Güzeller güzeli ağaç perisi Eurydike bir tanrının delice ısrarından kaçarken bir yılanın saldırısına uğrar. Artık yeni yurdu yeraltıdır. Ama gözleri ondan başkasını görmeyen kocası ozan Orpheus, kaplumbağa kabuğundan sazıyla yana yakıla yalvarır yeraltı tanrısına almasın diye güzel Eurydike’yi kendisinden. Öyle ağlar öyle sızlar öyle yalvarır ki yüreği yumuşar tanrının. Yalnız bir şartı vardır. Yeryüzünün ışıklarıyla buluşuncaya dek dönüp bakmayacaktır Eurydike’nin yüzüne. Ama mitosa göre, tutkulu âşık Orpheus özlemine yenik düşer ve dönüp bakar arkasına. “Bu ne, Orpheus, bu ne? Bu ne çılgınlık böyle, seni de yok eden, zavallı beni de?” diye diye haykırıp yellere karışır, görünmez olur güzel Eurydike. Deliye dönmüştür Orpheus başına gelen karşısında, bilememiş ne yapacağını ne edeceğini, ağlaya sızlaya anlatmış hiç durmadan acısını dağa taşa aylarca. Bağıra çağıra hor görüp bütün kadınları “Eurydike, Eurydike” diye haykırırmış dövüne, dövüne. Kızdırmış bütün Trakyalı kadınları aşkıyla tutkusuyla. “Reva mıdır bizlere bu yapılan” diyesilermiş, nitekim kendilerine yapılan hakareti misliyle ödetmişler Orpheus’a. Öfkeleriyle parça pinçik etmişler, parçalarını her yana saçmışlar. Derler ki baharda Spil Dağı'nın eteklerini süsleyen Manisa lâleleri, Orpheus’un her yere dağılan bedeninden serpilip yetişmiştir. Rüzgâr estiğinde, eflatunlu morlu bu narin çiçeklerin zayıf gövdeleri salınıp dururken bugün de tıpkı o günkü gibi “Eurydike, Eurydike” diyen Orpheus’un sesi duyulurmuş dağın koyaklarında. Mitos bu ya daha masallara sızmadan şenliklere kaynaklık etmiş, Batı Anadolu’daki Balkanlar'daki Dionysos şenliklerinin parçası olmuş. Sadece kadınların katıldığı bu şenliklerde, bir araya geldikleri ormanlarda asma yapraklarıyla süslenmiş asaları, başlarında yılanlar, ellerindeki enginarlarla (1) çılgınca dans ederlermiş bu kadınlar. Bu şenlikten esinli bir bayramın yakın zamanlara kadar Yunanistan’ın kimi yörelerinde kutlandığı söylenir. Bayram süresince kadınlar hiçbir ev işi yapmazlarmış. Bayram, saksılara kolay yetişen çiçek ya da çimen dikilmesiyle başlarmış, çiçekler çabuk yetişsin diye de her gün sıcak sularla sulanırmış. Bir hafta on güne kadar büyüyen çiçekler Orpheus’a lanetler yağdırılarak kaynar sularla soldurulurmuş ve o gece kadınlar ya çatıların ya da ormanların yarı karanlığında şarap içip dans ederlermiş.
Orpheus nasıl bir erkek? Eurydike nasıl bir kadın? Ya Orpheus’u parçalayan kadınlar? Öfkelendikleri, nefretlerini kustukları tutkuyla seven bir erkek mi sadece, yoksa temsil ettikleri mi? Orpheus’un şahsında “sen kimseyi sevemezsin sevmeyeceksin” diyen handiyse “sen kara toprağın bile olamazsın” diyen bir erkekle karşı karşıya değil miyiz? Ne kadar da tanıdık değil mi? Kaç bin yıldır hâkim olan eril mi eril, fallik bir ilkenin figürü! Ya Eurydike? Kendine yönelmiş aşkla başı dönmüş, bu aşka teslim olup kendini bu aşkla ‘kandırarak’ kendini terk etmiş kendi ifadesiyle “zavallı” bir kadın. Verdiği sözü unutarak arkasına dönen Orpheus’un bakışı, Eurydike’nin bunu çılgınlık olarak tanımlaması, erilliğe içkin kıskançlıkla harmanlanmış şüphenin ifşa edilmesi değil de nedir? Ve bu, çılgınlıktan başka hangi sıfatla nitelenebilir? Hayır, bu özlemenin bakışı değil. Bu düpedüz her an konumunu kaybetmekten korkan, karşısındakinin içselleştirdiği kabulden asla emin olamayan iktidarın bakışı. Ataerkinin ifşası. Hani “seni de yok eden, zavallı beni de” diyor ya Eurydike, bu feryatta ataerkinin hem erkeği hem kadını insanlığından çıkaran düzeninin çıplak gerçeği dile geliyor. İşte Trakyalı kadınların öfkelerinin yöneldiği tam da bu. Boşuna değil elbirliğiyle giriştikleri ‘vahşi’ eylem. Özgürlüklerini, özerkliklerini ellerinden alan ve mahkûm oldukları düzenin temsilcisi olduğu için parçalıyorlar Orpheus’u. Ana hukukuna rahmet okuyanları cezalandırıyorlar aslında onun şahsında. Yoksa hemcinslerinin mahzar olduğu aşkı kıskandıkları için değil onun etlerini her bir yana savurmalarının nedeni. Kendilerini de lanetlemekten geri durmuyorlar sanki. Nefret kustukları lanetin parçası olduklarını açık ediyorlar eylemlerinin sonuçlarıyla. Parçaladıkları Orpheus’un bedenini her yana savururken “Eurydike, Eurydike” diye ses veren çiçeklere hayat veriyorlar bir bakıma. Ya da bayramlarında sonunda solduracakları çiçekleri kendi elleriyle yetiştiriyorlar. Ana hukukunun sembolizmiyle çokça bulanmış Dionysos şenliklerindeki sadece kadınlara hasredilmiş şenlik, bir geçmişi yad etmekten, ona selam çakmaktan başka bir şey değildir aslında. “Zehir kadar panzehir de bende” dercesine yılanları başına taç eden, onun zehrine karşı da ellerinde enginar taşıyan kadınların dansı, şefaatin dile gelmesinden başka nedir ki? Zamanın kısa anlarına sıkıştırılarak ana hukukunun ışığını soluk da olsa yansıtan şenlik, kadınların ağızlarına bir parmak bal çalarak ataerkinin saltanatına omuz vermektedir bir yanıyla evet. Ancak diğer yanıyla da geçmişte düğümlenip geleceğe atılan bir umut oltasının yeniden ve yeniden yemlenmesidir. Üstelik şimdi bile kendisinden feyz alabileceğimiz kendimizi ve dahil olduğumuz ilişkileri sağaltmanın ipuçlarını bize sunmaya devam ederek. En nihayetinde kaç bin yılların saltanatı bir lahzada yıkılamazki. İş, mitosun ve ondan süzülen şenliğin ataerkinin topraklarında ifşa ettiği çatlağı daraltmayıp adım adım da olsa genişletmeye iman etmektir. Bastırılanın geri dönüşüne yardımcı olmaktır.
Kadim zamanların mitoslarının modern olanın tarihi ya da siyaseti olduğunu söyler Levi-Strauss. Hoş, bir zamanlar ana hukukunun yaşandığına şiddetle karşı çıkar zatı muhterem. Olsun, bu iddiasına itibar edecek değiliz, mitoslara dair söyledikleri ona rağmen yolumuzu aydınlatacak ipuçları taşıyor ya onlar bize yeter. Trakyalı kadınların ‘vahşeti’, kendilerinden ve dahi insanlıktan alınanın ve unutturulmaya çalışılanın ne olduğuna bir hatırlatmadır. Şimdinin tarihi ve siyaseti için ipuçları, geçmişin mitosundaki bu kadınlar kadar başka mitoslarda da saklı. Kybele, Demeter, Antigone, Arakhne ve daha nicelerinde. Üstelik bir zamanlar hâkim olan ana hukukunun mitoslardaki, ritüellerdeki, kadim zamanların mezar taşlarındaki izlerinin incelikli analizini bizlere armağan eden Bachofen’den alacağımız destek de cabası. Gelin hep birlikte Kurtlarla Koşan Kadınlar’da Estés’in dediklerine kulak kabartarak bu bahse bir noktalı virgül koyalım: “Hepimiz vahşiye özlemle doluyuz. Bu özlemin kültürel olarak onaylanmış pek az panzehiri var. Bize bu tür bir arzudan utanç duymamız öğretildi. Uzattığımız saçlarımızı duygularımızı saklamak için kullandık. Ama Vahşi Kadın’ın gölgesi gündüz ve gecelerimiz boyunca pusuya yatmış bir halde hâlâ varlığını sürdürmekte. Nerede olursak olalım, arkamızda tırıs giden bu gölge kesinlikle dört ayaklı”
(1) Enginarın yılan sokmasına iyi gelen afrodizyak bir bitki olduğu söylenir.