Örgütlü sessizlik
Tetikçiler, şehir dışından özel olarak getirildiler. Kalacak yeri, silahı ve kaçışı bir Nevşehirli ayarlamıştı; Ömer Ay. Ülkü Yolu Derneği’nin İç Anadolu Eğitim Sorumlusuydu.
Arat Dink
“Bu memleketin kurbanı olduk” demiş Zeki Tekiner, hastaneye birlikte geldikleri dostuna, o sırada hastanedeki tek doktor olan kadın doğum uzmanı, yaralarına müdahale etmeye çalışıyordu. Kurşunlardan biri yüreğine isabet etmişti. Kurtarılamadı.
17 Haziran memleketin kara günlerinden biridir. 1980’de askeri darbeye üç kala Nevşehir’in göbeğinde bir bakkal dükkânına giren tetikçiler silahlarını sıkıp ellerini kollarını sallaya sallaya oradan uzaklaştılar. Hedeflerinde CHP İl Başkanı Mehmet Zeki Tekiner vardı. Dükkânın sahibi iki kardeşten biri kapıya daha yakındı; Yavuz Yükselbaba… “Yapma! Dur!” diye atıldığında iki tetikçiden daha geride olanı onun üzerine bir şarjör mermi boşalttı. Yavuz Yükselbaba insanlığın onurudur. Orada katledildi.
Belki bir kısmınız “Yapma, dur” dememek lazım diye hisse çıkarmışsınızdır. Babasını bir yaşındayken kaybeden Oğuz Yükselbaba, kırk yıl sonra konuşmacı olarak katıldığı bir anmada, sözü alır almaz, o esnada elinde silah olan vardır, kafasında niyet olan vardır ve belki vicdanları vardır diye onlara seslendi “Yapmayın! Durun! Yapmayın! Çocuklar çok acı çekiyor…”
Aytmatov’un ‘Beyaz Gemi’si, onun için Nevşehir’in mavi gökyüzünde uçan, babaya selam gönderilen beyaz uçaklardı.
Zeki Tekiner, 4 ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Valiyi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “bana Nevşehirli'den zarar gelmez” dedi, kaldı. Partideki görevinin yanı sıra bir avukat olarak herkesin yardımına koşan Tekiner, sevgiyle bağ kurduğu hemşerilerinin kendisine olan sevgisinin de farkındaydı. Su, tanıdık akıyor değil mi?
Tetikçiler, şehir dışından özel olarak getirildiler. Kalacak yeri, silahı ve kaçışı bir Nevşehirli ayarlamıştı; Ömer Ay. Birkaç ay önce merkezi Nevşehir’de kurulan Ülkü Yolu Derneği’nin İç Anadolu Eğitim Sorumlusuydu. ‘Ana Merkez’den gönderilen tetikçilere Zeki Tekiner’i gösteren de oydu. Yani hedefi işaretleyen… Emir büyük yerdendi, bunu hiç ayrıntıları ile anlatmadı.
18 Haziran bir başka kara gündür. CHP Genel Başkanı Ecevit ve yüzden fazla milletvekili cenaze için Nevşehir’e gelirler. Ankara’dan gelenler daha şehre girerken otobüslerde saldırıyla karşılanırlar. Valilik ve Emniyet hiçbir önlem almaz. Tabutlar omuzlarda taşınırken, cenaze kortejine çapraz ateş açılır. 5’i milletvekili olmak üzere 9 kişi yaralanır. Bu kez hastanede yalnızca diş hekimi vardır. Tekiner’in yerde kalan tabutu 13 kurşunla vurulur.
Bu davranış kalıbına aşinasınızdır. Önce suikast ardından cenazeye saldırı… Tarihimizde birçok defa karşımıza çıkar, anladığımız kadarıyla bir yerlerde eğitimi verilen, gayrinizami harbin yaygın bir yöntemi. Toplumu yıldırma, baskı altına alma tekniği.
Ecevit bakmış ki, doktor yok, polis yok valiliğe geçmiş. Vali camdan izlemiş olayları, pişkin pişkin “geçmiş olsun” demiş. Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Başbakan Süleyman Demirel ile telefonda görüşür, yaşananları anlatır. Vali ise küçük bir hadise olduğunu ve bastırıldığını söyler. Ecevit bakar ki doktor yok, polis yok, vali de yok. Telefonu tekrar alır “Nevşehir’de devleti görmeden ben ve 120 parlamenter arkadaşım burayı terk etmeyeceğiz” der. Orada devlet de yok diye düşünerek…
CHP ilçe yöneticilerinden olan ve Tekiner’i öldürenlere engel olmaya çalışırken öldürülen Yavuz Yükselbaba’nın naaşı o gün zorlukla defnedilir. Nevşehir’i devlete emanet eden CHP’liler bir dönem milletvekilliği de yapmış olan Zeki Tekiner’in kurşunlanmış tabutu ile Ankara’ya doğru yola çıkarlar.
Her ne kadar ‘polis yok’ dediysek de, polis aslında oralardadır. Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca ve Ömer Ay’a sahte isimli resmi pasaportlar düzenleyen, aynı dönemin Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’dür; yani İbrahim Şahin’in görev yeri. Pasaport seri numaralarının son 6 hanesi şöyle devam eder; 136 634, 136 635, 136 636… İnsan öncesini ve sonrasını merak etmekten kendini alamıyor. ‘Papa suikasti’nden sonra ‘mesele’ meydana çıkınca Nevşehir Pasaport Dairesi’nde tesadüfen çıkan yangın yüzünden konu kapatılmış. Yangında kaybolduğu söylenen bilgi istense başka yerlerden bulunamaz mı? Bazı lekeler vardır silinmek bir yana sildikçe bulaşır. Yanan olsa olsa kaybedilen zamandır.
Ömer Ay, tetikçileri bir süre daha Nevşehir’de kiraladığı evde sakladıktan sonra, kaçmalarına yardımcı olur, silahları nehre atar, ardından kendisi de yurt dışına kaçar. Almanya’da bir trafik kontrolünde yakayı ele verir ve ‘idam edilmemek’ şartı ile Türkiye’ye iade edilir. Tetikçiler de farklı zamanlarda yakalanıp suçlarını itiraf etmişlerdir. Ömer Ay, ‘azmettirici’ olarak hüküm giyer. Ancak ne hikmetse 4 yıl yatıp çıkar.
Ömer Ay şimdi, İYİ Parti’nin Nevşehir İl Başkanı. CHP’li yöneticiler 40 yıl önce il başkanlarını öldürten kişiyi geçtiğimiz yıl kutlamaya gittiler. Peri masalı gibi… Herkes helalleşiyor. Türkiye barışıyor.
Tekiner ve Yükselbaba aileleri bu işte bir yanlışlık var diyor. Toplumsal Bellek Platformu bu masalda bir gariplik var diyor. Birileri barışayazmış, yakınları öldürülenler barışa karşı öyle mi? Orada durun bakalım.
Meral Akşener geçtiğimiz günlerde, partililerine yönelik saldırıları haklı olarak kınarken, meselenin özüne değinmiş aslında: “…bu tür olayların önünün kesilmesi için yapanın yanına kâr kalmaması gerekiyor.” Hak savunucularının yıllardır ‘cezasızlık’ diye anlattıklarının bir başka ifadesi. ‘Cezasızlık’ diyoruz da boş konuşuyoruz. Türkiye’de suçluya ‘takdir, taltif, terfi’ var. Kâr var. Partisinin il başkanının, öldürttüğü insanın ailesine yetiştirdiği cevaplardan utanıyor mudur acaba?
Bazısı “e cezasını çekmiş işte!” diyesi. Bunu söyleyen kişinin; birinin eline silah verip, iki insanı vurdurabileceğinden; sonra da silahı ortadan kaldırıp, tetikçinin kaçmasına yardım edebileceğinden endişe ediyorum. Cezasının ‘4 yıl’ olduğunu düşünüyor çünkü… Nedir ki yatar çıkar… Memlekette siyasi tutuklular, hiçbir hüküm giymeden bundan fazla yatıyor. Nerede başlıyor şu adalet yürüyüşü, nerede bitiyor?
“Türkiye’nin 81 ilinin 80’inde ittifak sürüyor, Nevşehir hariç.” Ya da “Nevşehir’de kırmızı çizgimiz Tekiner ve Yükselbaba’dır” gibi bir çift afili laf da mı çıkmaz ağızlardan. Onunla bununla niye ittifak kurdunuz diye soran yok, ‘nasıl bir ittifak kurdunuz’ diye soruluyor. Neleri kapsıyor, neleri kapsamıyor? Bir yıldır CHP’den tek bir ses çıkmıyor. Asıl ürkütücü olan bu. Henüz muhalefetteyken böyle bir konudaki şu örgütlü sessizlik, bu sızdırmaz kabuk bize ne vadediyor?
Geçtiğimiz yıl Ömer Ay, kendisini ve Millet İttifakı’nı savunurken, yüce gönüllülük sergilemiş, öldürttüğü insanı sitayişle andıktan sonra Yavuz Yükselbaba’ya da değinmiş: ‘Yanında masum biri de öldürüldü’. Biz her saydığımızda en az iki çıkıyor masumların sayısı. Geçelim…
Derdimiz idam edilsinler, ille de hücreye atılsınlar değil. Hâlâ anlamadınız mı? Katillerin, canilerin siyasete atılırken utanacakları bir şehir, bir ülke istiyoruz. Toplum içinde azıcık mahcup gezselerdi bari, diyoruz. Hadi o hayal olsun, bari adalet sistemi diye bir şey icat etseydik de onu çalıştırsaydık. Sonra taşısaydınız omuzlarda. Muhatabımız katiller değil. Muhatabımız diğerleri, muhatabımız toplum.
Aylin Tekiner’le tanıştığımızda bir ses kaydı arıyordu. Babasının hiç hatırlamadığı sesini arıyordu. Bulamıyor. Kendi sesine bir yankı dahi bulamıyor. Kimsenin barışına karışmaz. Yaşananlar elbette iki aileyi de incitiyor ama hiç kapanmamış büyük yaralarının yanında bu yapılanlar sinek ısırığıdır. Yakınlarını kaybedenler yalnızca ayna tutuyor. Bakarsınız bakmazsınız, siz bilirsiniz. Bizlik bir durum yok.
Barış dediniz mi bizde akan sular durur. Barışı gördük mü ta ufuktan tanırız. Barışa ancak kurban oluruz. Öyle de böyle de kurban oluruz.