Ortaçağ'da kahkahanın ve karnavalın tarihi
Tufan Erbarıştıran'ın 'Ortaçağ'da Kahkaha Ve Karnaval’ kitabı dönemin günlük yaşam, din ve saray baskısı, gülmenin günah ve ayıp sayılması ve karnavalın ortaya çıkışı üzerine bir çalışma
Deniz Mahabad
Tufan Erbarıştıran, son yıllarda kitap eleştri ve çözümlemeleriyle Türkçe edebiyatına önemli katkılar sunuyor. Okuma deneyiminin yansımalarını yazmış olduğu araştırma kitaplarından ilgiyle izliyorum. Daha çok metinler arası ilişki kuran okuma anlayışıyla, türler arası keskin sınırları çok sesli boyutlara taşıma bilinciyle, sabit bir zaman diliminde kalmaktan sakınmanın titizliğiyle söz konusu araştırma ve incelemelerini hikâyeleştirerek okuyucuyu farklı vahalara yönlendirir. Bu minvalde Erbarıştıran’ın okuma serüveni, okuyucunun zihnini farklı eşiklerden geçirmesine imkân sağlıyor. Erbarıştıran’ın yayımlanan yeni kitabı 'Ortaçağ'da Kahkaha Ve Karnaval’ Erbarıştıran’ın tükenmez merak ve arayışları, araştırmacı kişiliği kitabın girişinde okuyucuyu, edebiyat sevdalılarını sarıp sarmalıyor.
KOMİK NEDİR VE İNSANLAR NEYE GÜLER?
‘Kahkaha ve Karnaval’ kitabı derin bir kaynakçasıyla, Bergson’unun ‘Gülme - Komiğin Anlamı- Üstüne Deneme’ adlı eserini hatırlatıyor. Komik nedir ve insanlar neye güler sorusu üzerine inşa oluyor; komik olandan ortaya çıkan gülüncün anlamı ve bir toplumun güldüğü zaman niyetinin ne olduğuna dair kapsamlı bir çalışmayı sunuyor. Konuyu detaylıca inceleyen Bergson gülme olgusuna hem felsefi bir temelde hem de gülmeyi toplumsal ve sosyolojik olarak temellendiren ilk kişilerden olduğu imlense de, gülmenin ve kahkahanın herhangi bir zamanla sınırlanmayacak kadar geniş zamanlı bir konunun, insanın yaşam biçimi, inançları, kültürel özellikleri, gülme olgusuna karşı farklı yaklaşımlar içerdiği gerçeğini görüyoruz.
Günümüzle sınırlı olmayan bu farklılık bin yıllardır süregelen bir durum. Zaman zaman mutluluğun, hazzın bir ifadesi olsa da bazen sıkıntı anında, bazen küçümseme, kimi zaman ise eleştiri ve saldırganlık ifadesi olarak insanın yüzünde anlam kazanır. Böylece belirtmek gerekir ki gülmeyi teorik olarak ele almak, hakkında araştırma yapmak, gülmeye ilişkin olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmak kolay değildir. Ortaçağ’da günlük yaşam, o dönemdeki din ve saray baskısı, gülmenin neden günah ve ayıp sayıldığı, karnavalın ortaya çıkışı ve etkisi üzerine incelikli bir çalışma. “Kahkaha, iki insan arasındaki en yakın mesafedir’’ sözünden (Victor Hugo) hareketle yola çıkan Tufan Erbarıştıran, bizleri de bu yolculuğa çıkarırken, “Gülmek, insanın bir yazgısıdır” diyor ve karnaval kültürünün temelini oluşturan nedenlerin ortaya çıkışından günümüze ulaşarak gündelik hayatlarımıza ne oranda yansıdığını yalın, akıcı bir dille anlatıyor.
GÜLMENİN YASAKLANDIĞI ÇAĞ
Her türlü bağnazlığa ve baskıya direnmek için insanları günümüzde de süregelen fakat biçim değiştirmiş karnaval kültürüne ve gülmeye davet ediyor. Bu kitap, bayramlardan farklı olarak, karnavalların geçmişte kalan geleneksel değerlere değil, şimdiki zamana odaklandığına dikkat çekerek, asık yüzlü totaliter iktidar biçimlerine karşı gösterilecek çok etkili tepkilerden birinin de ortaklaşa eğlenme (karnaval) kültüründen ve gülmekten geçtiğini anlatıyor.
“İnsanlar, seçme özgürlüğü olmadan, hatta araştırmadan/ anlamadan körü körüne Hıristiyan oldular.’’ Sadece Hıristiyanlar için değil elbette birçok dinde olgu böylece gelişmiştir. İktidarların mevcut konumlarını daha güçlü kılan argüman arayışları haliyle dini sağlam bir kalkan olarak görmelerine olanak sağlamış. Elbette bu kalkanın kırılmaması için birçok yasa düzenlemesi gerçekleştirmişlerdir. Ortaçağ’da Hıristiyanlığın devlet korunmasına alınması gibi. Devlet dini olur mu? Sizi toplumlara karşı daha güçlü kılıyorsa olur tabii. Kendi yarattığından güç alan iktidarların yönetmeye çalıştıkları toplumları daha hızlı biçimlendirmeye çalışırlar. Örnek, ortaçağda gülme yasaklanıyor.
'ÇOK GÜLDÜK, SONUMUZ HAYROLSUN'
Gülmenin tarihi incelendiğinde insanların neden güldüğüne dair düşünülmüş birçok araştırma mevcut. Özellikle filozofların konuyla ilgili çeşitli kuramlar öne sürdüğünü öğreniyoruz. Bu tarz teorik yaklaşımların metinlere yansımasıyla birlikte Antik Çağ’dan itibaren üzerinde durulan gülme, insani bir davranış olarak kabul görse de, geçmiş zaman filozofları/ varsılları/ soyluları/ kralları, bunu kendilerine yönelik bir itiraz, bir isyan bir alay olarak kabul edildiğini ifade ediyor yazar. Günümüzde de aynı anlayışla hareket eden cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar mevcut. Özellikle cinsiyetçi bir yaklaşımla “kadın her yerde kahkaha atamaz” diyenler…
Ancak tuhaf olan, Aristoteles’in gülme eylemi için “belirli bir seviyede olmalıdır’’ şeklinde ifadesidir. Böylece Antik Çağ’da aşırı gülmenin olumsuzlandığı dönemin olduğunu görüyoruz. Günümüzde bile, “Çok güldük, sonumuz hayrolsun” ya da “Gülmenin sonu ağlamadır” söylemleri toplumsal bilincin, ritüellerin, korkuların, kaygıların, yasakların, suçluluk duygusun ilmik ilmik ördüğü deyimlerdir. Sokrates ise, ‘’İnsan gülmediği günü hayat defterine kaydetmemelidir’’ diyor. Eski Yunan’da Dionysos ile beraber komedi kültürünün ilk örneklerini görüyoruz. Şenlikler boyunca kadınların eğlence eşliğinde bütün yabancılaşmalardan sıyrılarak esrime ve coşkuyla doğayla bütünleşirken, her ne kadar antik çağda Dionysos’tan örnek versek de yakın tarihte sessiz sinemanın duayeni ve güldürmenin çok boyutlu mesajları ile insanlığı besleyen Charlie Chaplin’i hatırlatmakta fayda var. Erbarıştıran Ortaçağda kahkaha içeriği ile kitabı biçimlendirse de Charlie Chaplin’e yer vermesi büyük bir zenginlik olurdu diye düşünüyorum.
HİÇ GÜLMEYEN İSA
Erbarıştıran kitapta çokça söz ettiği Bakhtin: “Rönesans’ın gülme anlayışının derin bir felsefi anlamı olduğunu söyler. Dünyaya, tarih ve insana ilişkin temel hakikat biçimlerinden biridir gülme ve özel bir bakış açısıdır. Bu nedenle, Bakhtin’e göre Rönesans’ta gülme, evrensel sorular ortaya atan edebiyatta, ciddiyet kadar kabul görür.” Aslında çok basit bir eylem olan gülmenin ne kadar derin bir içeriğe sahip olduğunu görmekteyiz. Çoğumuz için sıradan bir şey. Hatta gülmenin kendisine değil, gülmeye neden olan mananın peşine düşeriz. Oysa gülme başlı başına bir olgudur. Gülmenin doğa ile bütünlük arz ettiğini kabul etmeliyiz. Bir tür özgür olma, mutlu olma, rahatlama yolu. Bireylerin ifade edilen özellikleri taşıması güç sahiplerini her zaman rahatsız etmiştir. Kitapta İsa’nın hiç gülmediğine değinilmiş ayrıca insanları da güldürmüyormuş. İnsanları güldürmeyebilir. İlginç olan hiç gülmemesi. Gülmemenin kişiyi baskılayan yanını ‘Gülün Adı’ romanındaki Keşiş Jorge’un şu sözleriyle daha iyi anlıyoruz: “Gülmek korkuyu öldürür ve korku olmadan inanç olmaz.’’
KAHKAHA VE KARNAVALIN PEŞİNE…
Karnavala ise eğlenme kültürünün bireysellikten çıktığı, örgütlü bir hal aldığı (örgütlü dediğimiz belli bir ideoloji değil- illa ki ideoloji dersek gülme ideolojisi diyelim) belli bir zaman diliminde yerleşme alanın yaşayan ya da çevre yerleşmelerden insanların katıldığı eğlence ortamı. Ama içten içe iktidarları rahatsız eden bir eğlence ortamı der Erbarıştıran. Ortaçağ’ın kendine özgü tüm yapısına doğrudan bir karşı çıkma. Tüm baskılara eğlenme ile karşı çıkma hali. Karnavallar, hiç sorgulanmamış olan ve akıl arasındaki perdeyi aralar, hiç düşünülmemişi düşünülür kılar ve kişiye daha önce fırsat bulamadığı yeni bir deneyim olanağı sunar, diyor Tufan Erbarıştıran. Ortaçağ Avrupa’sında baskıdan kurtulma yolu. Kısa süreli karnavallar zamanla kalıcı kahkahaları miras olarak bıraktı elbette.
Erbarıştıran, önemli bir konuyu kaleme almış. Herkesin rahatlıkla gülebildiği bir dünyaya özlem duyuyoruz. Ortadoğu toplumlarının gülmeye, hem de özgürce gülemeye çok ihtiyacı var. Özellikle pandemi/ ekonomik sorunlar/ savaş/ afetlerin (ki olmaması gereken iktidarlar da afettir) yoğun yaşandığı son yıllarında kahkaha ve karnavalın peşine düşmeliyiz.