Trajikomik GKÇP darbe girişimi (1991) neticesinde 15 yeni devlet ile SSCB’nin yerini almaya heveslenen Türkiye, “Türk yüzyılı” ilan etti ve “Adriyatik’ten Çin Seddi'ne kadar Türk Dünyası”ndan bahsetmeye başladı. Dört tane Türki Cumhuriyet (artı Tataristan da o zaman az kaldı bağımsız olacaktı) ile ilişki ve işbirliği patlak verdi.
Bir sene sonra Ankara’da kurulan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nı, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, Dünya Türk Halkları Kurulu, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı vs.’ler takip etti. Ortak tarihe ve karşılıklı çekime dayanan geniş ve homojen bir Türk Birliği söz konusuydu. Doğal olarak (ve Yusuf Akçura uyarınca) o birlikteki liderlik Türkiye’nin olacaktı.
Her büyük girişimin maddi ve manevi tarafları vardır. “Türk Birliği” projesinin manevi tarafı tamam, maddi tarafı zayıftı. O dönemi bırakın, şimdi de Türkiye’den Orta Asya’ya gelen yatırımlarda KOBİ’ler öncülük yapıyor. Dolayısıyla nispeten gelişmiş ve çağdaş Türkiye, bölge politikasında model ve “iyi örnek” imajıyla Türki Cumhuriyetlere çekiciliğini ortaya koyacaktı. Bu yüzden Orta Asyalı liderlere Türkiye’nin elde ettiği başarı sergilenir, gurur kaynağı nitelikli tesisler gezdirilirdi, isterseniz size de yaparız, denirdi. Gezdirilen yerler arasında zamanın ilk ve tek AVM’si Bakırköy’deki Galleria da vardı.
Bilindiği gibi her türlü ittifak, egemenlikten az çok taviz vermeyi gerektirir. Liderler Galleria'yı gezmiş, hayranlığını ifade etmiş ama egemenlikten taviz vermemişti. Orta Asya Cumhuriyetlerinde mutlak iktidara yeni erişen eski komünist memurlar, ne egemenlik paylaşmayı ne de Rusya’nın yerine yeni “ağabey”i istememişti.
Doksanlı yılların sonuna doğru, bölgede enerji hatları diye yeni gündem oluşmakla birlikte Türkiye ile ilişkiler ivme kazanmıştı. Rusya’yı bypass edeceği planlanan NABUCCO adlı ilk girişim başarısız kalsa da, Bakü-Tiflis-Ceyhan ve TANAP tam gaz gidiyor, diğerleri sıra bekliyordu.
Günümüzde ise Türkiye’nin bölgeye etkisi ülkeden ülkeye değişir. En sıcak ilişki, en yakın ekonomik işbirliği doğal gaz zengini Türkmenistan ile kurulmuştur. Azerbaycan için ortaya atılan “İki devlet, bir millet” sloganı sessizce Türkmenistan’a da uygulanır. Bir farkla: bu sloganın “millet” kastı, Selçuklu Oğuz Türkleridir. Ne var ki Aşkabat’ın milli doktrini olan “Türkmen merkeziyetçiliği” buna ters geliyor. Türkmenistan’ı içinden bilen uzmanlar, bulunduğumuz dönemde ülke elitinin, “muhafazakar” ve “liberal” diye ikiye ayrıldığını bildiriyor. Birinci kesim isminden geldiği gibi değişimlere yan bakarken ikincisi Batılı ülkelerle, şirketlerle Türkiye’nin gayriresmî aracılığıyla değil, doğrudan ilişki yürütmekten yana. Aradaki sürtüşme devam ediyor.
Özbekistan ile ilişkiler ta 90’lı yılların başında bozulmaya başladı. Bahanesi, Türkiye’nin Özbek muhalif güçlerine verdiği destek iddiası idi. O zamandan beri Taşkent çoğu “Türklük” nitelikli örgütlerden ayrıldı, Türkiye’de okuyan öğrencilerini geri çağırdı, Türk (daha doğrusu Fethullahçı) okullarını kapattı, arada sırada Özbekistan’da çalışan Türk şirketlerine kısıtlama getirdi. Lafı gelince Rus şirketleri de benzer yaptırımlara maruz kalıyor. Kısacası ikili ilişkilerde arada sırada bahar başlasa da, yerini kış olmasa da sonbahar alıyor. Orta Asya başkentlerinden, “dış ağabeylik”ten en çok çekinen Taşkent, bölgesel liderliğe talip çıkıyor.
Avrasya Birliği'ne katılmaktan pek memnun görünmeyen Kırgızistan, Türkiye ile her alanda ilişki güçlendirmeye çalışsa da Çin’in kucağına oturmuş durumda. Ankara’nın, Bişkek adına uluslararası örgütlere üyelik aidatlarını ödemesine rağmen.
Gelişmiş ekonomiye sahip Kazakistan ile işbirliği istikrarlı bir şekilde gelişiyor. Birçok bölge uzmanına göre Türk Birliği fikrine yanaşan Astana, o alanda Ankara ile “eş liderlik” konusunda anlaşmaya varmak üzereymiş. Her halde Türkiye de, Kazakistan’ın desteği olmadan Orta Asya’da pek etkili olamayacağını kabul etmiş.
İran dilli Tacikistan ile ilişkiler ise Türki devletlere göre nispeten zayıf. Tacikistan’daki iç durum ve Afganistan ile komşu olması da, geniş çaplı yatırımlara pek elverişli sayılmaz.
Bu arada Türkiye güçlenince ve Rusya’nın Orta Asya’daki konumu zayıflayınca 2006’da 10'uncu Türk Kurultayı'nda Recep Tayyip Erdoğan, Türk Birliği fikrini tazelemişti. Nazarbayev de ona katılarak “Halklarımız arasında karşılıklı anlayış ve güven duygusu oluştu. Dostluk, etkili bir işbirliğinin en güvenilir garantisidir. Bu durum bizi umutlandırıyor.” dediyse de proje kolay kolay gerçekleşmez gibi.
Bunun “maddi” olarak tabir edebileceğimiz nedeni çok. Orta Asya’daki ülkeler arasında kavga ve kargaşa bitmek bilmiyor. Türkiye’nin proje maliyetini karşılayabilmesine inanmak hâlâ zor. Yerli elitler durumundan çok memnun ve değişim perspektifine şüpheyle bakıyor. Bütün pürüzlere rağmen Türkiye açısından önemi artan Rusya ise bölgedeki çıkarlarını korumaya devam edecek. Etkisini gün geçtikçe artıran Çin de öyle.
Nihayet, kim ne derse desin “Türk Birliği” tezi büyük ölçüde romantizme dayanır. Aynı cinsten Panslavizm, Pangermaniz, Panmoğolizm, Panislamizm’i görmüştük. Onların da manevi çatısı tamam, maddi temeli zayıf idi. Reel politik romantizme yer bırakmıyor.
Ankara’nın bunları görmemesi mümkün değil. Türkiye’nin dış paradigmasının da Selçuklu mirasına değil, Osmanlı mirasına yönelik olması apaçık. Ama Orta Asya’da sözü geçen Türkiye, Rusya, Çin ve Batı karşısında daha dik durabilecek.
Çarşamba günü: Orta Asya nereden nereye? (4) ABD bölgede 'zeki maymun' mu?