Ormansızlaşma tartışması: Kağıt üzerinde orman, fiiliyatta turizm tesisi
Türkiye'nin ormansızlaştığı yönündeki tepkilere karşın iktidar ise "Orman varlığı 23,5 milyon hektara ulaştı" diyor. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nden Ahmet Demirtaş, bu ikilemin nedenini şöyle açıklıyor: “Türkiye’de orman alanları tarım, madencilik, HES ve otel yapımı gibi nedenlerle amaç dışı kullanılıyor. Ama bu alanlar mülkiyet olarak devredilmiyor, tahsis ediliyor. Buralar gerçekte orman örtüsü kaldırılmış ama belgelerde orman diye görünen yerler.”
DUVAR - Taş ocağı, HES ve turizm tesisleri kurmak için Türkiye’nin dört bir yanında ormanlar kesiliyor. Ormanını, suyunu gelip geçici bir ranta teslim etmek istemeyenler, doğa talanına karşı mücadele ediyor. Ormanları gelir elde edilecek bir ekonomik kaynak olarak gören politikalar sebebiyle, amenajman planları değiştirilerek ormanlar daha çok tomruk üretmeye zorlanıyor.
Çevre örgütlerine ve kırsalda yaşayanlara göre Türkiye ormansızlaşıyor. Orman varlığının 23,5 milyon hektara ulaştığını belirten Tarım ve Orman Bakanlığı’na göre ise Türkiye’nin orman varlığı artıyor. Kırsal Çevre Derneği’nden Ahmet Demirtaş, ormansızlaşmanın yalnızca alan üzerinden büyüklük küçüklük kavramlarıyla tartışılmasının yetersiz olduğu görüşünde: “Esas önemli olan ormanların yapısal özelliklerinde nasıl bir değişiklik olduğu. Kısacası kağıt üzerinde alan olarak aynı miktarda orman görünüyor ama o ormanların 20 sene önceki yapısal özellikleriyle bugünkü yapısal özellikleri arasında büyük fark var.”
Başta ormansızlaşma olmak üzere kırsal çevre sorunlarının belirlenmesi üzerine çalışan Kırsal Çevre ve Orman Sorunları Araştırma Derneği, bu alanda dair sorunlar için çözüm önerileri geliştiriyor. Aynı zamanda orman mühendisi olan derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Demirtaş’la Türkiye’nin orman varlığındaki son durumu ve orman politikalarının sonuçlarını konuştuk.
Türkiye’de ormansızlaşmaya dair son yıllarda nasıl bir tablo var?
Türkiye’de orman alanları tarım, madencilik HES ve otel yapımı gibi nedenlerle amaç dışı kullanılıyor. Ama tüm bu olaylar resmi evrak üzerinde ormansızlaşma olarak görünmüyor. Örneğin Türkiye’de şimdiye kadar 500 bin hektar civarında orman, turizm yatırımlarına tahsis edilmiş durumda. Bu durum özellikle 80’li yıllarda bazı orman alanlarının turizm bölgesi ilan edilmesiyle hız kazanmaya başladı. Otel, golf sahası ve aklınıza gelen her türlü turizm etkinliği yapılmak üzere orman yapısı yok edilip yapılaşmaya açılıyor. Bu alanlar mülkiyet olarak devredilmiyor, tahsis ediliyor ve kağıt üzerinde de hâlâ orman olarak görünüyor. Buralar gerçekte orman örtüsü kaldırılmış ama belgelerde orman diye görünen yerler. Ormansızlaşmanın şu anda yaşanan en önemli süreci bu. Örneğin şu anda dünyanın en büyük havaalanı diye yapılarak tanıtılan yerin önemli bir bölümü orman ve orman havaalanı yapılmak için tahsis edilmiş durumda.
Orman içi açıklıkları ormandan çıkaracaklar ama orman miktarını da hiç azalmıyor gibi gösterecekler. Orman içi açıklıklar orman ekosisteminin ayrılmaz bir parçasıdır bu nedenle ormandan ayrı bir varlıkmış gibi değerlendirilemezler.
Peki tüm bunlar nasıl bir yasal çerçevede oluyor?
Bunlara özellikle 6831 sayılı yasanın 16. 17. ve 18. maddeleri kapsamında izin veriliyor. Bu yasalarda verilen izinler yönetmeliklerle daha da genişletilmiş oluyor. Yasada “Bu tür izinler kamu yararı varsa verilebilir” denilmesine karşın hiçbir kamu yararı olmayan alanlarda da ormanlara zarar veriliyor. Düşünün ki 2014 yılında 17. maddeye bağlı olarak çıkarılmış uygulama yönetmeliğinde bir ormandan otoyol geçirilecekse kamu yararı var diye otoyola izin veriliyor. Ama öte yandan başka yerlerde çıkarılan kazı malzemesinin (pasa) orman alanlarına dökülmesine ve depolanmasına da izin veriliyor. Aslında burada bir kamu yararı yok. Yol yapılırken çıkarılan kazı malzemesinin başka bir yere götürülüp depolanması ve dökülmesi gerekirken ormana dökülüyor. Hem yol açılırken hem de yoldan çıkan kazı malzemelerini dökerek ormana zarar veriliyor. Bu da yetmezmiş gibi başka bir yerden çıkarılan bir kazı malzemesi de ormana dökülebiliyor, ormanda depolanabiliyor. Bunların hepsi fiilen orman niteliğini kaybettirici eylemler. Ama aynı yerler, kağıt üzerinde yani yasal olarak orman diye görünmeye devam ediyor.
Elimizde özellikle son yıllara ait bir ormansızlaşma verisi var mı? Çünkü çevre örgütleri ve de kırsalda yaşayanlar Türkiye’nin ormansızlaştığını söylüyor, Bakanlık verilerine göre ise ormanlar artıyor.
Yok. Çünkü Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre durum tam tersi ve evet ormanlar artmış gösteriliyor. Diyelim ki bundan 10 sene önce 20 milyon hektar orman varken bu rakamın günümüzde 21 milyon hektara çıktığı ifade ediliyor. Peki niye böyle oluyor? Bunun 2 nedeni var. Birincisi Orman Genel Müdürlüğü, ağaçlandırdığı her yeri orman olarak kabul ediyor. İkincisi Orman Genel Müdürlüğü’nün hiçbir katkısı ve hiçbir haberi olmadan günümüzde orman köylerindeki tarım alanlarının kendi kendine tekrar ormanlaşması.
Orman köylerindeki tarım alanları nasıl yeniden ormanlaşıyor?
Orman köyleri geçmişte orman içlerine yerleşmiş olan yerleşimler. Bunlar aynı zamanda ormanın içinde, ormanı açarak tarım alanları kazanmışlar. Ancak şu anda kapitalizmin işsizleştirme sürecinde orman köylerinde yaşayanlar -İç Anadolu ve Karadeniz bölgesindekileri kastediyorum- artık orada yaşayamaz, geçimlerini sağlayamaz hâle geldiler. Bu yüzden buralardan hızlı bir şekilde kentlere doğru göç oldu. Bu göç nedeniyle eskiden tarım yaptıkları toprakları terk ettiler. Ekip biçmediler. Oralar eskiden ormandan kazanılan yerler olduğu için tekrar kendiliğinden ormanlaşmaya başlıyor. Orman Genel Müdürlüğü, kendisi orman alanını artırmış gibi bu kendiliğinden ormana dönüşmüş yerleri de rakamlarına ekliyor. Buraları hava fotoğraflarında görüntüleyip orman alanlarımız genişledi diyor. Ama genişleyen yer, kamuya ait bir arazi midir yoksa bir özel mülk müdür belirtilmiyor. Sadece orman alanlarımız arttı deniyor. Bu nedenle geçmişe göre orman alanları artmış gibi görünüyor. Ama bana göre orman alanlarının artması, çok gerçeği yansıtan bir durum değil. Esas önemli olan ormanların yapısal özelliklerinde nasıl bir değişiklik olduğu. Bu çok önemli.
'ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ DAHA FAZLA AĞAÇ KESİP ODUN ÜRETMEK İÇİN PLANLARI ZORLUYOR'
Sonuçta orman sadece ağaçlardan oluşmuyor. Bunun içerisinde bir yaşam alanı var, başka canlılar, başka bitkiler var. Ormanların yapısal özelliklerinde nasıl bir değişiklik olduğuna bakmak gerek derken bunları mı kastediyorsunuz?
Hepsini kastediyorum. Mesela Ankara’daki Beynam Ormanı’ndan söz edelim. Beynam, 50 sene önce İç Anadolu bölgesinde kalıntı bir ormandı. Ormanın tamamı 1601 hektardır. Ama 1970’lerin sonunda 1601 hektar olan ormanın 580 hektarı orman içi dinlenme yeri diye ayrıldı. Oraya çok sayıda bina, tuvalet, piknik yerleri yapıldı. Ardından 2003 yılında aynı ormanın 400 hektarlık bir bölümünü de kent ormanı diye bir uygulamaya soktular. Şimdi İç Anadolu Bölgesi’nde ada şeklindeki bir kalıntı olan 1601 hektarlık karaçam ormanının toplam 900 hektarı insanların günlük kullanımına açılınca ormanın yapısı değişti. Ormanda yaşayan pek çok canlı mesela kurt, çakal ve yırtıcı kuşlar artık orada yaşayamaz hâle geldi. Piknik yapılan alandaki bir sürü ağaç kurudu, zarar gördü, yakıldı. Dolayısıyla ormanın yapısal özellikleri değişti. Birçok yerde toprak, insan kullanımı nedeniyle sertleşti. Bazı tek yıllık otsu bitkiler yetişemez oldu. Derken ormanın 50 sene önceki durumuyla bugünkü durumu yapısal olarak çok değişti. Orası aslında bir muhafaza ormanıdır. Geçtiğimiz yıllarda orada odun üretimi yaptılar. Çok sayıda ağaç kesildi. Meşelerden kömür, karaçamlardan odun yapıldı. Yani ormanın kapalılığı, ağaç bileşimi, hayvanları, bitkileri, böcekleri hepsinin yapısal özellikleri değişti. Sadece Beynam değil, diğer ormanlarımız da aynı şekilde yapısal olarak değiştirildi. Orman Genel Müdürlüğü, özellikle geçen seneden başlayarak daha fazla ağaç kesip odun üretmek için artık planları zorlamaya başladı. Bu da ormanların yapısal özelliklerini bozucu eylemlerden birisi. Kısacası kağıt üzerinde alan olarak aynı miktarda orman görünüyor ama o ormanların 20 sene önceki yapısal özellikleriyle bugünkü yapısal özellikleri arasında büyük fark var.
'11 MİLYON FİDANININ 1 MİLYONUNU GÖSTEREBİLİRLER Mİ?'
Ormanların arttığı yanılsamasında etkili olan bir başka unsur ise fidan dikme şenlikleri. Hemen her yıl yeni bir rekora imza atıldığını ve kitlesel olarak fidan dikildiğini duyuran haberler görüyoruz. Fidan dikmek ormanları artırıyor mu?
Hemen “Fidan dikmek yanlıştır” demeyelim ama fidan dikmek isteyenlere bizim sorularımız var. “Önce yanıtla, sonra dik” diyoruz. Niye dikiyorsun fidanı? Hangi ağaç türünün fidanını dikiyorsun? Nereye dikiyorsun? Bu sorular önemli. 2019’un Kasım ayında “11. ayda 11 milyon fidan” kampanyası vardı, hatırlarsınız. 11 milyon fidan ne fidanıydı mesela? Siz bilmiyorsunuz, ben bilmiyorum, dikenler de bilmiyor. İçlerinde meyve fidanı da var, süs bitkisi de. Diktiğin 11 milyon fidanı bugün bana göster desem 1 milyonunu gösterebilirler mi? O fidanların yüzde 10’u bile tutmamıştır benim kanımca. Bu şekilde ağaçlandırma yaparak yüzlerce fidanın dikildiği ve bir tane fidanın tutmadığı yerleri biliyorum. Gösterebilirim. Burada dikmek değil tutturmak rekor olabilir.
O dönem (2019 Kasım) Türkiye’nin topraklarının en kurak olduğu dönemdi. Evet 11. ayda en kurak dönemde fidan diktirdin. Eğer orman kurmak amacıyla fidan dikeceksen o toprağın iklim koşullarını bilmen gerek. Diyelim ki Ankara’da doğal bozkıra dikiyorsun. Doğal bozkıra orman oluşturmak için fidan dikmemelisin. Fidan dikiyorum diyerek bozkır ekosistemine zarar vermiş olursun. Dolayısıyla diktiğin yer önemli, diktiğin amaç önemli. Ama bu etkinliklerde amaç yok. Fidanlar bolca dağıtılıyor ve dikiliyor. Bunun övünülecek bir yanı yok.
Son yıllarda anıt ağaçların belirlenmesi kriterlerinin bilimsel olmadığına ve bu sebeple anıt ağaçların korunamadığına dair de bir eleştiri var. Orada neler oluyor?
Anıt ağaçların belirlenmesiyle ilgili 2005 ve 2006 yıllarında Türk Standartları Enstitüsü iki standart yayımladı. Bunlar anıt ağaçların belirlenmesi ve korunmasına dair kurallar. Bu belirlemede her ağaç türü için farklı ölçütler kullanıldı. Ama 2 sene önce o standartlar yürürlükten kaldırıldı. O standartlar bize göre yeterli değildi. Çünkü standartlar Türkiye koşullarında, Türkiye’nin ağaç varlığını ormanlarını göz önünde bulunduran anıt ağaç tanımına tam olarak uygun değildi. Hepsi yanlış demiyorum ama epeyce yanlış ve eksik ögeleri vardı. Burada yanlış olan şeylerden birisi anıt ağaçların belirlenmesi, tescil edilmesi ve korunması görevinin; önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 2011 yılından sonra ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesindeki Tabiat Parklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne verilmesi. Bu komisyonlar, ağaçları tescilleyebiliyor. Bu komisyonlarda ziraat mühendisi, orman mühendisi, peyzaj mimarı, botanikçi gibi meslek gruplarından insanların çalıştırılması oralarda bulundurulması öngörülüyor. Ama bir çok yerde bu mesleklerden insanlar yok. Dolayısıyla ağaçtan anlamayan, ağaçla ilgili birikimi, kültürü olmayan bir bakanlığa anıt ağaçları tescil etmek ve korumak görevi verilmiş. Bu başlı başına bir çelişki. Bu yüzden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye’de çevreyi doğayı korumaktan çok çevreyi doğayı yapılaşmaya açmanın yollarını, olanaklarını arayan bir kuruluş.
TSE’nin anıt ağaç belirleme standartlarının iki yıl önce yürürlükten kaldırıldığını söylediniz. Peki anıt ağaçlar şu anda nasıl belirleniyor?
Standartlar kaldırılınca, İlke Kararları diye bir yönetmelik çıkardılar. Bu yönetmelik, Türkiye’deki ağaçları belirlemek ve tescil etmekten yoksun. Bir sürü yanlışlık var. Biz bu yönetmeliği de yargıya taşıdık. Burada, özellikle belirli ağaç türlerinde belirli ölçütlerin bulunması durumunda anıt ağaç ilan etme anlayışı ile karşılaşıyoruz. Oysa Türkiye’de onların anıt ağaç olarak nitelendirmedikleri pek çok ağaç, anıt ağaç özelliğindedir. Fakat dikkate alınmıyor ve “Bizim listemizde bu ağaçlar yok” denilerek tescil edilmiyor. Örneğin bizim 2013 yılında anıt ağaç olması için başvurduğumuz hemen hemen Türkiye’nin en kalın çaplı porsuklarından birisi Rize Çamlıhemşin Fırtına Vadisi’nde. Başvuruyu 2013 yılında yaptık ama hala gidip incelemediler ve bize sonuç bile bildirmediler. Bu yapıdaki bir kurum, anıt ağaçları belirlemek ve tescil etmekten uzak.
7 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Cumhurbaşkanı Kararı ile 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun Ek 16. Maddesi kapsamında ‘Orman Dışına Çıkarma İşlemlerine İlişkin Yönetmelik, orman katliamına yol açacağı endişesiyle tepki topladı. Yönetmeliğe göre yerleşim yeri yapmaya uygun olan verimsiz, taşlık, kayalık orman alanları, orman dışına çıkarılıp yapılaşmaya açılabilecek. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
1982 Anayasası’nın 169. maddesi şöyle der: “Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” Yani bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyecek ama tarımda kullanılmasının daha yararlı olduğuna karar verilecek, yalnızca o zaman daraltabilirsin deniyor. Bu önemli bir ölçüt. Şimdi Anayasa’nın bu yaptırımına karşı 2018 yılında çıkarılan 7139 Sayılı Orman Kanunu’na eklenen ek 16.Madde ise şöyle diyor. “Bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen, tarımda da kullanılması mümkün olmayan yerler orman sınırları dışına çıkarılır” diyor. Daha önce tarımda kullanılması daha uygunsa çıkarılabilir diyor Anayasa, şimdiyse tarımda kullanılması mümkün olmayan yerler de çıkarılabilir deniyor. Dolayısıyla 2018 yılında çıkarılan 7139 sayılı yasa, Anayasanın ruhuna aykırı bir yasa oldu.
'7 OCAK’TA ÇIKARTILAN YÖNETMELİK, ANAYASA’YA AYKIRI'
7 Ocak’ta çıkarılan yönetmelik, bu aykırılığı artıyor sanırım.
Bu yönetmelik, şu anki Anayasa’da bulunan “Orman alanları daraltılamaz, ormana zarar verici faaliyetlere izin verilemez” yaptırımlarına aykırı. Yönetmelikte “Bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen, tarımda da kullanılması mümkün olmayan yerler, üzerinde yapı varsa ve yapılaşmaya da daha uygun olduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü tarafından bildirilirse orman sınırları dışına çıkarılır” diyor. Eskiden bir alanı orman sınırları dışına çıkarma yetkisi Tarım ve Orman Bakanlığı’nda idi. Şimdiyse Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün başvurusu üzerine Tarım ve Orman Bakanlığı faaliyete geçecek ve bu alanı incelemeye başlayacak. Bu çok önemli bir ayrıntı. Yani artık Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri, bir ormanın kenarında bir tek yapı bile varsa orayı orman dışına çıkarmak için Tarım ve Orman Bakanlığı’na başvurabilecek. Hatta yapı olmasına da gerek yok. “Burası taşlık, kayalık, toprak derinliği de 20 santimetreden daha az, burayı yerleşime uygun bir yer olarak görüyorum” derse Orman Bakanlığı gidip inceleyecek ve buranın dışarıya çıkarılması için rapor hazırlayacak. Söz konusu alanın sınırları Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek ve bu alan orman dışına çıkarılacak.
Orman içindeki bir alanın yerleşime uygun olup olmadığını belirlemek için yönetmelikte yer alan kriterler bilimsel açıdan nasıl değerlendirilebilir?
Şöyle diyor: Toprak derinliği 20 santimetreden daha az olacak. Taşlık-kayalık olacak ve eğimi de yüzde 12 den daha fazla olacak. Ama bu kriterler bilime aykırı. Türkiye’de ormanların hemen hemen büyük çoğunluğunda toprak derinliği 20 santimetreden azdır zaten. Bu yüzden toprak derinliği bir ölçü değildir. 20 santimetreden az demek? Yani diyor ki 19 santimetre derinliğinde bir toprak varsa burayı ormandan çıkaracaksın. Kaldı ki Türkiye’deki tarım topraklarının önemli bir bölümü 19 santimetreden azdır. Mesela Nohut, mercimek, buğday yetiştirecekseniz 19 santimetre derinliğindeki bir toprak yeterlidir. Tarıma uygun değildir diyerek bu toprak yapısında olan yerleri, orman sınırları dışına çıkarmak orman katliamı demektir. Cinayettir.
'ORMAN EKOSİSTEMİ PARÇALANIR, HAYVANLAR BARINAMAZ'
Bu uygulama hayata geçilirse sonuçları ne olur?
Bu özellikteki alanlar orman dışına çıkarılıp yapılaşmaya açıldığı zaman, orman ekosistemi parçalanmış olur. Parçalanmış bir ekosistemde hayvanlar barınamaz, ağaç ve bitkiler zarar görmeye başlar. Bu işin bir diğer boyutu ise günümüzde yaşadığımız en önemli sorunlardan biri olan kuraklıkla ilgilidir. Yeraltı sularının en fazla beslendiği yerler ormanlar ve ormanların içindeki orman açıklıklarıdır. Buraya düşen yağmur ve kar suları yavaş yavaş eriyip toprağın derinliklerine kadar inerler ve aşağı kotlarda da yeraltı sularını, çeşmelerimizin kaynaklarımızı beslerler. Eğer buraları yapılaşmaya açarsak yer altı sularının besleneceği havzaları da yok etmiş oluruz. Bu nedenle buraları yapılaşmaya açarsak sel ve heyelan artar. Çünkü yapılaşmayla birlikte bu alana düşen yağış suları toprağa karışmadan yüzeysel akışa geçecek ve sellerin oluşmasına neden olacak. Bunları yaparken orman alanlarımızı genişletiyoruz palavraları üretiliyor. Orman içi açıklıkları ormandan çıkaracaklar ama orman miktarını da hiç azalmıyor gibi gösterecekler. Orman içi açıklıklar orman ekosisteminin ayrılmaz bir parçasıdır bu nedenle ormandan ayrı bir varlıkmış gibi değerlendirilemezler. Orman içi açıklık diye tanımlanan yerler: insan etkisiyle veya doğal nedenlerle oluşur. Buralar kuşların, yaban hayvanlarının, böceklerin, kelebeklerin beslenme, barınma ve üreme yerleridir. Tam olarak böyle bir durum yaşıyoruz.
Var olan ormanları korumak ve eğer mümkünse artırmak için hangi politikaların izlenmesi gerekiyor?
Bugün olduğu gibi ormanların daha fazla odun, daha fazla tomruk elde etmek üzere zorlanmasına engel olmak ve Anayasa’nın 17. maddesi gereği madencilik, HES gibi ormancılık dışı uygulamaları kısıtlayarak ormanların amaç dışı kullanımına izin vermemek gerekir. Öte yandan bu iktidar döneminde 6831 sayılı Orman Yasası Türkiye’de ihale yasasından sonra en fazla değiştirilen yasadır, 29 kez değiştirilmiştir. Bu yasaları gelişi güzel, sadece siyasilerin ya da sadece sermaye kuruluşlarının istekleri, çıkarları doğrultusunda değiştiremezsin. Eğer bir değişiklik yapılacaksa bu işi yapan orman emekçilerinin, bilim insanlarının ve ormanlarda yaşayan halkın görüşleri doğrultusunda yapılmalıdır. Ayrıca ülkenin ormancılık örgütünde gerçekten halkın çıkarları doğrultusunda karar verecek liyakatlı insanların görevlendirilmesi gerekir.