sürdüğünüzde otun dibine larva bırakan böcekler açığa çıkar. Bu durumda siz hem böceği hem de o otu öldürmek için zehir atmak zorundasınız.
Biz diyoruz ki, “toprağını sürme, üzerini kapatabildiğin kadar kapat”. Yani açık toprak bırakma. Domates dikiyorsan aralarına semizotu, yer örtücü dik. Toprağı işlemeye başladığınız andan itibaren toprağın bağışıklığını düşürürsünüz. Bitki hastalanmaya başlar. Toprağın bağışıklığını güçlendirirseniz zararlılar yine gelir ama o bağışıklılık onu korur. Çiftçiye, sürmeyi ve zehir atmayı öğrettik. Ancak bir yemek kaşığı kadar toprakta dünya nüfusuna eşit sayıda canlı mikroorganizma olduğunu anlatmadık. Doğal tarım yaptığınızda masrafınız yüzde elli düşer. Mazot harcamazsınız. Ot yolmak ya da çapalamak için adam tutmazsınız. Bunların hepsi sizin cebinize kalır. Bu yüzden “masrafsız tarım” diyoruz. Doğal tarımın babası Fukuako da bu yüzden doğal tarımı “tembel tarımı” olarak nitelendirmiş.
'GIDA ORMANLARIYLA DÖNGÜYÜ SAĞLARSANIZ YAĞMURU ÇEKERSİNİZ'
Fukuako, aynı zamanda “yağmur gökyüzünden düşmez, topraktan gelir” diyor. Doğal tarımla bölgenin iklimini değiştirmek gerçekten mümkün olabilir mi?
Evet, kesinlikle mümkün. Yağmurlar okyanuslardan geliyor ama onu çeken bitki örtüsü. Yağmur alan coğrafyalara dikkat edin. Orman ve geniş yapraklı ağaçların bol olduğu yer daha çok yağmur alır. Ben bir şehre gittiğimde baktığım ilk şey ağaçların geniş yapraklı mı, küçük yapraklı mı olduğudur. Geniş yapraklı ağaçlar çoğunlukta yer alıyorsa orası iyi yağmur alıyordur. Çünkü sıcak iklimde yağmurlar düşmeden buharlaşır, soğuk tabakaya çarparsa donar. Nemli hava sağlayan ormanlık alanlarda ise yağmur daha rahat iner. Her tarafı çıplak bırakırsanız topraktaki nem sürekli buhar olup uçar gider ve o bölge yağmuru çekmez. Ama toprağın üstünde geniş yapraklı ağaçlarla ve gıda ormanlarıyla döngüyü sağlarsanız yağmuru çekersiniz.
'DOĞAYA MÜDAHALE DEĞİL, HİZMET ETMENİZ GEREKİR'
Doğal tarımın dünyadaki örnekleri nasıl? Sonuçlarını takip ediyor musunuz?
Fukuako’nın öğrencisi Panos Manikis, Yunanistan’ın Edessa şehrinde 35 dönümlük bir arazide, 35 yıldır doğal tarım yapıyor. Biz de bu projeye başlamadan önce onunla iletişime geçtik ve Panos bizi davet etti. Orada kaldığımız on gün boyunca toprağın neden sürülmemesi gerektiğini, sürülmediği zaman da neler yapılması gerektiğini anlattı.
Panos, doğal tarım ve tohumlama yapmak istediğini söyleyen herkesi ziyaret ediyor. Ve yüzlerce gönüllü toplayarak orada tohum topu yapıyor. Panos’un Hırvatistan ve Arjantin’de çoğu devlet destekli projeleri var. Dünyada doğal tarımın uygulandığı yerlerde öyle bir denge oluşmuş ki kimse sulamıyor ya da kimse müdahale etmiyor. Tohum toplarını atarak doğaya yardım etmeniz yeterli. Yani doğaya müdahale değil doğaya hizmet etmemiz gerekir. Bütün canlıların rızkı toprakta.
'ORGANİK TARIM KONVANSİYONELDEN KURTULUŞ OLAMAZ'
Organik tarım dünya ticaretinde önemli bir unsur ve Türkiye dahil birçok ülkede devlet tarafından destekleniyor. Son olarak, alternatif bir üretim olarak tarımsal alana yansıyan organik tarım hakkında neler söylemek istersiniz?
24 Ocak kararları ile Zirai Donatım Kurumu, Toprak ve Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi birçok kurumun kapatılması ile özel sektöre alan açıldı. Organik sertifika verme yetkisi de özel sektöre verildi. Özel sektörün birinci önceliği ise kâr etmektir. Kâr elde etmek için kurulmuş bir şirketin eline verilen bu yetkinin tarıma ne kadar faydası olabilir ki? Organik tarımda yine toprağı sürersiniz. Sınırlı da olsa bazı kimyasal kullanımına izin verir. Hibrit tohumunu kullanırsınız. Oysa doğal tarımda böyle bir şey yok. Dolayısıyla bütün o reddettiğimiz yöntemlerin hepsi belirli oranlarda organik tarımda da var. Doğal tarımla, organik ya da endüstriyel tarımı kıyasladığınızda bir kere yüzde elli giderleriniz azalıyor. Organik tarım konvansiyonel tarımdan kurtuluş olamaz.
Organik tarım son on yılda çok ciddi bir artış gösterdi. Bunun sebebi yetiştirilen ürünlerin çok iyi olması değil rantının çok iyi olması. Çünkü bu şekilde iki liraya sattığınız patatesi beş liraya satıyorsunuz. Özellikle de büyük şirketlere tümüyle bir rant kapısı. Endüstriyel tarımı reddediyoruz. Böyle bir şeyin insanlığa hiçbir faydası yok. Endüstriyel olan her şeyi köylü de yapsa şirket tarımı yapıyor. Çünkü mazota bağımlısınız. Zehirlere bağımlısınız. Bunların hepsini şirketlerden alacaksınız. Bu bir kandırmaca. Avrupalı bir devlet adamı, “Bir ülkeyi işgal etmek istiyorsanız sınırlarını zapturapt altına alabilirsiniz. Ama insanlarını avucunuza almak istiyorsanız tarımını ele geçirin yeter” diyor. Sanırım bu söz her şeyi anlatıyor.