ABD için Cenevre masasına eli boş gitmemenin tek yolu Kürtleri daha doğrusu Fırat’ın doğusunu gri alan olarak elde tutmak. Rusya’nın da çabası Cenevre’deki masa düzenini Kürtlerin de katılımıyla toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde kesinleştirmek. Demek ki Suriye dizisinin son bölümleri çekilirken, senaryo gereği bizim canlandırdığımız karakterin rolü bitiyor. Elde kalıyor Payitaht Abdülhamit.
AKP hükümetlerinin Ortadoğu siyasetinin, özellikle son dönemde, kendi içinde sürdürülemez çelişkiler barındırdığını ve sınırımızın hemen ötesindeki akrabalarımız Suriye ve Irak Kürtleriyle, onlar kendilerini hangi siyasal mecralar üzerinden temsil etmeyi tercih ederlerse etsinler, karşılıklı güvene dayalı, akılcı ilişkiler geliştirmenin mevcuda göre çok daha düşük maliyetli, işlevsel ve ulusal güvenliğimizi berkiltecek bir seçenek olduğunu söyleyegeldim. Şimdi, Suriye’de son perdenin de sonuna doğru yaklaşırken, gelişmelerin bizi daha hızlı karar almaya ve tutum değiştirmeye zorladığını düşünüyorum. Ancak, bu yönde bir belirti gözlemlemediğim gibi, ufukta (belki 15 Temmuz 2018 gibi erken bir tarihe alınması muhtemel) başkanlık seçimleri de olduğu sürece, böyle bir değişiklik olacağını öngörmüyorum.
Suriye’de etkin olabilmek için Rusya’dan yeşil, Putin aracılığıyla Şam’dan sarı ışık devşirdik, Fırat Kalkanı’nı böyle kotardık. Gerekçemiz, kerameti kendinden menkul bir “masada olmak için sahada olmak lazım” önermesiydi. Aynı gerekçeyi, Idlip’te de kullandık. Ancak o “harekata” bir isim verilmedi, zira harekat yok ortada. 500 civarında olduğu anlaşılan bir kuvvetin, 1990’ların ortasından bu yana Kuzey Irak’taki askeri varlığımıza benzer biçimde, bu defa Afrin’in güney sınırına konuşlanması (bkz.harita) var. Masa da Astana’da kuruldu, yerimizi aldık. Fakat masada oturan diğer iki paydaş Suriye’ye Esat’ın davetiyle gelen ve onu ayakta tutmak için sahada bulunan İran ve Rusya. Halbuki biz Emevi Camii’nde Cuma namazı niyetiyle çıktıydık bu yola.
Bu durumda Rusya ve İran’la Suriye’deki yol arkadaşlığımız nereye kadar sürer? İşte o sorunun yanıtı bugünlerde belirmeye başladı. Putin, Hmeymim’deki hava ve Tartus’taki deniz üslerinin ilanihaye yenilenmek üzere tahsisine ilişkin anlaşmayı yaptıktan sonra “biz kalıcıyız” dedi. Dudaklarını okursak “herkes gider, biz kalırız” hatta “bizden başka herkes bir gün, belki pek yakında (siyasi çözümden sonra) gidecek, anımsatırım” dediğini de varsayabiliriz. Biz ve İran dahil. İkimizden kim önce gider, çıkmaya zorlanır tahmini güç değil. Hafız Esat döneminden bu yana Rusya’nın Suriye’yle yakın askeri bağımlılık ilişkisi kurduğunu ve Putin’in bu rabıtayı bugün yeniden canlandırdığını biliyoruz. Bilmediğimiz, o dönemde olduğu gibi bugün de, Şam’ın siyaseten ne denli Moskova’nın dümen suyuna gireceği.
Derken iki yenilikle karşılaştık. Biri İran’daki halk ayaklanması, toplumsal huzursuzluk. Ruhani kemer sıkmacı ekonomi politikaları uyguladı. İranlılar, nükleer anlaşmanın bereketini göremedi. Irak ve Suriye’deki askeri maceraların dudak uçuklatan faturaları göze batmaya, cep yakmaya başladı. Trump’ın nükleer anlaşmayı daha ocak ayı bitmeden topyekün çöpe atması gündemde. Dolayısıyla, Esat denge siyaseti gütmek adına İran’a “kal” da dese, İran’ın Suriye’deki ayak izi küçülebilir. Küçülecektir demek için henüz erken.
Diğer yenilik, Hmeymim’de konuşlu Rus uçak ve helikopterlerine yılbaşında yapılan füze saldırısı. Saldırının ardında kimler olduğu hakkında saygın Rusya uzmanı gazeteci Hakan Aksay T24’teki yazısında hepsinin ucu bir biçimde Ankara’ya çıkan ÖSO, Türkmenler gibi iddiaları Rus basınında yer aldığı şekliyle aktardı. Suriye uzmanı Fransız diplomat Jo Bahout ise saldırıyı “Özgür Aleviler Hareketi” adıyla Fransa’da kurulmuş ve bugüne dek adını duymadığımız yeni bir örgütün üstlendiğini paylaştı. Bahout, ÖAH’nin önceki açıklamasında da “savaşın Alevi cemaatine çok kayıp verdirdiği ve sadece Esat, Makluf, Şaliş ve Hayer Bey ailelerinden oluşan bir kartelin çıkarlarını koruduğu” ithamının yer aldığına da dikkat çekti. Bu saldırının tam da Sayın Cumhurbaşkanı’nın Paris’e yaptığı yarım günlük çalışma ziyaretine denk geldiğini de herhalde not etmeli.
Hmeymim’e yapılan saldırının akabinde Suriye ordusu İdlip’te süratle ilerleyen bir temizlik harekatı başlattı. Harekat başlarken İdlip’te Asya ve Kafkasya kökenli cihatçıların Heyet Tahrir Şam (El Nusra) içinde faaliyet gösteren örgütü Ecnad el Kavkaz’ın genel merkezi havaya uçuruldu, otuz üyesi öldürüldü. Harekatın ayrıntılarını değerli araştırmacı gazeteci Ümit Kıvanç’ın kendi blogunda paylaştığı yazısında bulabilirsiniz.
Yanisi şu: Astana’daki iki ortağımız İran ve Rusya, bizim “katil Esed” dediğimiz adamı ayakta tutmak için Suriye’de. Aşka sınır çizilmez ama her nesnenin bir bitimi var, mesela Fırat Kalkanı. Astana’yı Rusların yemeğin pişip, Cenevre’de masaya konacağı mutfak olarak gördüğü belli. ABD için Cenevre masasına eli boş gitmemenin tek yolu Kürtleri daha doğrusu Fırat’ın doğusunu gri alan olarak elde tutmak. Rusya’nın da çabası Cenevre’deki masa düzenini Kürtlerin de katılımıyla toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde kesinleştirmek. Demek ki Suriye dizisinin son bölümleri çekilirken, senaryo gereği bizim canlandırdığımız karakterin rolü bitiyor. Elde kalıyor Payitaht Abdülhamit. Çünkü düz mantık bunu gerektiriyor, hem o, hem bu olamıyor. Ya o, ya bu mümkün. İkisinin arası da mümkün değil.
Arka planda da İsrail-MbS/Suudi Arabistan-MbZ/BAE-Sisi/Mısır’dan oluşan ABD destekli dörtlü var. ABD ve İsrail kafayı İran’la bozmuş durumda. Biz de tam bu arada Tahran’la kol kola pozlar vermeye başladık. Hem de mayısta yapılacak Irak seçimleri öncesinde Maliki-Abadi rekabeti yaşanırken. Bu hengamede, havuz medyasının bir necip sancaktarı da hedef şaşırtıp, manşet atmış “Ovaköy (Körava) Sınır Kapısı’nı kim engelliyor” diye. E onu Irak Kürtlerine sırtımızı dönerken, haritaya bakmaya küserken düşünecektik. Yapılması gereken tüm komşularımızın içişlerine saygılı, itibarı barışı kurmakta arayan, Ortadoğu’nun Şam ve Kahire dahil tüm başkentleriyle ve Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Kürdistan Bölgesi hükümeti, Suriye’de Demokratik Güçler gibi unsurlarıyla diyalogu sürdüren, üyesi olduğu ittifaklar ve milletler ailesinden uzlaşı ve destek çıkarabilen, ulusal çıkarları öncelerken önceliklerini doğru belirleyen, sağduyulu, uzgörülü, soğukkanlı, tutarlı hedefleri olan etkin bir diplomasi yürütmek. Kendi adıma Şam’la konuşma zamanı geldiğini 2011’den bu yana ilk kez öne sürüyorum. Bunu da “Kürtlerin tepesine birlikte binelim” demek üzere değil komşumuzun çatışmadan arınıp, yeniden inşasına daha güçlü katkı yapmak için önerdiğim herhalde belli.