Orta Asya'dan bahsederken Batı ile kastımız Amerika Birleşik Devletleri, zira Avrupa Birliği siyasi anlamda bölgede yok gibi.
Şimdi size iki resim çizelim.
Birincisi. Yıl 1992. Rus asıllı “Özbek” subayın komutasında bir müfreze kadar Özbek er Taşkent sokaklarından geçerken subay, “van tu, fri, van tu fri...” diye komut veriyor.
İkincisi. Yıl 2013. ABD Dışişleri bakanı John Kerry kürsüden “Kyrzakhstan” ülkesinde yürütülen demoktatik reformları övüyor.
Evet, en baştan yeni bağımsız devletler Batı’yı Mesih gibi beklerken karşı taraf temkinli ve didaktik yaklaşım gösterdi, Orta Asya’ya daha çok insan hakları ve demokrasiyi benimsetmeye çalıştı. Öte yandan çeyrek asır zarfında tek bir Amerikan Başkanı’nın bölgeye ziyarette bulunmadığını belirtelim.
Ne de olsa ABD’nin Orta Asya politikası Dışişleri Bakanlığınca 1997’de hazırlanan raporda belirlenmiştir. Rapor, Amerika'nın küresel enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine ilgi duyduğunu, bölgede ekonomik çıkarlarının yanı sıra “Batı dünyasının güvenliği ile alakalı” stratejik amaçların peşinde olduğunu belirtiyordu.
Neticede ABD’nin Orta Asya devletlerine yönelik politikası üç aşamadan geçti. 90’lı yıllarda SSCB’den bölgeye miras kalan kitle imha silahlarını kontrol altına almak, yeni devletlerin bağımsızlığını “Rusya’ya karşı korumak” ve Amerika'nın ihtiyaç duymadığı ama Rusya’yı by-pass eden boru hatlarını çektirmek. 11 Eylül 2011’den sonra Afganistan operasyonunda Orta Asya’ya ikmal ve aktarma istasyonu rolü verildi, bölgede askeri üsler bile kuran Washington’un yaklaşımı buna göre ayarlandı. Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilmesiyle beraber bölgenin önemi azalmaya başladı, ABD Rusya ve Çin’e sadece burada varlığını göstermek, “burası ileride bana belki lazım olacak” tarzında davranmakla yetiniyor.
Bunun sebebi, Irak ile Suriye’deki DEAŞ, Ukrayna, Libya ve Yemen (ufak ama petrolcü Suudilere yakın ya!) krizlerinin, Pasifik’te Çin’i alıkoyma zorunluğu gibi işlerin Amerika açısından çok daha büyük önem taşıyor olması. Üstelik Batı’nın, uzak hinterland derinliğinde bulunan, sürekli kargaşa üreten, İslamcıların hedef aldığı Orta Asya enerji kaynaklarına erişimi beklendiğinden çok zor olmuş. Batı, "Bu dünyada despot ama istikrarlı Suudi Arabistan petrol pompalarken Rusya ve Çin’in talep ettiği topraklarda ne işim var? Rusya’nın kontrolü dışındaki boru hatlarını çektirmeye yardımda bulunayım, geri kalanı beni ilgilendirmez, diyor olmalı.
Zbigniew Brzezinski’nin “Avrasya’nın merkezini yöneten ve geliştiren dünyaya hakim olacaktır” tezi güncelliğini kaybetti mi?
Ne de olsa 2015’te John Kerry Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ı kapsayan büyük bir seyahate çıktı. Amacı, Amerika'nın bölgeye ilgisini yitirmediğini, daima “yerlilerin” yanında kaldığını, onlara Rusya ve Çin’e karşı müttefik olduğunu göstermekti. “Kyrzakhstan”ları artık kendi gözüyle görmüş bakan, beş mevkidaşı ile “Partnerlik ve İşbirliği Ortak Deklarasyonu”nu imzaladı. Uzun dokümanın muhteviyatı tek cümle ile izah edilir: “İşbu Deklarasyonu imzalayan taraflar, her iyiliği destekler ve her kötülüğe karşı çıkar”. (Bitti-i-i!)
Amerikan eurasianet.org sitesinin konuştuğu uzmanlar, Donald Trump döneminde Beyaz Saray’ın Orta Asya politikasını şimdiden kestiremediğini vurguladı. Mesela Milli Savunma Üniversitesi Orta Asya uzmanlarından Roger Kangas, “Pentagon ve diğer devlet kuruluşlarının departmanlarında kontenjan boşluğu var. Orta Asya hiç dikkate alınmıyor. Agresif aşırıcılığa karşı bir-iki önlem hariç bölge durumu ciddi olarak hiç değerlendirilmemiştir”, demiş.
Bu arada Amerika’nın çekilmesi bir “zeki maymun” numarası olabilir, diyen yorumcular var. Şöyle ki ABD’nin yokluğunda Çin ve Rusya, Orta Asya’da birbirine girsin, birbirini harcasın. Tıpkı kaplanla ejderhanın dövüşünü tepeden izleyen maymunun, tepeden inip tükenmiş galibin üstesinden gelmesi gibi. Bu da mümkün.
SONUÇ
Bölgenin geleceğine iç dinamiklerden ziyade dış etkilerin şekil vereceği malum.
İç dinamik kaynaklarının oluşmadığını kabul etmemiz gerek. Bunun başlıca sebebi “milli tez”in henüz belirlenemeyişidir. Olası seçeneklere bir göz atsak karşımıza çıkan tablo şöyle olur:
- Batı usulü tüketim toplumu kurma işi sivil toplum ve güçlü ekonomiyi icap eder. İkisi de yok ve yakında olmayacak
- Ağabeylik “kokan” Türklük, Arilik ve benzeri tezler, gerektiğinde çeşitli etkilere tepki olarak değerlendiriliyor, kalıcı olamayacak
- Halk arasında taraftarları mevcut olsa da İslamcılık yerli elitlerce kabul edilemez. Ancak dışarıdan (büyük ihtimal Afganistan tarafından) empoze edilebilir
- Çoğu ülkelerde itibari millet (titular nation) nüfusun yarısını az oranda aştığından, devlet sınırları ile etnosların yayılış bölge sınırları örtüşmekten uzak olduğu için ulusçuluk veya milletçiliğe zor ulaşılır, milliyetçilik çok kan akıtır. Bu da büyük ihtimalle mevcut rejimlerin sonu olacak. Kabul edilme ihtimali az.
Neticede hepsini kapsayan, hazmedilmesi zor siyasi bir kokteyl ortaya çıkmış. Ne var ki yukarıdaki tezlerden biri herhalde er geç ağırlık kazanacak. Ama gözle görünen mesafede Çin’in sürekli artan ekonomik ve politik nüfuzu ile Rusya’nın bölgesel örgütler vasıtasıyla “geri dönüş” çabalarının Orta Asya’da gelişmelere yön vereceğini tahmin edebiliriz.