Fransızların Raison de l'État dediğine
hikmet-i hükûmet diyordu eskiler. Her iki kavram arasında
farklar yok değil; lâkin lafı uzatmayayım. Şimdilerde Devlet
aklı (“D” illâ büyük yazılmalıdır) deyip geçiyoruz. Sonuncusu
da ilk ikisinden farklı bir îmâya sahip. Devlet aklı
deyince zihninize, devletin (daha doğrusu devletin adına, onu ete
kemiğe bürüyen bürokrasinin) akılcı/rasyonel kararlar
alması, devletin enine uzununa bir SWOT analizi yapması, düşünüp
taşınması, yani bir karar almadan önce alternatif çözüm yollarının
güçlü ve zayıf yönlerini, bu çözüm yollarının açtığı fırsatları ve
tehdit/tehlikeleri rasyonel bir şekilde masaya yatırması, devletine
akılcı bir yolla karar alma süreçlerini işletmesi türünden anlamlar
geliyorsa yanılıyorsunuz. Hele hele Devlet aklını “…tarihin çekiç
ile örs arasında şekil verdiği devletin kendine özgü kişiliğinin ve
geleneğinin eseri” olarak tanımlamaya başladıysanız sizinkine
yanılmak değil, zırvalamak, saçmalamak
da dense yeridir. Haklısınız, “Sen Oğuz soyunun mensubu olmadığın
için bu devlet geleneğini anlayamıyorsun!” diyebilirsiniz; ne diyeyim, siz
de haklısınız.
Devlet aklı denince ne kastedildiğini anlamak için onun
eski tabirle ifadesine, hikmet kavramına daha yakından
bakmak gerekiyor: Hükûmetin hikmeti. İşler,
hikmet kavramı yerine, şimdilerde kullanmaya alışkın
olduğumuz türden bir akılı kullanınca iyiden iyiye
karışıyor; aslına birbirleri ile eşanlamlı değil, neredeyse zıt
anlamlı kavramlar, akıl ve hikmet. Akıl
deyince aklımıza rasyonalite geliyor, hikmet ise (Kubbealtı’nın tanımladığı şekliyle)
“Cenâbıhakk’ın her şeyi yerli yerince yaratma, her şeyi lâyık
olduğu yere koyma sırrı”, “Âlemin insanlar tarafından anlaşılamayan
gizli amacı[nı]” îmâ ediyor. “Allah’ın kulun kalbine eşyânın
hakîkati hakkında koyduğu, akılla elde edilemeyen kalbî ilim,
eşyânın hakîkatini olduğu gibi bilme”, “Tanrı ile kâinat, insanla
âlem arasındaki bağları, âlemle ilgili gerçekleri kavrama ilmi”,
“…bir şeyin oluşundaki akıl erdirilemeyen sebep, gizli sebep” gibi
anlamlara da sahip. Belki de hikmet-i hükûmeti, devlet
aklı değil de devletin/hükûmetin kerâmeti yani “Bir
ermişin, Allah’ın kendisine yakın kullarına lütfettiği olağanüstü
şeyler yapma gücü ile ortaya koyduğu, akıl sınırlarını aşan tabiat
üstü iş, hârikulâde hal” manasında tanımlamak daha doğru. Biz gene
devlet aklı ile devam edelim ama aklımızın bir köşesinde
dursun; buradaki akıl, rasyonaliteyi değil daha
çok bir kerâmeti; kerâmeti kendinden menkul bir
aklı imliyor -ki bu açıdan bakınca Devlet Bahçeli’nin
sözlerine giydirilen Devlet aklı ceketi de bu mânâya pek
bir yakışıyor.
Siyaset* kitabının ünlü “çevirmeni”! Mümtazer Türköne
de Devlet aklının “…gerçekte ‘devlet aklını’ değil,
devlete ait bir ‘neden’i veya ‘gerekçe’yi” ifade ettiğini,
“Devletin kendi ihtiyaçlarına, gözettiği âlî menfaatlere uygun bir
şekilde, karışık konularda rutinin dışına çıkan” kararları
vurguladığını belirtiyor. Devlet aklı ona göre,
“Türkiye’yi yöneten siyasetçilere indirgenemeyecek bir [akıl”,
“tarihî tecrübenin eseri [olan akıl] ya da “Devletin varoluş
şartlarını belirleyen böyle bir konuda tasarrufu münferit bir
[akıldır.]” Nitekim, Türköne, “…devlet yönetmenin… aklı da içine
alan ‘hikmet’ dolu bir iş olduğunu[n]” altını çizer: “Bu deyimde,
biraz da sıradan insanları dışarda bırakan ‘havass’a yani devlet
işine aklı eren ricale ait bir alandan bahsedildiği" notunu da
ekler. Devlet işlerinin kahvehane dedikodularına konu edilmesi, her
önüne gelenin fikir beyan etmesi durumu da ‘devletin ayağa düşmesi’
olarak yorumlanır. Şeksiz, şüphesiz yerinde bir tanım.
Doğru ya da haklı demedim, Devlet aklı
denilen garâbeti içeriden, bihakkın izah eden bir tanımdır dedim;
“…sokaktaki vatandaş[ın] devleti yönetenlerin sahip olduğu
bilgilere sahip [olmadığını], üstelik bunları bir araya getirip
sebeplerle sonuçlar arasında ilişki kurup doğru olanı belirleme
yeteneğinden de mahrum [olduğunu] Bu yüzden ‘halkın ne düşündüğü’
değil, hikmet-i hükûmete göre ne düşünmesi gerektiği[nin] önemli
[olduğunu]. [Halkın] [n]e düşünmesi gerektiğine de devleti
yönetenler[in] karar ver[eceğini]” muştulayan bir düşüncenin, haklı
olduğunu söyleyecek kadar bunamadım daha.
Devlet aklı kavramının içeriden bir tanımı olarak
bakıldığında Türköne’nin açıklamaları gayet önemlidir. Devlet
aklı olarak günümüz diline sadeleştirdiğimiz hikmet-i
hükûmeti tüm çıplaklığı ile anlatabildiğini düşünüyorum.
Türköne bu şekilde tanımladığı Devlet aklı kavramını,
Bahçeli’nin Kürt sorunu ile ilgili açıklamalarına aplike eder. Öyle
ki, Türköne sanki bizden, esbâbımûcibesini anlamasak, nedenini
niçinini bilmesek de Bahçeli’nin, zat-ı âlîlerine hissikalbelvukû
âşikâr oluveren açıklamalarındaki latent hikmeti görmemizi, bu
sözlerin ardındaki kerâmete ermemizi ister gibidir.
Kürt sorununun çözümü gibi Devlet’in (“D” mutlaka ama
mutlaka kapital olmalı) önemli işlerinin kahvehane dedikodularına
konu edilmesini, her önüne gelenin fikir beyan ederek Devlet’in
ayağa düşmesini isteyecek değiliz ya! Ne şüphe! Kürt sorunu
çözülecekse bu hak, bu öncelik elbette ki sıradan insanları dışarda
bırakan, havassa yani devlet işine aklı eren ricale, daha açık
söylemek gerekirse Cumhur İttifakı’nın akıldânelerine ama en çok da
onların en akıllısına mahsus olmalıdır. Bir başka değişle, Devlet
aklı, olsa olsa, bizzat, Bay Devlet’in aklı olmalıdır -ki zaten
ancak Bay Devlet’e mündemiç ve Bay Devlet’le mücessemdir. Elbette
Kürt sorununun çözümünde halkın ne düşündüğü değil, hikmet-i
hükûmete göre ne düşünmesi gerektiği önemlidir. Halk kim,
toplum kim ya! Bir avuç ayak takımı, maraba işte. Halk dediğin
mob’dur, mob! Halkın ne düşünmesi gerektiğine de devleti yönetenler
karar vereceklerdir; vermelidirler.
Mümtazer Türköne’nin dilinde, kaleminde Kürt sorununa teğellenen
Devlet aklı söylemi, Kürt sorununu toplumdan dışlayarak
onu devlete ait bir nedene ve/ya gerekçeye tahvil eder; Kürt
sorununun çözümünde toplumu nesneleştirmenin ideolojik örtüsü
haline getirilir. Tarihî tecrübenin eserine dönüştürülerek
kadim bilgeliğin modern izdüşümü olarak tanımlanır; “Türk
devlet geleneğinin” DNA’sına nakşedilerek mistifiye edilir; “devlet
işine aklı eren ricalin” omuzlarına hasredilerek genelde Cumhur
İttifakı’na özelde Devlet Bahçeli’ye tevdi edilir.
Akıldan, rasyonelden itelenir, hikmetin
“Türkiye’nin (âlemin) toplum (insanlar) tarafından anlaşılamayan
gizli amacı ve akılla elde edilemeyen kalbî ilmin tezahürü ve
eşyânın hakîkati olarak tanımlanarak bir mukaddes vazifeye
dönüştürülür. Kürt sorununun çözümü artık değil çoğulluğun,
çoğunluğun bile çözebileceği bir sorun değildir; Mümtazer Türköne
Kürt sorununa konbinlenmiş Devlet aklını, Devlet
Bahçeli’ye siparişlenmiş bir haute couture politik tasarım
haline getirir. Türköne ister ki, ona mahsus konbinlediği özel
sipariş, el dikişi Devlet aklı libasını giyer giymez
Devlet Bahçeli, Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel, Frank, alayı birden
Türkiye’de Devlet Bahçeli’yi “silkmeye” kalkışıp Kürt sorununu onun
elinden almaya çalışsalar da başaramasınlar. Anadolu çocuğu Devlet
Bahçeli Hans’a bir tokat, Sam’a bir tekme, öbürüne bir kafa vurup
Kürt sorununu tığteber şâh-ı merdan, tek başına çözsün. “Çözsün”
dediysek, işte, Anayasayı değiştirsin, Erdoğan’a yeniden adaylık
yolunu açsın, Cumhur İttifakı ilelebet payidar kalsın. Gökten iki
elma düşsün, biri Erdoğan’ın, diğeri kendi başına olsun. Onlar
ersin muradına biz çıkalım kerevetine.
Keyifli günler…
*Benim kütüphanemde Lotus yayınlarının 2008
baskısı var.