Orta direğin kırılan ‘umudu’
Ortadirek Şaban'da, Neşeli Günler’de, Bizimkiler’de hatta Kaynanalar’da bunu izlemiştik. Mizah dergilerinde bunları okurduk. Orta direk mutluluk demekti, zenginlik ise kibir, dert, vesvese. Özal’ın seçim kazandıran bu icadı toplumun dayanağı olmuştu. Orta direk olmak, onur verici bir şeydi.
Utku Can Akyol
Henüz kasım ayını yarılamamışken gelen intihar haberleriyle ilgili, Levent Üzümcü’nün dikkatimi çeken tweet'i.
Bir baba, yaşadığı maddi zorluklar sebebiyle ailesini ve kendini yok etmeyi seçiyor. Fatih’teki diğer intiharlar ise sanki ortak bir karara benziyor. Öyle ki kapıya bir uyarı yazısı dahi asılmış. Arkalarından, “onurlu insanlardı” deniyor. Ardından bir öğretmen, yaşadığı ‘mobbing’e artık dayanamadığını belirtiyor. Ardından bir doktor, üç ay içinde intihar eden üçüncü doktor...
'Orta direk' - isim, mecaz toplumun memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi gibi dar ve sabit gelirli kişilerden oluşan kesimi.
“Ne olacak? Ben de yaparım. Göreceksin, antrenör de görecek. Engellide dünya rekoru kırmazsam bana da Ortadirek Şaban demesinler. Biz her gün kasaptan, manavdan kaçarken böyle binlerce rekor kırıyoruz. Hah! Orta direğiz!” Ortadirek Şaban, 1984.
Filmde kıt kanaat bir yaşam süren Şaban, mahalleden Bahar’a âşık olunca basketbol şampiyonu bir sporcuyla rekabete girecek, bu hızlı rekabete Arap Şeyhi Adnan Bıçakçı ve adamlarının girmesiyle birlikte olaylar son derece komik ve absürd bir hale gelecektir.
Neşeli Günler’de, Bizimkiler’de hatta Kaynanalar’da bunu izlemiştik. Mizah dergilerinde bunları okurduk. Hatta, ‘sigortalı bir işe girmek’ konusuyla ilgili espriler yapıldığını hatırlıyorum.
Orta direk mutluluk demekti, zenginlik ise kibir, dert, vesvese. Özal’ın seçim kazandıran bu icadı toplumun dayanağı olmuştu. Orta direk olmak, onur verici bir şeydi.
Gerçekten de orta direğin en büyük zenginliği ‘umuduydu’. Hiçbir şey harika olmamıştı fakat bir gün, her şey harika olabilirdi; en azından bir süreliğine? Zaten, mutlu olmak için her şey harika olmak zorunda da değildi? Ay sonu ödenebilecek miktarda bir borcumuz, hayalimizin ucunda erteleyebileceğimiz bazı heveslerimiz vardı. Gülüyorduk, adaletsizliklere karşı güldükçe güçlüydük. Yani direnebilirdik, bir direncimiz vardı.
Ve yine biz küçükken gazetede iş ilanları vardı, böyle LinkedInler falan yoktu. Bir iş sahibi olmak için, bir mesleğimiz olması yeterliydi. Yüzlerce sertifikaya, hobiye ve olağanüstü başarılara ihtiyacımız da yoktu. Şimdilerde herkes yüksek lisans yapıyor. Bir de ‘sevdiğin mesleği yapmak’ diye bir şey vardı?
Artık Türkiye’de para kazanmak için bir meslek sahibi olmak yetmiyor. Binali Yıldırım bakanken bunun ipuçlarını vermişti “ara eleman üretiyorduk”, herhangi bir uzmanlığımız olmayacaktı. Çiftçi, manav, işportacı ya da en azından ‘masum köylü’ydük. Şimdi öğretmenler, avukatlar, doktorlar ya da daha dar gelirliler; esnaflar, işsizler, yani vatandaşlar; intihar ediyoruz.
İşverene sesimizi çıkartamıyoruz, ucu bir yerlere dokunmasın diye yazamıyor, çizemiyoruz. Küçük bir kız çocuğu apaçık öldürülüyor, haberini yapmaya gidince gözaltına alınıyoruz.
Hoşça vakit geçirecek bir futbolumuz bile kalmadı. Programlarda kulüplerin borçlarından konuşulur oldu. Yine, keşke sorun yalnızca ekonomi olsaydı. Belki o zaman; eğitim, adalet, ifade özgürlüğü gibi konularda bazı 'kalitelerimiz' olurdu. Türkiye’de artık bir ‘toplumsal sözleşme’ kalmadığı kanaatindeyim ki, artık kimseye derdimizi anlatacak gücümüz yok. Bir sorun varsa, bu sorunla ilgili konuşmamayı, tartışmamayı ve nihayetinde uzlaşmamayı seçiyoruz. Bu harikulade politikayı takdir etmek gerekir ki neticede, 'sınıf' gibi bir derdimiz de kalmadı. Sınıflı toplum yapısını teori ve pratikle uğraşmadan ortadan kaldırmış bulunduk, çünkü artık sadece ‘onlar’ var.
Sanırım artık umut verici tabloyu değil, salt olarak umudu arıyoruz. Zaten, orta direk diye bir şey de kalmadı.