Sonbahar mevsimlerin en güzeli. Tartışmasız böyle bu. Sararan yapraklar ve göğü kaplayan bulutların doğanın rengini muazzam bir şekilde değiştirmesi, sonbaharı güzel kılıyor. Üşüten değil ürperten havaları da hesaba katarsak en yaşanabilir mevsim olarak yıl içinde yerini alıyor. Tek rakibi bahar ama artık neredeyse o da kalmadı: Kış bir anda yaza dönüyor. Erik yemesek baharın geldiğini anlamayacağız! Sonbahar öyle mi ya? Bir geliyor, gitmiyor.
Sonbahar iyi ama hatırlattıkları kötü. Eylül, Fikret Kızılok’tan Zeki Müren’e, Neşet Ertaş’tan Ruhi Su’ya canımızı yakan kayıpları yaşadığımız ay. Ekim ve Kasım da öyle. Hele ki Kasım içinde art arda gelen iki gün, bu ayı “kara” ilan etmemize sebep. Benim için öyle. Bu cümleyi kurarken “millî matem” gününü hesaba katmıyorum üstelik.
14 Kasım, Orhan Veli Kanık’ın aramızdan ayrıldığı gün. 1950 yılının 10 Kasım günü, Ankara’da evine dönerken bir çukura düşerek beyin kanaması geçiren ve hızla hastaneye kaldırılan şair onca müdahaleye rağmen kurtarılamadı ve dört gün sonra sevenlerini “tarifsiz kederler içinde” bırakarak bu dünyayı terk etti. Henüz 36 yaşındaydı. Memleket şiirini altüst etmiş, vezni ve kafiyeyi yok sayarak “yeni” şiirin öncüsü olmuştu. Fransız ekolünü takip etti, simgecilerden gerçeküstücülere uzanan yolda pek çok şairden etkilendi. Dahası, onları Türkçeye kazandırdı. Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le başlattığı yürüyüşü “Garip”le taçlandıran, sonrasında art arda yayımladığı kitaplarla kendine çok özel bir yer bulan Orhan Veli, bana şiiri sevdiren isim. Sıkıcı şiirlerin art arda sıralandığı edebiyat kitabında “Kitabe-i Seng-i Mezar”la karşılaşmasaydım, merak edip diğer şiirlerinin peşine düşmeseydim kim bilir nerede olacaktım?
Orhan Veli, şiirleri çok bestelenen isimlerden. Bilinen şiirlerinden “Anlatamıyorum” (Alpay, Banu, Hümeyra, Mine Koşan, mor ve ötesi gibi isimler tarafından) farklı zamanlarda farklı bestelerle yorumlandı. Timur Selçuk tarafından bestelenen “Pireli Şiir” de öyle: Ruhi Su, şiiri saz eşliğinde söyledi: “Bu düzen böyle mi gidecek? / Pireler filleri yutacak; / Yedi nüfuslu haneye / Üç buçuk tayın yetecek?” Şiirin üst başlığı “Bozuk Düzen”. Timur Selçuk ve Ruhi Su dışında onu besteleyen enteresan bir isim var: Orhan Veli’nin babası Veli Kanık!
Timur Selçuk, Orhan Veli’ye hürmet gösteren şairlerden: “Hürriyete Doğru”yu 1974 yılında plak yapmıştı. Aynı şiir, ‘80’li yıllarda Ezginin Günlüğü tarafından da bestelendi. Topluluğun külliyatındaki bir diğer Orhan Veli şiiri, sonrasında Yüksek Sadakat tarafından da yorumlanan “Ayrılış”: “Bakakalırım giden geminin ardından; / Atamam kendimi denize, dünya güzel; / Serde erkeklik var, ağlıyamam.” Yeni Türkü repertuvarına giren “Dalgacı Mahmut”, Özdemir Erdoğan, Selmi Andak ve Cem Karaca tarafından farklı zamanlarda bestelenen “Bedava”, Levent Yüksel’in seslendirdiği “Dedikodu”, Murat Özyüksel imzalı “Bin Çiçek Yılı Sonra” başlıklı albümde Teoman tarafından yorumlanan “Harbe Giden Sarı Saçlı Çocuk”, Özyüksel makinistliğinde ilerleyen Işığın Yansıması’na ait “Birdenbire” ve Erdem Alkın albümü “Kevgir”e adını veren “Delikli Şiir”, ilk anda akla düşen Orhan Veli besteleri… Bunları sayarken Fazıl Say bestelerini ve bir kısım alaturka katkıları unutmuyorum ama külliyatı alt alta sıralamak mümkün değil zira sahiden çok beste var ve bunlara sürekli yenileri ekleniyor.
Zülfü Livaneli, sazdan caza geçiş albümü olan “Ada”da Orhan Veli’nin iki şiirini bestelemişti: “Gün Olur” ve “İstanbul’u Dinliyorum”. Albüme adını veren şarkı, Sait Faik Abasıyanık’tan esinle yazılmış. Bugün yani 18 Kasım, kimi kaynaklara göre Sait Faik’in doğum günü: 112. yaşını kutluyoruz. Büyük yazar 46. doğum gününü kutlarken Fransız şairinin ustalarından Paul Eluard, yine bir 18 Kasım günü hayata gözlerini yumuyordu. “Ada” albümünün bilinen şarkılarından “Özgürlük”, onun şiirinden. Sonrasında dilden dile yayılan ve alanlarda kitlelerce seslendirilen şiirin çevirisi Melih Cevdet Anday’la birlikte Orhan Veli Kanık’a ait: “Bir tek sözün şevkiyle / Dönüyorum hayata / Senin için doğmuşum / Seni haykırmaya…”
Eluard, Paris’te Père-Lachaise Mezarlığı’nda ondan tam otuz yıl önce yine bir 22 Kasım günü hayatını kaybeden Marcel Proust’un az ilerisinde yatıyor. Onları ziyaret ettikten sonra mezarlığın batısına doğru giderseniz, Ahmet Kaya’nın mezarıyla karşılaşıyorsunuz. Yazının başında andığım, Kasım ayının “kara” olmasına sebep ikinci tarih, Ahmet Kaya’nın hayatını kaybettiği 16 Kasım. Yaşadıklarını anlatmak, tekrarlamak gereksiz gibi gelebilir ama her seferinde yeniden hatırlatmak, unutturmamak gerekiyor: Ahmet Kaya, Kürtçe şarkı söyleyeceğini açıkladığı gün bir lince maruz kaldı ve hayatının kalan kısmını geçirmek üzere Paris’e gitti. Yazık ki orada, memleketinden uzakta, bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Öldüğünde 43 yaşındaydı.
Orhan Veli Kanık ve Ahmet Kaya’yı aynı yazıda yan yana getirmemin tek sebebi, birbirine yakın uğursuz iki tarih değil. Ahmet Kaya’nın ayrıksı bestelerinden biri, Orhan Veli’nin kitaplarına almadığı şiirlerinden “Macera” üzerine: Kaya bu şiiri bulup çıkartmış, 1985 tarihli ikinci albümü “Acılara Tutunmak”ta dinleyicisiyle buluşturmuş. İki isim ayrı dallarda duruyor görünseler de aslında aynı türküyü şakıyor. Hepimizin söylediği, gelecek güzel günlere dair inancımızı artıran türkü bu. Birinin şiirleri, diğerinin şarkıları yalnızlığımızı yok ediyor, bizi çoğaltıyor ve birbirimize bağlıyor. Yazıda ismi geçen isimler bir yana, Orhan Veli Kanık ve Ahmet Kaya’ya ne kadar teşekkür etsek az. “İyi ki” diyorum, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.