Orhan İnce: Küçük bir aile üzerinden umudu anlatmak istedim

Yönetmen Orhan İnce ile "Hêvî"yi konuştuk. İnce, "Her sene 100 tane Türkçe film çekilsin ama en azından 10 tane de Kürtçe film olsun" dedi.

Abone ol

DUVAR - Çektiği kısa filmlerle tanınan yönetmen Orhan İnce'nin ilk uzun metraj filmi "Hêvî" (Umut) dünya prömiyerini 31.  Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nde yaptı. 

Orhan İnce'nin yazıp yönettiği filmde Ömer Akalın, Bedriye Roza Çelik, Yavuz Akkuzu, Deniz Sal, Nazmi Karaman, Ruken Önen, Güldestan Yüce rol alıyor. 

Film, sağır ve dilsiz olan Zeyno, babası Mustafa ve ağabeyi Çeto ile birlikte köyden uzaktaki evlerinde yaşarken, hayvan tüccarı Emin'in hayatlarına girmesiyle yaşadıkları çaresizliği ve umut arayışını konu ediniyor. Yönetmen İnce, "Hêvî" filmi için, "İnsanlığın kadim temalarından umudu, zor koşullarda yaşamaya çalışan küçük bir aile üzerinden, klişelerden uzak yargılamadan, insanı anlamaya ve anlatmaya çalışan, 'sıradan insanı' odağına alan, toplumsal yapıyı bireyin çatışmaları üzerinden anlatan bir film" dedi.

Orhan İnce

Film nasıl ortaya çıktı? Böyle bir hikayeyi anlatmaya nasıl karar verdiniz?

Bu, dayımın hikayesi, dayımın başından geçen bir olaydı. Zaman zaman benim de içinde yer aldığım… 20 yıl önce yaşanmış bir hikaye. Dayım zamanında hayvan alıp satım işi yapıyordu, çok güvendiği biri tarafından dolandırıldı. Sonra büyük bir yıkım yaşadı.

Ondan sonra bazı insanlar alacağı paradan vazgeçti. Bazıları insanlar yapacak bir şey yok deyip razı oldular. Kendi akrabaları da para toplayıp borcunu bitirmeye çalıştık. O da iki yıl boyunca gidip inşaatlarda, başka işlerde çalıştı. Borçlarını bir şekilde bitirmeye çalıştı. Onun bu süreçte her şeyini kaybedip yeniden başlaması, umut etmesi benim bu hikayeyi hayata geçirmem için önemli bir sebep oldu. Hikaye biraz böyle çıktı işte.

'UMUT OLMADIĞINDA HER ŞEY BİTİYOR'

Senaryo süreci nasıl geçti?

Dayımın hikayesi sadece bir fikir, bir ilhamdı. Tabii ki işte kurmaca karakterlerle, bu durumu nasıl anlatabilirim ya da ne yapabilirim diye düşündüm. Ana iskelet olarak hep kafamda böyle bir şey vardı. Evet her şeyini kaybetti ama bu adamın da yaşaması lazım. Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Kapkaranlık bir yerde olduğunuzu düşünün; nereye gideceğinizi bilemezsiniz, bir o tarafa bir bu tarafa gidersiniz. Ancak orada küçük bir ışık olduğunda artık o ışığa doğru düz bir şekilde gidersiniz.

Benim biraz aslında bu hikayedeki derdim o ışığa doğru gitmek; o sıkıntıyı kabullenmemek ya da o umutsuzluğun içerisinde durup ölmek değil. Evet, hepimiz bir sürü sıkıntılar yaşıyoruz. O umut olmadığında her şey bitiyor.

Umudu sıradan insanların yaşam mücadeleleri üzerinden anlatıyorsunuz. Sağır ve dilsiz bir karakter olan Zeyno ise hikayenin merkezinde yer alıyor. Hikayeyi böyle anlatma tercihinizin sebebi nedir?

Dayımın dört tane çocuğu vardı; üçü sağır ve dilsizdi. Onlar hayatlarına normal bir şekilde devam ediyorlar. Şu an çok mutlular.

Bir de hikayeyi biraz da Zeyno üstüne kurduğum için senaryo açısından etkisi var. Erkek karakter, ‘Ben şehre gidip çalışacağım, kendi paramı kazanacağım’ diyor.  Onu oraya bağlayan, kendi başına hayatını idame ettiremeyen bir karakterin olması bizim o nedenimizi de güçlendiriyor. Ondan dolayı aslında öyle bir tercih yaptım.

Filmdeki aile yapısı ve karakter arasındaki çatışmalardan da bahsedelim istiyorum. Başlarda Çetin karakteri inşaata çalışmaya gitmek istese de babasından izin alamıyor. İlerleyen sahnelerde ise ailedeki bu dinamikler yer değiştiriyor.

Aslında senaryo matematiğine hizmet etsin diye böyle bir şey yaptım. Başlarda baba karakteri bir arayış içerisinde, soğan satmaya çalışıyor, olmuyor. Bizim hikayemizi başlatacak mevzuya getirmemiz için bir şeyler olması lazım. Hayvan alım satım işine nasıl girecek? Kötü giden tarım toprak işleri var, bir şekilde oraya yönelmesi lazım.

Çetin’in sevdiği bir kız var, o motivasyonla inşaata gidip çalışması lazım, hayatını kurmak istiyor. Babası, ‘Her gün aklına bir şey geliyor, bunları at kafandan. Sen gidersen kim bakacak Zeyno’ya?’ diyor. Çünkü evin bütün işlerini Çeto yapıyor; bir taraftan hayvanlar, bir taraftan küçük kardeşinin sorumluluğu, bir taraftan yeme içme işleri. Bu nedenle doğal olarak aralarında bir çatışma başlıyor. Çeto giderse bunları baba yapmak zorunda kalacak çünkü. Bu da ikisi arasında çatışmaya sebep oluyor.

Asıl karakterimiz olan Emin geldiğinde de Çeto’nun artık gitmesine gerek yok. Çünkü para kazanmaya başlıyor, babasının gözündeki değeri de değişiyor.

Film gösteriminin ardından en çok sorulan sorulardan biri karakterlerin nasıl kandırıldığı oldu. 

Sekiz defa iş yaptığın biri için dokuzuncu seferde ‘Acaba bu beni kandırır mı?’ demiyorsun. Bir de o işlerde vade vardır. Dokuzuncu ayın 15'i, özellikle o bölgede o paralarını ödendiği tarihtir. Mesela ben gelir senin ineğini alırım, ödeme zamanı o zamandır. Kimse kolay kolay peşin para çalışmaz. Emin karakteri parayı peşin veriyor, fazla veriyor. 10 bin ise 11 bin veriyor. Kimin aklına gelir? Bir de paranın yüzü sıcaktır, para geldiğinde insan her şeyi unutuyor.

Günümüzde de bir sürü saadet zincirleri haberleri görüyoruz. Bu çok olağan bir şey, gerçek. Artık herkes kolay para kazanma derdinde. Kimse çok çalışarak ya da hak ederek şey yapmak istemiyor. Adamın eline 100 lira geçiyorsa hemen ben bu 100 lirayı ne yapabilirim diyor. 

Oyuncuların bir çoğunun neredeyse ilk uzun metraj deneyimi bu film. Nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?

Biz Kürtçe film yaptığımız için oyuncu seçme anlamında önümüzde büyük bir katalog yok. Aslında bayağı araştırdım hatta bu sayede bir sürü kişiye ulaştım. Ancak seçenekler az tabii, yaşlı bir Kürt oyuncu bulmak, bir kadın karakter bulmak zor. Öyle karakter oynayabilen birinin şans eseri sizi bulması gerekiyor ama o da oyuncu değildir. Oyuncuysa zaten bir şekilde haberdar oluyorsunuz.

Kadrodaki oyuncularla çalışma sürecimiz, okuma provalarımız hepsi güzel geçti. Kürtçe film yaptığınızda seçenekler az olduğu için onu da gözeterek ‘en iyisini kim yapar?’ diye ilerliyorsunuz. Filmdeki karakterlerden sadece bir oyuncumuzun oyunculuk deneyimi yok. Ömer karakterini oynayan, o da gayet güzel oynadı. Yani süreç sağlıklı geçti.

Özellikle Ömer'le biz bir buçuk yıl öncesinde tanıştık. Ama ona ‘Bu rol senindir’ demedim. Video atıyor, senaryo okuyor, bir şeyler istiyorum yapıyor... Filme on beş gün kala, ‘Evet, bu filmin oyuncusu artık sensin’ dedim.

Filmde, karakterlerin günlük hayatlarında Kürtçe konuşurken, jandarma ve belediye gibi resmi kurumlarda Türkçe konuşmaları dikkat çekiyor. Bu dil geçişiyle vermek istediğiniz mesaj neydi?

Ben diğer kısa filmlerimde de bunlara değindim, o konuda duyarlıyım. Ne, nasıl olması gerekiyorsa o şekilde yapıyorum. Orada da karakter jandarmaya gidip Kürtçe konuşamaz. Devlet, bürokrasi nasıl konuşuyorsa o da o şekil konuşuyor.

'DAĞLARLA ÇEVRİLİ BİR EVİN HİKAYESİNİ ANLATMAK İSTEDİM'

Çewlig (Bingöl) gibi bir bölgede film çekmek nasıl bir deneyimdi? Bu bölgenin atmosferinin filminize ne gibi katkıları oldu? Çekim sürecinde karşılaştığınız zorluklar oldu mu? 

Ben bayağı mekan aradım. Böyle eski taşlardan tek bir ev arıyordum. Çünkü 20 yıl öncesinde dayımların yaşadıkları yer köyden uzakta bir yerdeydi. O açıdan onu bulmak zor oldu. O bölgede bir sürü yere baktım ettim. En son bizim filme en çok uyan yeri seçtik.

Orası da coğrafi olarak çok güzel bir yer ama çok zor. Her gün Bingöl Merkez'den 10-12 tane araç Genç ilçesine, oradan Yeniyazı ve işte o mezraya gidiyordu. O çekim yaptığımız yer de 1800 metre rakımı olan bir yer. Bir kere yağmur yağdı, felç oldu her yer. Zordu çekim şartlarıydı ama bir şekilde bitirdik ve oranın dokusu filme çok hizmet etti.

Orada etrafı dağlarla çevrili bir evin hikayesini anlatmak istedim. Benim filmlerim öyledir, sıradan insanı odağına alır. Evet o evde de bir hikaye yaşanıyor. Ben oranın hikayesini anlatmak istedim.

Filmin izleyicilere nasıl bir mesaj vermesini istiyorsunuz? Bu hikayeden nasıl bir duyguyla ayrılmasını istiyorsunuz?

Ben küçük bir aile üzerinden umudu anlatmaya çalıştım. Özellikle son zamanlarda bir sürü felaket yaşadık, bir şekilde o umut duygusunu kaybetmeden yaşamamız lazım. Onu kaybettiğimizde bence her şey bitiyor. Benim film sürecim de aslında biraz öyle.

Süreç bayağı uzun sürdü sanırım.

Çok uzun sürdü evet. Koronadan dolayı iki yıl kaybettik, deprem oldu, ekonomik kriz oldu, başka şeyler araya girdi, böyle problemler, sıkıntılar ama tabii filmi bir şekilde bitirdik ve bugün bu noktaya geldi, insanlar izledi. O açıdan mutluyum.

'KÜRT SİNEMASINDA ÖRNEKLERİN ARTMASI BİZİM İÇİN DE İYİ'

Kürt sineması son yıllarda önemli adımlar atıyor. Siz bu hareketin bir parçası olarak nasıl bir katkı sunmayı hedefliyorsunuz?

Umarım daha da fazla artar. Orada bir endüstrinin oluşması lazım ki o işler daha da çoğalsın. Filmlerin artması bizim için de iyi çünkü sadece tek başımıza yapınca olmuyor.

Her sene 100 tane Türkçe film çekilsin ama en azından 10 tane de Kürtçe film olsun. Çünkü o olmayınca her şey yavaş ilerliyor.

Ben 10 yıl İstanbul'da kaldım, üniversite, yüksek lisans derken şimdi Diyarbakır'da yaşıyorum. Diyarbakır’da daha zor. Orada film yapan arkadaşlarımız var. Ali Kemal Çınar’ı belki bilirsiniz. Kendi şartları, imkanlarıyla yapıyor. Ama genel olarak zor gidiyor. Bir de her şey çok pahalı oldu. Eskiden bir şekilde hatırla bir şeyleri yapabiliyordunuz ama artık birinden bir şey istemek daha da zorlaşıyor.

Gelecekteki projelerinizden bahsedebilir misiniz?

İkinci bir uzun metraj projem var. İki yıl önce bir senaryo geliştirme platformu vardı, M2 Film Lab diye. Oraya seçilmişti. Geçen aylarda da bakanlığın senaryo geliştirme desteğini aldı. Yani 2025'te bakanlığa başvurup çekmek istiyorum. İnşallah onun süreci bu kadar uzun sürmez, bir 8 yıl da ona verirsem zaten ömrümü tamamlamış olurum.

Son olarak şunu da söylemek isterim. Tabii her şey değişiyor. Algılar değişiyor. Filmin sinemada izlenmesinden tut, anlatım biçimlerine kadar. Bizim de kendimizi ona göre konumlandırmamız gerekiyor. Çok çalışmamız, çok kafa yormamız lazım.