Stephen King’in en iyi romanlarından ‘O’, 27 yıl sonra yeniden hareketlendi. Bir grup çocuğun korkularıyla yüzleşmesini konu edinen film, kurtuluşun birbirine güvenmek ve birlikte hareket etmekten geçtiğini anlatıyor.
Popüler kültür, kendi içinde devinimi ve sürekliliği olan bir
olgu. Yalnızca ait olduğu zamanın değil, geçmiş zamanların meta ve
ruh halinin dönüşüme uğratılarak insanların karşısına çıkarılması
için de önemli bir araç aynı zamanda. Stephen King’in 1986 yılında
yayımlanan ve döneme damga vuran romanı 'O' (It) kendisinden önceki
dönemin popüler konularını harmanlamayı başarmış ve yeniden
üretmişti bir anlamda. Yetmişli yıllara damga vuran korku
filmlerinin unutulmaz trükleri, tekinsiz taşra romanlarının
evrenleri, gençlik filmlerinin enerjisi bu kitapta
toplanıyordu.
Ancak King, hiç de kolay olmayan böylesi bir yeniden üretimi
80’lerin ruh hali ile öylesine ustaca bağlıyordu ki, Amerikan
taşrasının biçim verdiği dönemin muhafazakarlığı da kitabın
kahramanları üzerinde ayrı bir gerilim unsuru olarak dikkat
çekiyordu. Kitap 1990 yılında iki bölümlük ve üç saatlik mini
televizyon dizisi olarak çekildi. O dönemin çocukları ve ilk
gençliğini yaşayanlar, daha sonradan bu diziyi izleyenler üzerinde
de hatırı sayılır bir etkisi vardır. Aradan 27 yıl geçtikten sonra
şimdi kitap bir kez daha ele alınıyor ve bu haftanın en iddialı
filmi olarak salondaki yerini alıyor.
Hikaye Amerika’da hayali bir kasaba olan Derry'de geçiyor.
Açılışta ağabeyi Billy’nin yaptığı kağıttan gemiyi yüzdürmek için
yağmurlu bir günde sokağa çıkan Georgie'yi takip ediyoruz.
Sokaklarda akan sularda yüzen kağıt kayık hızlanıyor ve bir
kanalizasyon deliğinden içeri giriyor. Ağabeyinin kendisine
kızacağını düşünen ufaklık kanalizasyon deliğine hamle yapıyor geri
alabilmek için kayığını ve filmin kötü adamıyla tanışıyoruz:
Pennywise!
Çocukların palyaçolardan korktuklarını düşünen Stephen King,
hikayenin kötü karakterini de bu kılıkta çıkarmış okurun karşısına.
Pennywise, bir nedenden ötürü 27 yılda bir (iki film arasındaki
süre de bu kadar!) bu kasabaya geri dönen ve çocuklara musallat
olan bir lanet adeta. Birkaç ay sonrasına atlıyoruz. Billy kayıp
kardeşinin yasını tutmaktadır. Okul kapanmak üzeredir ve geri kalan
zaman boyunca kardeşini nerede bulacağına dair planlar yapmıştır.
En yakın arkadaşlarını da bu maceraya ikna eder. Bol bol gevezelik
yapan Richie, annesi tarafından hastalık hastası gibi yetiştirilen
Eddie, kilolu ama zeki Ben, sünnet olacağı için travma yaşayan
Stanley’den mürekkep ana ekibe ilerleyen dakikalarda anne babasını
kaybetmiş ve evde eğitim alan siyah çocuk Mike ve babası tarafından
tacize edilen güzel kız Beverly de katılır.
O, Andy
Muschietti,2017.
YARIM AİLELER, EKSİK ÇOCUKLAR
Yukarıda anılan karakterlerin ailelerini bütünlüklü olarak hiç
görmüyoruz filmde. Billy’nin babasından azar yediği bir sahne
görüyoruz sadece. Eddie’nin babasının nerede olduğuna dair bir
bilgi verilmez. Stanley iyi bir Yahudi olamadığı için babasından
fırça yer, Mike dedesiyle yaşar, Beverly kendisine zulmeden
babasıyla. Ancak film bu durumun üzerine fazla gitmiyor.
Amerika’nın atomlarını oluşturan o çekirdek ailenin hiçbir zaman
tam olamayacağını, olsa da aslında pek işe yaramadığını göstermek
için kurulmuş gibidir bu hikaye sanki.
Öte yandan çocukların başka bir ortak özelliği daha vardır.
Hepsi birer ‘loser’ (kaybedendir). Aslında öyle değillerdir. Bu
‘loser’lık durumu hayata karşı değil, daha çok etraftakilere karşı
görünen bir durumdur aslında. Okulun çete üyeleri, popüler tipleri
tarafından itilip kakılırlar ve bunu bir anlamda kanıksamıştır
hepsi. Film bununla da fazla ilgilenmez. Asıl ilgilendiği hayatın
akışının karakterlerin karşısına çıkardığı zorluklar değil,
içlerindeki korkulardır.
NE ZAMAN BÜYÜRÜZ?
En nihayetinde hikayenin asıl amacı, bir grup gencin artık çocuk
olmayı bırakıp birer yetişkin olmaya doğru adım atabilmesi için
içlerinde biriktirdikleri korkularını yenmeleri gerektiğini
göstermek. Bu yüzden korku nesnesi palyaço Pennywise hepsine kendi
korkularının şekline girerek görünür. Ama onunla yüzleşebilmek için
önce ‘gerçek’ bir dertle yüzleşmeleri gerekmektedir. Çocukların
hepsine zulmeden Henry ve çetesine karşı bir araya gelip karşı
koydukları andan itibaren hikaye de değişmeye başlar. Önce ‘gerçek’
hayatta korkularıyla yüzleşirler ama bu pratik bir sorundur, asıl
olan içlerine attıkları korkuyla yüzleşmek olacaktır. Bunun için de
Pennywise’ın karşılarına çıkmaları gerekmektedir.
Stephen King’in metni, yazının girişinde de belirtildiği gibi
popüler kültürün gençlik ve korku alanlarına dair bütün malzemesini
ustalıkla kullanmayı başarıyor. King’in bu maharetine 2013’te
çektiği ‘Mama’ adlı korku filmiyle dikkatleri çeken Arjantinli
yönetmen Andy Muschietti’nin dönem atmosferini kurmadaki becerisi
eklenince film bir adım daha atıyor. Andy Muschietti hem
karakterlerin fiziksel özelliklerini hem de çevre ile kurdukları
ilişkiyi iyi yansıtıyor perdeye. Dönemin müzikleri, esprileri, her
yere bisikletle gidilen taşra kasabası halleri ve tekinsiz mekanlar
yaratmadaki becerisiyle sinema kariyerinde önemli bir virajı daha
dönüyor Arjantinli yönetmen.
YETİŞKİN KORKULARINA BİR ADIM
Yazının başına dönersek, popüler kültür ürünleri birbirini
besleyerek ve dönüşerek yol alıyor. 70’li yılların korku filmleri
olmasaydı ‘O’, bu roman ve 90’lardaki film olmasaydı kısa sürede
kült haline gelen 2016 tarihli 'Stranger Things' adlı dizi olmazdı
muhtemelen. Ama bu iki eserden elimizde kalan yalnızca popüler
kültürün etkili kullanımı değil, korkuların ancak bir araya
gelerek, örgütlenerek yenilebileceğine dair o değerli nasihat da
aklın bir yerinde dursun!
Kitabın birinci bölümünün sonunda kahramanlarımız 27 yıl sonra
bir kez daha bir araya gelmek için ayrılıyorlardı. İkinci bölüm bu
buluşmayı anlatıyor. Film de karakterlerin birbirlerine bu sözü
verdikleri noktada bitiyor. Bakalım, ergen korkularını yenen
karakterlerimiz ikinci filmde yetişkin korkularıyla nasıl başa
çıkacak.
ORİJİNAL ADI: It
YÖNETMEN: Andy Muschietti
OYUNCULAR: Bill Skarsgård, Jaeden Lieberher,
Finn Wolfhard, Jack Dylan Grazer, Sophia Lillis, Jeremy Ray Taylor,
Wyatt Oleff, Chosen Jacobs