Dışişleri Bakanlığı, 3 Temmuz 2024 tarihiyle bir resmî açıklama yayınladı. Açıklamayı açmak açmak, daha da açılamayacak hale getirmek, dünya meselelerini, dış politikayı takip eden gazeteciler için vazifedir. Evler basıp, üç kuruşa çalışan yurtsuz adamları eşlerinin çocuklarının yanında dövmek, işten dönen delikanlıları sokak ortasında öldürmek gibi meşgalelerimiz olmadığından vaktimiz bol. Bu tür millî girişimlere katılmadığımız için sırtımızı sıvazlaması ihtimali ne yazık ki bulunmayan büyüklerimizin gözünde kıymetsiz mesaimizi bu mühim vazifeye vakfedebiliriz. Açıklamayı ele alacak ve en kısa zamanda yerine bırakacağız. Resmî belgedir, buruşturup çöp kutusuna atamayız. Gerçi atanlar çıkabilir, onlara işaret yaparız. Girişelim.
Açıklamanın doğruluğu tartışılamayacak kısmından başlayalım. Tarih ve numara: “No: 127, 3 Temmuz 2024”. Evet, sahiden böyleydi bunlar.
Başlıksa, doğruluktan başlar başlamaz ayrılınacağının işareti:
“Ortadoğu ve Suriye Politikamız ile Bağlantılı Olarak Ortaya Atılan İddialar Hk.”
Görüşler, eleştiriler falan değil de “ortaya atılan iddialar” hakkında konuşuyoruz! Manipülatif; üzerine açıklama yapılması gereği duyulmuş görüşleri baştan itibarsızlaştırmaya yönelik. Eski usûl uyanıklık.
Ha, burada da doğru bir kısım var: “Hk.” Tek doğru şeyin bir kısaltma oluşu sanırım metin yazarlarına kaderlerinin oyunu.
Esas metne geçelim. Onlar söylesin, biz karşılayalım. Bunu da mektedir’li, maktadır’lı yapalım ki, sesimiz gür çıksın.
“Dış politikamız, devletimizin ve milletimizin çıkarlarını esas almaktadır.”
Hayır. Muktedirlerin iktidarını sürdürmesini esas almaktadır.
“Türkiye, bu anlayış tahtında, güçlü tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu Ortadoğu’da barış, istikrar ve refahın tesisini hedeflemektedir.”
Hayır, böyle bir şey hedeflememektedir. Amaç her dönemde devlete hakim olmayı başaran bir tahakkümcü gücün endişe, hezeyan, hırs ve takıntılarından meydana gelen komplekslerin yatıştırılması, mümkünse tatmini, fırsat bulunan her an tesisine çalışılan birtakım hegemonya konumlarına ulaşılmasıdır. Hele büyük bölümü memleketimiz sınırları içinde yaşayan Kürtlerin TC sınırları dışındaki akrabalarını Türkiye’nin ezelî ebedî düşmanı görerek izlenen agresif politikaların barışla, istikrarla, refahla uzaktan yakından alâkası yoktur. Suriye topraklarına yönelik, halen uygulanmakta olan askerî-siyasî planlar, hem barıştan hem de “bağlar”dan ne anladığınızı gayet güzel ortaya koymaktadır. Ayrıca “bağlar” iki taraf arasında kurulur ve o bağ dedikleriniz, bu bölgede, bağın öbür tarafı için çoğu zaman hiç de hayırlı anılan bir ilişkiyi ifade etmez.
“Bu siyasetin oluşturulmasında uluslararası hukuk, insani değerler ve küresel adalet arayışı temel prensiplerimizdir.”
Değildir, hiç de olmamıştır. Kendi ülkenizde hukukla, insan haklarıyla, adaletle ne ilişkiniz vardır ki, bunların uluslararasısıyla, küreseliyle ilginiz olsun? Pratiğinize bakan, söylediğinizi gülünç bulur.
“Türkiye, Suriye’deki iç kargaşa neticesinde yaşanan insani trajedi karşısında da başlangıçtan bu yana ilkeli bir tutum sergilemiştir.”
Asla böyle bir şey yapmamıştır. Türkiye’de iktidara ve bakanlığınıza hakim olan ekip, Suriye’deki savaşı bizzat körüklemiş, mülteci akınından siyasî fayda ummuş, sinsice kundaklama politikanızın berbat dumanları arşa yükselmiş ve maalesef milyonlarca insanın hayatını söndürmüştür.
“Dış politikasını milli menfaatleri doğrultusunda güncelleyen ülkemiz, ulusal güvenliğimize yönelik tehditlere karşı gerekli önlemleri almaktan da çekinmemektedir.”
Sizden önce kimse “millî menfaat” ve hele “ulusal güvenlik” düşünmüyormuş gibi davranmanız, “ilke” gibi bir kavram bir yana, Allah bir deseniz güvenilemeyeceği konusunda yeni bir işarettir. Güvenlik güvenlik diye hayatı kaydırılmış bir toplumuz biz. Neden bahsediyorsunuz? Sizin ideolojik takıntılarınıza ve çıkar hesaplarınıza göre oraya buraya bulaşıldığında mı millî, ulusal her ne varsa akla geliyor? “Güncelleme” lafı da, askeriye sonrası iktidar memurlarının boy uzatmak için ayakkabı tabanına koyduğu mukavva falan gibi bir şeydir.
“Demokrasilerde yapıcı eleştirilerle dış politikaya katkı sağlamak elbette mümkündür. Bununla birlikte, siyasi rant uğruna gerçeklerin çarpıtılması ve ideolojik bağnazlığa dayalı ithamlarda bulunulması bu kapsamda değerlendirilemez.”
Tabiî değerlendirilemez, nasıl değerlendirilsin! Zaten kapsamı belirlemek sizin ayrıcalığınızdır ve suç işlememiş insanları hapse atıp ömürlerini gasp etme hakkı gibi, neyin “yapıcı eleştiri” olduğuna, neyin “ideolojik bağnazlık” olduğuna hükmetmek de bu ayrıcalıklar cümlesindendir. Eğer “ideolojik bağnazlığa dayalı itham” diye bir şey varsa, bunun baş icracısı bağlı bulunduğunuz iktidar mekanizmasıdır. Söylediğiniz söz sadece, “işimize kimse karışamaz” anlamına gelir; bu memlekette siyaset yapan, yazan çizen kimse de bunu yiyecek kadar hıyar değildir.
Haklı olduğunuz tek husus, “yapıcı eleştiri”nin “dış politikaya katkı” sağlayabileceği yerin “demokrasiler” olduğunu belirttiğiniz cümle başıdır. Evet, bu ancak oralarda olabileceğinden, vatandaş diye bir şey tanımayan bizimki gibi rejimlerde bulunmasını beklemek haliyle şapşallıktır.
“Ortadoğu ve Suriye politikamıza yönelik ortaya atılan iddialar, herhangi bir analitik nitelik taşımadığı gibi temel tarih bilgisinden dahi yoksundur.”
Şahane! Parçası olduğunuz bugünkü iktidarın herhangi bir konuda sahiden analitik herhangi bir düşünce zinciri üretebildiği görülmemiştir. Görülemez de, çünkü zihinleriniz bunu imkânsız kılacak ketler kilitlerle donatılmıştır. Fakat, bu korkunç üstenci ifadede bir defa daha ortaya konduğu gibi, gerçekte düşünmeye yaraması beklenen ufacık organlarınız ancak birilerine hakarete, birilerini ithama, birilerini hakir görmeye, göstermeye sıra geldiğinde verimli çalışabilmektedir.
“Türkiye, yıllardır taammüden ateş çemberine dönüştürülmüş bir coğrafyada huzur ve istikrar adası olmayı başarmıştır.”
Başaramamıştır. Şu anda bu memlekette iktidar sahipleri bile huzur içinde beş dakika geçirememektedir. En başta, herhangi bir yer ateş çemberine dönüşmüşse bunda ya paylarının olmasından ya bundan çıkarlarının zarar görecek olmasından ya da birtakım foyalarının meydana çıkacağı endişesinden. Öte yandan, huzurlu, istikrarlı ülkede hukuk-adalet böyle bizdeki gibi, alıp beğenmediğin herkesin kafasına indireceğin odun muamelesi görmez, vatandaş dediğin kişinin hakları, yönetenlerin ona karşı görevleri olur, insanlar aç-açık, üstüne üstlük aşağılanarak, alay edilerek süründürülmez. Eğer bir yerde huzurlu insan, istikrarlı ev, aile, mahalle hayatı yoksa ama ülkenin huzur ve istikrar içinde bulunduğu iddia ediliyorsa bunun tek anlamı vardır: zorba bir yönetim kimseye göz açtırmıyor, gık diyenin tepesine biniyordur.
“Ülkemiz bölgede yaşanan savaşların dışında kaldığı gibi milletimizin huzur ve güvenliğini perçinlemiş, refahını artırmıştır.”
Yalan. Memleketimizi yönetenler, savaşların dışında mışında kalmamış, tâ içine dalmıştır. Hâlihazırda başka ülke topraklarındaki yerleşim birimlerini buradan gönderilen subaylar, idareciler yönetmektedir. Ordu sürekli başka ülke topraklarındadır. Ankara, mevcudunu hiçbirimizin bilemediği binlerce yabancı savaşçıyı eğitmekte, donatmakta, şurada burada sahaya sürmektedir. Türkiye toplumunun huzur ve güvenliği “perçinlenmiş” falan değildir. Başkentin ortasında patlatılan bomba aslında kafanızda patlamıştır, haydi ölenlere acımıyorsunuz, hiçbir sorumluluk almıyorsunuz, bari sağa sola saçılmış itibarınızın, haysiyetinizin parçalarını toplasaydınız, polis gelip yaralıların ve yardıma koşanların üzerine gaz atmadan. DAİŞ Ankara’nın göbeğinde yüz kişiyi öldürdü -ülkenizde daha da neler yaptı-, dört milyona yakın sığınmacı burada ve siz “savaşın dışında kaldık, huzurumuz refahımız da arttı” diye bir metni kaleme alıp dünya âleme sunabiliyorsunuz. Eksik bıraktığınız cümle, “o arada utanmayı da sınırlarımız dışına sürdük, pek güzel oldu” gibisinden bir şeydir.
“Bu süreçte savunma yeteneklerini de geliştiren ülkemiz, kendi coğrafyasında akamete uğrattığı terörle sınır ötesinde de mücadele edebilir hâle gelmiştir.”
Ee? “Terör” dediğiniz şeyin zeminini toptan ortadan kaldırabilecek bir dış politika, yakın çevre politikası ihtimalini ihtimal olarak bile ele almaya ne çapınız ne kompleksleriniz ne ideolojik takıntılarınız elverirken övündüğünüz şey nedir? O “terör” nereden çıktı? Neden bunca yıldır sürüyor? Sizin hiç mi katkınız, dahliniz, bönlüğünüz, görmezliğiniz, duymazlığınız yok bu işte? Neyle övünüyorsunuz? Muktedirlere iktidar alanı açan savaş ortamını daha yıllarca sürdürebilecek olmakla mı?
“Tüm bu gerçekleri görmezden gelerek salt siyasi rant amacıyla mesnetsiz ithamlarda bulunan kesimlerin, bölgemize nüfuz etmeye çalışan egemen güçlerin vekilleri hâline geldikleri de gözden kaçırılmamalıdır.”
Burada daha analitik olalım ki, bu analitik âlimler bizi ciddîye alsınlar! Ne yapılıyormuş? Bir defa, kendilerine yönelik eleştiri falan yok, “iddialar” varmış. Bunlar “mesnetsiz”miş. “Gerçekler görmezden gelinerek” ortaya sürülüyormuş. Üstelik bu melanet “salt siyasî rant amacıyla” yapılıyormuş. Fakat koca bakanlık bu pespaye şeylerle uğraşma gereği duymuş. Niye? Meçhul. Söylemiyorlar.
Açıklamanın “salt” ne amacıyla yapıldığına böylece ulaşıyoruz: Tehdit. Dış politikaya yönelik eleştiri meleştiri yapan, dış güçlerin ajanı vs. olmakla suçlanacaktır, haberiniz olsun. “Bölgemize nüfuz etmeye çalışan egemen güçler” de kimdir, ayrı mesele. Komik de. Bölgemize nüfuz etmemiş egemen güç mü var? Kim? Çin mi? Türkiye’de dış politikayı eleştirenler Çin ajanı mı meselâ? ABD’yse, zaten onyıllardır burada. Ne yapacak, Pentagon’u mu taşıyacak Ege’de koy kapatıp? Rusya zaten, Ukrayna Savaşı yüzünden mecburen az öteye çekildi, yoksa hâlâ TC’nin güney sınırında zırhlı araçla devriye atmakla meşgûl, Suriye’de DAİŞ biraz daha azıtırsa yine uçakları bombardımana başlar. Kimdir bu henüz nüfuz etmemiş de şimdi edecek “egemen güçler”? Saçma.
Ve son paragraf:
“Dış politikadaki adımlarımızı, devletimizin ve milletimizin çıkarları doğrultusunda atmaya devam edeceğiz.”
Meydan okuyor bakanlık. Yukarıdaki tehditle bu biraraya gelince bütün bu feci açıklama metninin özünü oluşturuyorlar. Yani: “Dış politikaya laf etmeyin, sizi dış güçlerin ajanı ilan ederiz, bildiğimizi de okuruz!” diyorlar. Biz de diyelim ki: Okuyamazsınız, birader. Deniz bitti. Farkında bile değilsiniz hem bizi hem kendinizi ne hale soktuğunuzdan. Acınacak halde de değilsiniz, çünkü memleketine bile bile kötülük yapana acınmaz. Üstelik bu utanmasızlık, özgüven kılığındaki bu kibir, bu tepeden atma tutma… ne ağzınızdan çıkan doğru ne haliniz. Yazık bize.