Çin’in Orta Doğu’da Amerikan düzenine nanik yaparcasına İran ve Suudi Arabistan’ı barıştırmasının yansımaları sürüyor. Özellikte Suriye yeniden bir rekabet alanına dönüşüyor. Bu sefer yıkım değil yapım ekipleriyle!
- Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın 12 Nisan'da Cidde'ye yaptığı ziyaretin ardından Suudi mevkidaşı Faysal bin Ferhan 18 Nisan’da Şam’da ağırlandı.
- İran 26-27 Nisan’da kalabalık bir heyetle Şam’a çıkarma yaptı.
- İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan 27-28 Nisan’da Beyrut’ta kritik temaslarda bulundu.
- Çin’in Orta Doğu özel elçisi Zhai Jun 29 Nisan’da Şam’da Suriye lideri Beşşar el Esad’la bir araya gelip Araplarla normalleşme sürecine desteği iletti.
- 14 Nisan’da Cidde’de görüşen Arap dışişleri bakanları, 19 Mayıs’ta Riyad’daki zirveden önce bugün Amman’da bir kez daha kafa kafaya vererek Suriye’yi Arap Birliği’ne döndürecek virajı alıp alamayacaklarına bakacak. Görüşmelere Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin yanı sıra Ürdün, Mısır ve Irak dışişleri bakanları katılıyor. Suriye Dışişleri Bakanı’nın da katılması bekleniyor. 14 Nisan’daki toplantıdan sonra Wall Street Journal Fas, Kuveyt, Katar, Yemen ve Mısır’ın Suriye’nin dönüşüne itiraz ettiğini aktarmıştı. Katar dışındaki itiraz cephesi daha ziyade sarı ışıkta duruyor.
- İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi iki günlük ziyaret için 3 Mayıs’ta Şam’a uçuyor.
Birbiriyle etkileşimi olan bir trafik.
Beri tarafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 10 Mayıs’a kadar Moskova’da dörtlü buluşma olur mu diye Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’dan telefon bekliyor. Günlerdir Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın dörtlü buluşma için bize adeta papatya falı baktırıyor. Reisi’nin Esad’la müzakereleri muhtemelen Moskova’da Dışişleri Bakanları’nın buluşma tarihini de belirleyecek.
***
Bir taraftan İran ile Suudi Arabistan’ın yürüttüğü eş zamanlı temasların bölgesel rekabeti nasıl şekillendireceği merak ediliyor. Diğer taraftan İran’ın dahil olduğu Moskova masası ile Suudi Arabistan’ın inisiyatif aldığı Arap koridoru Şam’la normalleşme konusundaki paralel süreçleri kızıştırıyor.
İran’ın Suudilerle uzlaşma karşılığında Orta Doğu’da Suudi-Amerikan nüfuz hatları üzerindeki bozucu etkisinden vazgeçeceği beklentisi üzerine çok mürekkep tüketildi. Fakat olup bitenler bundan farklı. İran gerilimlerden ötede kendini yeniden konumlandırıyor. Çekilme değil güncelleme. Suudilerin yaptığı da bundan farksız. Yelkenleri sert rüzgârla değil ılıman havayla şişirerek sakince yol almanın imkan ve sınırları test ediliyor.
Suudi Arabistan ise Suriye’yi Arap Birliği’ne döndürmeye yönelik tartışmaların gölgesinde Şam üzerinde etkili olabilecekleri koşulları oluşturmaya çalışıyor. Esad’a boş bir çek yazmıyor. Esad’ın İran’a kapıyı göstermeyeceğini ya da Lübnan’dan uzak durmayacağını da biliyor. İslam Ordusu ve Şam’ın Fethi gibi vekil güçlerle dişleri sökülemeyen Suriye’nin diplomatik ve insani angajmanla yoğrulmasıdır mesele.
Riyad-Şam diyaloğunun içinin nasıl dolacağı ya da siyasi çözüm süreçlerini ne yönde etkileyeceği önemli. Türkiye, İran ve Rusya Astana platformunda bir araya gelirken Suudiler de daha çok Amerikan oyununa kaymıştı. Özellikle Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) oluşumu sırasında işin Arap ayağında Amerikalıların işlerini kolaylaştıran aktör Suudilerdi. Suudiler meseleyi bayraklaştırmadan SDG’nin Suriye ordusuna transfer edilmesi yönündeki çözüm çabalarına dahil olabilir. Hatta El Ahbar’da yer alan bir iddiaya göre Suudiler, SDG’nin Suriye ordusuna beşinci kolordu olarak eklenmesi önerisini gündeme getirip kabul edilmesi halinde bunların maaşlarını ödeme teklifinde bulundu. Tabii iddiayı henüz teyit eden çıkmadı. Fakat geçmişte Suudilerin Deyr el Zor ve Rakka’daki Arapları SDG’ye katılmaya ikna eden çabaları dikkate alındığında bu yaklaşım çok mantıksız gelmiyor. Ayrıca bu teklif Şam’la normalleşmeye karşı çıkan ABD’nin de sinirlerini yatıştırabilir. Türkiye’nin zinhar onaylamadığı bir seçenek. İran da karşı çıkabilir. Bunu Amerikan etkisinin Suriye ordusuna sızması ve direniş hattının sulandırılması olarak görebilirler. O yüzden Moskova masası ile Arap masasının çakışma ve çatışma noktaları ayrı ayrı ele alınmalı.
***
İranlılar, Pekin uzlaşmasını “şer cephesinin yenilgiye uğraması” ve “Abraham Anlaşmaları’nın ölümü” olarak yorumluyor. Kısmen haklılık payı olsa da likörle köpürtülmüş bir tespit!
İran, Şam’daki statükoyu istikrara kavuşturacak bir Arap kucaklaşmasına değer atfederken bunun Irak-Suriye-Lübnan-Filistin bağlantılı ‘direniş ekseni’ni geriletecek bir açı kazanmasını istemiyor. Bir yandan Körfez’in Suriye’ye olası yardımlarının bir eksen kaymasına neden olmaması için Şam’la koordinasyonu artırıyor diğer yandan türbülans yılları boyunca yaptığı katkıların semeresini toplamaya çalışıyor. 26 Nisan’da İmar Bakanı Mehrdad Bazarbaş başkanlığında İran heyetini kabul eden Suriye lideri Beşşar el Esad ekonomik ortaklığın siyasi ilişkilerin gerisinde kaldığını belirtip bunun değişeceği sözünü verdi. İki ülke arasında oluşturulan sekiz farklı ihtisas komitesi petrol, gaz, elektrik, demiryolları, denizcilik, bankacılık, turizm ve konut gibi alanlarda ortak projeler üzerinde çalışıyor. Bazı mutabakatlar imzalandı. İran medyası ziyareti şimdiye kadar Şam’a yapılan en büyük ekonomik çıkarma olarak niteliyor. Reisi, 2010’dan bu yana cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk ziyareti gerçekleştirdiğinde bu çalışmalar taçlandırılmış olacak. Yani Suudiler Şam’la köprüleri kuruyor diye İranlılar bir yere gitmiyor. Üzerinde ikili bir baskı oluşsa da Esad da bu durumdan memnun. Düne kadar İran’ı Rusya ile Rusya’yı İran’la dengeliyordu. Şimdi hem İran’ı hem Rusya’yı dengeleyebileceği bir Arap penceresi açılıyor. Bu pencere aynı zamanda Türkiye ile normalleşme görüşmelerinde Esad’ın elini güçlendiriyor.
***
Suud-İran yakınlaşmasının Suriye dışında boyutları da var ama bu yazının boyutunu aşıyor. Sadece Suriye dosyasından ayrı tutulamadığı için kısaca Lübnan’a değineyim. Riyad’ın İran’la başlayıp Şam’la devam eden diyalogunun üçüncü halkasında Beyrut var. El Ahbar’a göre Suudiler bir Avrupa ülkesi üzerinden Hizbullah’la temasa geçecek. Lübnan siyasetinin kilit taşı haline gelen Hizbullah’la bu tür bir diyaloğun üzerinden yıllar geçti. 4 Ocak 2007’de Ürdün Kralı Abdullah, Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’la Amman’da görüştüğünde Suudiler adına mesaj ilettiği öne sürülmüştü. Hizbullah sadece Suriye savaşına dahil olduğu için değil Yemen’de Husilere destek çıkarak da Suudileri kızdırmıştı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, 2017’de Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi ayağına çağırmış, Hizbullah’la koalisyonu bitirmesini istemiş, onu otel odasına kapatıp zorla istifa açıklaması yaptırmıştı. Hariri, Fransa’nın devreye girmesiyle ülkesine dönebilmişti.
İran-Suriye ve Suud-Amerikan-Fransız eksenleri arasındaki çekişme zaten çetrefilli dengeler üzerinde yalpalamakta olan Lübnan siyasetini iyice kördüğüm yaptı. Aylardır yeni cumhurbaşkanı belirlenemiyor. Şimdi Lübnan’ın da Tahran-Riyad yumuşamasından nasipleneceği düşünülüyor. Abdullahiyan’ın Lübnan’da bazı siyasi liderlerin yanı sıra Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’la görüşmesinin sonuçları merakla bekleniyor.
İster Tahran-Riyad, ister Şam-Riyad ister Ankara-Şam ya da Ankara-Riyad arasında olsun normalleşme eğilimleri farklı eksenler ya da aktörler arasındaki husumet veya rekabeti silip süpürmüyor. Sadece enstrümanların yerleri ya da önem sıraları değişiyor.